Syriza, emekçiler ve sosyalistler
Syriza’nın sol bir parti olduğunda anlaşmazlık yok, siyasetin her kanadı anlaşıyor bu konuda. Oysa, nasıl ve ne kadar sol bir parti olduğu derin anlaşmazlıklara yol açıyor. Syriza, kimilerine göre aşırı sol, kimilerine göre reformist bile değil.
Genellikle, sol partiler iktidara yaklaştıklarında tasnif girişimleri artar. Bu hep aşina olduğumuz bir durum. Dolayısıyla, Syriza özelinde de “o kutuya mı, bu kutuya mı yerleştirsek” tartışmasının başlaması doğal. Bu yazı, bir partiyi hangi özellikleri sol yapar, solculuk dozu hangi kıstaslarla ölçülebilir yazısı değil. Bir bakıma, 4 Ocak’ta bu sitede yayınlanan “Syriza iktidara geldiğinde” yazımızın devamı. O yazıdan bu yana hem seçimler yaklaştı, ortam kızıştı hem de 40 yıllık dostum Sungur Savran Gerçek gazetesinin sitesinde benim yazıma da kısaca değinerek bazı eleştirilerini dile getirdi.
Aşağıda, ilkin Yunanistan’daki seçim sistemi ve partilerin olası performansları üzerine gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Ardından da, Sungur’un eleştirisine kısaca değineceğim.
***
Yunanistan seçim sistemi neredeyse bizimki kadar kötü. “Neredeyse” dememin nedeni, barajın bizdeki gibi %10 değil, %3 olması. Malum, barajın kendisi, tanımı gereği, seviyesi ne olursa olsun, temsiliyeti sınırladığı için anti-demokratik bir uygulama. Öte yandan, Yunanistan’daki baraj da bizdekilere benzer gerekçelerle tesis edilmiş. Amaçlananın Türk kökenlilerin kurduğu partileri meclis dışında tutmak olduğu söyleniyor. Tabii, bu gerekçe telaffuz edilebilir bir gerekçe olmadığı için, baraj uygulaması, yine bizde olduğu gibi “biz bu koalisyon hükümetlerinden az mı çektik” sızlanması ile meşru kılınmaya çalışılıyor. Koalisyon hükümetlerinden çok çekmiş olmalılar ki (!), ayrıca seçimlerde birinci gelen parti grubuna adeta “hediyesi bizden” diyerek bir anda 50 milletvekili ekleniveriyor.
Seçimlerin pratiğine gelelim, iki hafta öncesinin fotoğrafını çekmeye çalışalım. Meclis 300 milletvekilinden oluşuyor. Bu sayının 50’si sistem icabı “hediye paketi” misali kenara ayrıldığı için, sadece 250 milletvekili oy oranlarına göre partilere dağıtılıyor. Dolayısıyla, Syriza’nın hangi oy oranıyla birinci parti olduğu, hükümeti tek başına kurup kuramayacağını belirlemesi bakımından önem taşıyor. Kısmen diğer partilerin de alacağı oy oranlarına bağlı olarak, eğer Syriza seçimlerde %36-38 arası destek bulursa, ek 50 milletvekili ile birlikte 151’e ulaşacak ve hükümeti tek başına kurma imkânını yakalayabilecek (son kamuoyu yoklamaları Syriza’yı %28-32 bandına yerleştiriyor).
Aksi halde, Syriza hükümeti kurabilmek için koalisyon ortağı bulmak zorunda kalacak. Bu arada, ikinci partiye de hükümeti kurma şansı tanınacak vs. Hiçbir parti tek başına veya koalisyon oluşturarak hükümet kuramazsa seçimler tekrarlanacak.
Diğer partilerin durumu ise şöyle. Düşen hükümet, bilindiği gibi ikinci parti durumunda olan Yeni Demokrasi ve giderek eriyen eski anlı şanlı sosyal demokrat Pasok koalisyonu idi. Seçim öncesi nabız yoklamalarında Yeni Demokrasi %27, Pasok ise %3 civarında oy alacakmış gibi gözüküyor. Yani, yılların muktediri Pasok baraj yüzünden meclise girememe tehlikesi ile karşı karşıya. Liderlerinin önemli bir bölümü hapishanede olan faşizanAltın Şafak’ın ise 2014’teki %9’luk desteği yakalaması zor görünüyor –şu sıralar desteği %5-7 arasında gibi.
Syriza’nın dışındaki sol örgütlenmelerden daha büyük olan Yunanistan Komünist Partisi (KKE), Syriza’ya dışardan bile destek vermeyeceğini açıklamış durumda. KKE’nin oy tabanı da son yıllarda bir hayli küçüldü (2004’te %10’a yaklaşmış idi). Bu seçimlerde KKE desteğinin %5’in altına kadar düşebileceği bekleniyor. Daha küçük olan sol örgütlenme ise bir dizi parti ve grubun oluşturduğu Antarsya (İsyan), 2009’da kurulmuş anti-kapitalist bir cephe. Bu kesim Syriza’ya dışardan destek vereceğini belirtmiş olmasına rağmen meclise girebilme ihtimali neredeyse yok. Şu anda destekleri %1’in altında. Sungur’un yazısında adı, bizim yerli DİP’in “kardeş partisi” olarak geçen Troçkist EEK’nin (Devrimci İşçi Partisi) desteği ise %0.1 dolaylarında.
Seçimlere iki hafta kala tahminler ve siyaset yelpazesinde konumlanış aşağı yukarı böyle. 25 Ocak yaklaştıkça sıralama ne kadar değişir, beklenmedik neler olabilir kestirmek zor. Ama hem Yunanistan’ı hem de ilk ağızda Avrupa’nın güneyini, daha sonra da tamamını etkileme ihtimali olan kritik bir seçim sürecine girdiğimiz kesin. Biraz da bu heyecanı yerinde yaşamak, gözlemlerimizi aktarmak üzere 23-27 ocak arası Yunanistan’da olacağız.
***
Sungur’un “Syriza tuzağı”yazısı aslında seçim sonrası muhtemel gelişmeler üzerine siyasi bir değerlendirme. Benim yazıma ilişkin getirilen eleştiri ise şöyle:
”Çipras ve Syriza’dan düzeni zorlayacak bir politika beklemek ciddi bir politik yanlış olur. Bu bağlamda yakın çalışma arkadaşımız E. Ahmet Tonak’ın Syriza programını dikkatli bir incelemeye tâbi tuttuğu yazısında ulaştığı sonuca hiç katılmıyoruz. Tonak, Syriza’nın ekonomik büyüme ve sosyal hizmetlerin yeniden güçlendirilmesi çabasına destek olarak “en gerçekçi ve piyasanın gidişatına en az bağımlı gözüken kaynak” (vurgu bizim) olarak dış borç faiz ödemelerinin askıya alınmasını gösteriyor. Bu ekonomik bakımdan “gerçekçi” olabilir ama politik bakımdan Syriza hükümetini derhal AB ile karşı karşıya getirecektir.”
Bu eleştiri üzerine bir iki hususu açmamda yarar var. Önce Sungur’la anlaştığımız bir noktadan başlayayım, ortak dostumuz, yoldaşımız Nail Satlıgan’ın şu görüşü ile:
“Solun … krizde yapması gereken, elbette soyut bir kapitalizm reddiyesi ve soyut bir sosyalizm propogandası değil, sistemin sınırlarını zorlayan, sistemin içinde tamamıyla yerine getirilmesi mümkün olmayan ve dolayısıyla sistem sorununu gündeme getiren bir ‘geçiş önlemleri’ paketiyle ortaya çıkmaktır.”*
“Syriza iktidara geldiğinde” yazımda çok açık ve seçik bir ifade ile Syriza’nın Selanik’te deklare ettiği programının sadece emekçilerin en önemli iki sorununu (düşük asgari ücret ve işsizlik) nasıl çözmeyi planladığına eğileceğimi belirtmiştim. Yazıya bakıldığında, gerçekten o konulara eğildiğim görülecektir. Nitekim, yazımda Syriza’nın asgari ücreti eski 751 avro seviyesine yükselteceğini ve devletin bizzat kendisinin 300,000 işsizi işe alacağını açıkça yazmış, söz konusu politikaların finansmanı için “dış borç faiz ödemelerinin askıya alınması”nın düşünülebileceğini söylemiştim. Bu alternatif Syriza’nın programından değil, ABD’de bir araştırma enstitüsünün çalışmasından idi.
Durum böyle ise, benim “en gerçekçi ve piyasanın gidişatına en az bağımlı gözüken kaynak” ile kasttetiğimin, Sungur’un belirttiği “Syriza’nın ekonomik büyüme ve sosyal hizmetlerin yeniden güçlendirilmesi çabası” ile herhangi bir ilişkisi olmadığı, sadece ve sadece emekçilerin en yakıcı iki sorununu acilen çözmeye dönük ücret ve istihdam politikalarının uygulanabilmesi için olası bir kaynak olduğu açıktır.
Kaynak ihtiyacının neye ilişkin olduğunu netleştirdikten sonra, bu alteratifin gerçekçi olup olmadığına bakalım. Sungur, nedense önerdiğim kaynak alternatifini ekonomik bakımdan gerçekçi bulmakla birlikte “Syriza hükümetini derhal AB ile karşı karşıya getirece(ği)” için politik bakımdan sorunlu buluyor. Oysa, Syriza hükümetinin AB ile karşı karşıya gelmesi tam da Nail’in dediği türde “sistemin içinde tamamıyla yerine getirilmesi mümkün olmayan” bir politikanın tercih edildiğini göstermez mi? Bence gösterir ve de göstermekle kalmaz, bizzat bu yüzden “sistem sorununu gündeme getir(me)” potansiyelini de taşır. Bir başka deyişle, “soyut bir kapitalizm reddiyesi” değildir, yaşandığında kavranabilecek kapitalizmin sınırlarını somut bir biçimde idrak imkânıdır.
Gerisini yaşayıp, göreceğiz. Atina’dan yazışmak üzere…
* Barış A. Özden, Bekir Tarık, Stefo Benlisoy. 2008. Nail Satlıgan’la Söyleşi: Solun Bunalıma Cevabı, ‘Geçiş Önlemleri Paketi’ Olmalı. Mesele. Kasım.
Bu yazı, 18 Ocak 2015 tarihinde sendika.org sitesinde yayınlanmıştır.