Mülteci akını Avrupa’da safları netleştiriyor
Nobel Barış Ödülü’nü ciddiye alanlar hâlâ var olsa da, herhalde son on yılda sayıları iyice azalmıştır. Nitekim Ortadoğu’da milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olan ABD emperyalizminin başkanı Barack Obama 2009 senesinde bu ödüle layık görüldüğünde yaptığı konuşmada kimi zaman savaşın da gerekli olduğunu söylemişti. 2009’dan bu yana Ortadoğu’da kanın durduğunu kimse söyleyemez. Obama’dan sonra yetmezmiş gibi 2012 yılında bir başka emperyalist odak olan Avrupa Birliği’ne, bir temsilcisine falan da değil, bizzat kendisine verilen Nobel Barış Ödülü, “barış” lafını ciddiye alan herkesin tüylerini diken diken etmiş olsa gerek.
AB’nin Arap devrimlerini boğmak ve yolundan çıkartmak için yaptıkları anlatmakla bitmez. Libya savaşını o çıkardı. Tunus devrimini eski düzenin adamlarına o teslim etti. Suriye iç savaşı boyunca “muhalifler” adı altında tekfirci ve cihatçı çetelere verdiği destek ile Suriye halklarının eli kanlı katilleri arasında kendine ilk sıralardan yer buluyor. Ama AB’nin kapıları göç yollarındaki mültecilere uzun süre kapalı kalmıştı.
“Aylan bebek ölmesin, yaşasın ve bizim için ucuza çalışsın”
Aylan bebeğin küçücük bedeninin kıyıya vurmuş fotoğrafı, kitlelerin homurtularını iyiden iyiye yükseltti. Böylece AB, daha doğrusu AB’nin dizginlerini elinde tutan Almanya, hem bu hoşnutsuzluğun yükselişe geçmesini engellemek hem de yedek sanayi ordusunu ucuz işgücü ile takviye etmek için kapılarını mültecilere araladı. Sığınacak bir ülke bulma umuduyla “demokrasinin ve insan haklarının yılmaz savunucusu” Avrupa Birliği’nin sınırlarına varan mültecileri, AB’nin güler yüzü ile birlikte gaz bombaları ve dikenli teller karşıladı.
Hoş geldin tekmesi
Macaristan sınırında mültecilerin göç esnasında ne yaşadıklarına dair en çarpıcı görüntü ise faşist Jobbik partisinin televizyon kanalı N1TV’de çalışan bir muhabirin, çocuğuyla beraber sınırdan geçmeye çalışan bir mülteciye çelme takıp, sonrasında ise küçük bir çocuğu tekmelemesi oldu. Ne bir muhabirin meczupluğuna bağlanabilecek, ne de Macaristan ile sınırlı görülebilecek bu görüntü, aslında Avrupa’da bir süredir büyümekte olan faşist ve proto-faşist hareketlerin varlığını hatırlatması bakımından dikkat çekici. Hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde mültecilerin gelişlerinin başlamasıyla beraber çeşitli gruplar, güçleri ve taktiklerine göre değişen biçimlerde de olsa mülteci karşıtı bir siyaseti örgütlemek için hızla sahneye çıktılar. Macaristan’da Jobbik, Yunanistan’da Altın Şafak gibi faşist partilerin yanı sıra, Fransa’da proto-faşist Front National’in (Ulusal Cephe) lideri Marine Le Pen tüm sınırların kapatılmasını talep ederken, eski Cumhurbaşkanı ve yeni ismiyle Cumhuriyetçi Parti lideri Sarkozy ise mültecileri bir su kaçağına benzetti. Dahası aynı partinin eski sözcüsü ve Avrupa Parlamentosu milletvekili Nadine Morano, bir televizyon programı sırasında “Fransa beyaz ırkın ülkesidir” diyerek birdenbire tüm Fransa’nın gündemine oturdu.
Halkın uzanan kardeşlik eli
Avrupa gericiliğinin ve burjuva partilerinin gösterdiği tutum bu iken, Avrupa halklarının sergilediği tutum ise bambaşka! Mültecilerin Almanya’ya ve Avusturya’ya ilk girişlerinde onları “Göçmenler hoş geldiniz” pankartlarıyla karşılayan binlerden, Danimarka’da oluşan mültecilerle dayanışma ağlarına ve mültecilere kapıyı ancak yarım yamalak açan hükümetlerini protesto etmek için çeşitli Avrupa kentlerinde meydanları dolduran kitlelere kadar Avrupa halkları, Suriye’den göçen kardeşlerini etkileyici bir dayanışma ruhuyla karşıladı.
Dahası mülteciler de, üzerlerinde yoğunlaşan devlet ve ırkçı şiddet baskısı altında, yumruklarını göstermeye başladılar. Suriyeli mülteciler, İtalyan devletinin bin bir çeşit ırkçılığı ve ayrımcılığı ile uzun süredir uğraşan ve oldukça mücadeleci bir gelenek yaratmaya başlamış olan Afrikalı mültecilerin izinden gidiyor. İlk önce Yunanistan’da, sonrasında ise Macaristan’da polisin kötü muamelesine eylemlerle cevap verdiler. Bu gelişme, henüz başlangıç aşamasında olmakla birlikte, önümüzdeki yıllarda artık bir Avrupa gerçeği haline gelecek olan mültecilerin, bir mücadele dinamiği olarak ortaya çıkmalarını da ciddi bir ihtimal olarak önümüze koyuyor. Dolayısıyla AB emperyalizmi ucuz iş gücü kazanayım derken çetin mezar kazıcıları da kazanmış olabilir. Birlikte göreceğiz.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ekim 2015 tarihli 72. sayısında yayınlanmıştır.