Küba: Restorasyonun anayasası kabul edildi
Küba halkı 24 Şubat’ta sandığa gitti ve yeni anayasayı ezici bir çoğunlukla onayladı. Seçime katılma oranı % 84, “evet” oyu % 86,5, “hayır” % 9, boş ve geçersiz oy % 4,5. “Hayır” kampı birazdan göreceğimiz gibi esas olarak muhafazakârlardan ve sosyalizm karşıtlarından oluşuyordu, sosyalizm taraftarı büyük halk kitleleri bu anayasayı oylayarak Küba’nın sosyalizm yolunda yürümesine evet dediler. Ama anayasa tuzaklarla doluydu. Bu “evet”, aynı zamanda ülkenin kapitalizme geri dönüşüne (ya da kapitalizmin restorasyonuna) yolu biraz daha açmış oluyor.
Aslında yeni anayasanın, Fidel’in sağlık nedenleriyle hükümetten çekilmesinden sonra görevi devralan kardeşi Raúl Castro’nun yönetiminde, Küba Komünist Partisi’nin 2011’deki 6. Kongresi’nden itibaren ekonomide özel mülkiyete ve piyasaya yer tanıyan değişim süreciyle ilgili olduğu gerçeği, sosyalizm ya da kapitalizm yanlısı herkesin gördüğü bir şey. O zaman mesele bir yandan bu ekonomik değişim sürecinin anlamını kavramak, bir yandan da anayasanın bu alanda yeni ne getirdiğini saptamak.
Gerçek gazetesi, Raúl Castro’nun ülkede kapitalizmin yeniden tesisiyle sonuçlanacak bir sürecin önünü açmış olduğunu yıllardır delilleriyle birlikte ortaya koymuş bulunuyor. Bugün kendi özel işletmesini açma olanağını kullananlar (cuentapropistas) aktif işgücünün % 13’ünü oluşturuyor. Yani sekiz çalışandan birinin hayatı özel mülkiyet temelinde sürdürülüyor. Bunlar sadece küçük burjuvalar değil. Bir kısmı da küçük ve orta boy kapitalist işletmelerin (en başta turizm alanında) sahibi. Bu işletmelerin çalıştırdığı işçiler ise ekonomik olarak faal nüfusun % 12’sini oluşturuyor. Yani 8 kişiden biri de, adını koyalım, başkaları tarafından sömürülen proleterler. “Kendi hesabına çalışanlara”, yani küçük burjuvalar ile küçük ve orta boy kapitalistlere özel sermaye tarafından sömürülen proleterler eklendiğinde, özel sektörde çalışanların oranı % 25’i buluyor. 7. Parti Kongresi (2016) iş aktine güvence sağlayarak Küba’da ücretli sömürünün temellerini sağlama bağlamıştır.
Aynı kongre buna ilave olarak devlet işletmelerine mali özerklik tanımış bulunuyor. Bu, Che’nin 1960’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nde planlamanın temeline dinamit koymak olarak yorumladığı (o dönemde kullanılan Rusça terimle) “hozraşet” uygulamasıdır. Yani şimdilik faal nüfusun % 25’inin çalıştığı özel sektörün yanı sıra, kamu sektörü de yavaş yavaş bir çözülme dinamiğinin etkisine girecektir.
Anayasa: restorasyonistlere hukuki güvence
İşte yeni anayasa bu süreci onaylıyor ve hukuki güvenceye bağlıyor. En önemli hüküm, eski 1976 anayasasında yasak olan özel mülkiyetin anayasal güvenceye kavuşturulmasıdır. Anayasanın çekirdek hükmü budur. Bunu perdelemeye kalkışan, kapitalist restorasyonun üstünü örtüyor demektir. Anayasa bunun yanı sıra çokuluslu şirketler olarak anılan dev emperyalist şirketlerin önemini vurguluyor ve bunlara birtakım yeni haklar tanıyor. Ayrıca, ekonominin kamu mülkiyetinin hâkimiyetinde ve planlama temelinde yürütüleceği hükme bağlanmakla birlikte, piyasa da, yine 1976 anayasasından farklı olarak, bir düzenleyici güç olarak öne çıkarılıyor.
Geçtiğimiz Temmuz ayında halkın tartışmasına sunulan ilk taslakta, restorasyonistlerin niyetini daha da açığa çıkaran bir başka değişiklik de vardı: Eski anayasa “sosyalizmin inşası ve komünist topluma doğru ilerleme”den söz ederken, tartışmaya sunulan taslak “komünist topluma doğru ilerleme”yi anayasadan çıkartıyordu.
Tartışma süreci: komünizm
Taslağın halk içinde tartışılma süreci aylara yayılmış, işyerlerinde, mahallelerde, eğitim kurumlarında ve başka ortamlarda kolektif olarak yürütülmüştür. 100 binden fazla toplantı düzenlenmiş, 7,5 milyona yakın (nüfusun üçte ikisi) Kübalı bu tartışmalara katılmıştır. İşte bu tartışmaların en önemli kazanımı “komünist topluma doğru ilerleme” ibaresinin metne yeniden girmesi olmuştur. Bu, Küba halkının çoğunluğunun içinde yaşadığı ve komünizme doğru yürüdüğü söylenen toplumsal düzene açıkça sahip çıkmasından başka bir şey değildir. Ama buna karşılık, bu ibareyi anayasadan çıkarmayı hedefleyen bir dizi gücün de Küba devleti ve toplumu içinde mevzilenmiş olduğunu da unutmamalıyız.
Eşcinsel evliliği
Anayasanın bütün bunlardan daha fazla tartışılan boyutu, evliliği “bir erkek ile bir kadın” arasında bir sözleşme olarak sunan eski anayasadan farklı olarak yeni taslağın bu ifadenin yerine “iki şahıs” ibaresini geçirmesiydi. Geleneksel olarak dinin büyük bir ağırlık taşımadığı Küba’nın halkı içinde son yıllarda güçlenmekte olan Evanjelik denen aşırı sağcı bir ideolojiye sahip kiliseler ile Latin Amerika’da geleneksel olarak daha yaygın olan Katolik Kilisesi, özünde eşcinsel evliliğinin kabulü anlamına gelen bu hükme karşı haçlı seferi başlatmıştır.
Hüküm Raúl Castro’nun kızı ve eşcinsel haklarının önde gelen savunucusu Mariela Castro’nun inisiyatifiyle taslağa girmişti. Görünüşte amaç ayrıma uğrayan bir grup olarak eşcinsellerin savunusu idi ama aslında daha derin nedenler de vardı. Bunlardan biri, “uluslararası topluluk” olarak anılan kapitalist demokrasilerde çok önemli görülen bir mesele aracılığıyla Küba’yı burjuva toplumlarına sempatik göstermekti. Bir başkası ise böylece “özel mülkiyet” ve “komünist topluma doğru ilerleme” hükümlerini dikkatlerden kaçırmaktı. Küba yönetimi içindeki restorasyonist kanat bunda başarılı olmuş olabilir.
Ama tehlikeli bir oyun oynadılar. Evanjelik Kilisesi kendi alanına bir tecavüz olarak gördüğü bu hükmün varlığını kullanarak anayasaya karşı ciddi bir kampanya açtı. Bu muhalefetin gizli hedefi ise anayasanın içerdiği bütün restorasyonist hükümlere rağmen yine de sosyalizmi anayasal bir hüküm olarak korumasıydı.
Evanjelik kiliseler genel olarak Latin Amerika’da, özel olarak Küba’da yeni bir olgu. Tarihleri en fazla yazım yüzyıl geriye gidiyor. Sovyetler Birliği’nde kapitalist restorasyon sonrasında Küba ekonomisine Sovyet desteğinin sona ermesiyle birlikte açılan “Barış Zamanında Özel Dönem”in ekonomik krizi halkın zora düşmesine yol açarken, bu Evanjelik kiliseler insanlara ekonomik destek vererek güç kazandılar. Paranın çoğu da ABD’den ve bir dizi Latin Amerika ülkesinden geliyordu. Bugün Küba’da Evanjelistler eskisine göre çok daha büyük bir güç haline gelme fırsatını elde etmiş bulunuyor. Restorasyonist bürokrasi, cini lambadan çıkartan acemi büyücü çırağı gibi davranmış olabilir.
Tartışma sürecinde eşcinsel evliliği ortayolcu bir formüle bağlandı. Anayasa, artık eskisi gibi “iki şahıs” demiyor ama eski formül olan “bir erkek ile bir kadın”a da dönülmedi. Yani kapı hâlâ açık. Evanjelikler de bu meseleyi kaşıyıp duracaktır.
Küba’nın işçi devletini korumak dünya proletaryasının görevi
Küba bugün işçi sınıfı açısından büyük kazanımların hâlâ geçerli olduğu bir ülkedir. 20. yüzyılın sosyalist inşa deneyiminin neredeyse bütünüyle çöktüğü bir dünyada bu kazanımların korunması uluslararası sosyalizm açısından çok önemlidir. Küba, Çin ve Vietnam’ın yoluna girmiştir ama bu yolun sonuna ulaşıp ulaşamayacağı mücadele sonucunda belirlenecektir. Burada restorasyonistlere işçi sınıfının temsilcisi muamelesi yapan diplomatik yöntemler değil, proleter yöntemler hâkim kılınmalıdır. Restorasyonist bürokrasi, Fidel Castro’nun ölümüyle birlikte güçlenmiş oluyor. Yeni anayasa bunu bir adım daha ileri taşımıştır. Küba işçi sınıfı ve emekçi halkı içinde Amerikan devine onurla kafa tutan sosyalizme sahip çıkacak çok büyük kesimler olduğu, komünizmin halk tartışması sonrasında anayasaya yeniden girmesinden bellidir. Ama onlara mutlaka dünya proletaryasının da el uzatması gerekiyor. Devrimci İşçi Partisi bunu uluslararası alanda öncelikli görevlerinden biri kabul ediyor.