Kıbrıs’ta iflas eden sömürge rejiminin karikatürü: CTP içinde sınıf mücadelesi!
milli hisleri kasten kabarık tutulan
viranelerin bekçileri, alın pis sularınızı
çekilin derelerimin yatağından. parti
merkezlerinde pinekleyen zavallı
umut efendi! al beyaz güvercinlerini,
uç git sen de başımdan! defol ihanete
mani olamayan uçurum! sol, sonra
öl! sarıysan ve ovaysan bu yakışır
sana mesarya. uzak ülkelere
hayranlığı artmamış kimse kalmadı
senden başka. kalk ve uç! büyük işler
seni bekliyor gregor samsa…
Faize Özdemirciler
Aylar önce KKTC’de çok erken genel seçim kararı alınmadan Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin olağan kongresinin yapılması planlanıyordu. Erken seçim ilan edilince parti kongresi ertelendi. Kongre olacağının ilanı ile erken seçim ilanı arasındaki kısa sürede CTP liderliğinde mücadele başlamıştı bile. Kendini hâlâ devrimci sanan şimdinin sivil toplumcularından eski Dev-Yol’cu Hürrem Tulga parti başkanına “üç-beş tekelci sermaye grubunun temsilcisi” diye çıkışarak, aslında CTP içerisindeki mücadelenin sermaye fraksiyonu mücadelesi olduğunu ilan etmişti.
İki buçuk hükümet
CTP’de eskiden, olan her şey parti içinde sır olarak kalırdı. Kol kırılır yen içinde kalırdı. Üçüncü büyük depresyon bölgemizde iktidarları, burjuva partilerini, devlet kurumlarını hiçbir şeyde olmasa bile uygulanacak ekonomi politikalarında birbirine düşürdü. En sağlam görünen Almanya’da bile Maliye Bakanı ile Merkel dümeni farklı yönlere kırdılar. Kıbrıs’ta mesele daha da karışıktır. CTP’nin bağlılığını göstermesi gereken birçok kamp vardır hem emperyalist devletlerarasında, hem içerdeki sermaye fraksiyonları arasında, hem de hizmetkârı oldukları işgalci TC devleti içerisinde. Annan Planı dönemindeki iktidarından önce Kıbrıs’taki burjuvaziyi bir otele toplayıp, onlara nasıl hizmet edeceğini anlatıp haracını kesen bir partiden bahsediyoruz! Gezi isyanı CTP için de zordu. “Ya AKP devrilirse, ya devrilmezse… Nasıl tavır alacağız?” Kıbrıs’ı etkileyen böyle bir olayda susmak da olmaz. Herhangi bir tavır alırlarsa ve sonra AKP hesap sorarsa! İşleri zor yani… Gezi isyancıları Kıbrıs’taki dengelerle de oynadı.
Kıbrıs’ta borç krizi başladığından bu yana güneyde devlet başkanı değişti, kuzeyde Lefkoşa Belediye’si seçimleri oldu, Ulusal Birlik Partisi parçalandı. Sonra da başkanı tarihin çöplüğüne gitti ve iki buçuk hükümet kuruldu. Kıbrıs’ta şimdiye kadar borç krizi iki hükümet devirdi bir güneyde bir de kuzeyde. Buçuk olan ise, 40 günlük suya sabuna dokunmayan geçici teknokrat hükümetti.
Talat’ın kabinesi
Dedik ki eskiden CTP’de olan CTP’de kalırdı. Bu durumu değiştiren CTP’nin emperyalizmle geliştirdiği organik ilişki oldu. CTP’nin o dönemki lideri Mehmet Ali Talat Washington-Brüksel hattında gitti geldi. Sonra Ankara’nın Kıbrıs’taki kırmızı çizgilerinin sözcüsü oldu. İlk büyük bomba o dönemden yıllar sonra patladı. O dönemde dönemin Cumhurbaşkanı Talat, şu anki Maliye Bakanı Mungan ve o dönemin Cumhurbaşkanlık basın sözcüsü Erçakıca arasında geçen bir konuşmanın ses kayıtları sızdı basına.
O ses kaydındaki konuşmada sendikaların nasıl ayak bağı olduğunu ve UBP’nin Türkiye’ye hizmet etmeyi beceremeyeceği, CTP’nin bu işi daha iyi yaptığını kendi aralarında konuşuyorlardı. Erçakıca o günün koşullarında CTP-UBP koalisyonu dayatılacak diyordu, yıl 2013 dayatıldı. Talat o günün koşullarında CTP tabii ki UBP’yi tercih etmeli diyordu, yıl 2013 Talat aynı savunmayı yine yaptı. Bugünkü Maliye bakanı Mungan, o gün Cemil Çiçek’in hükümette CTP’yi görmek istediğini söylüyordu, bugün CTP hükümette ve Mungan da kabinede TC sömürgeciliğine en bağlı bakan!
O ses kaydının özeti sayılabilecek ve Kıbrıs’taki siyasetin karakterini gösteren kısa bir pasajı hatırlatalım:
Mungan:Çiçek’in de mesajını öyle aldım zaten… Kesinlikle hükümette CTP’yi görmek istiyorlar…
Talat:Eh. İstiyorlar da nasıl sağlayacaklar? Nasıl yardımcı olacaklar? Şu ana kadar doğru düzgün bir yardım yapmadılar. 29’undan sonra yapacaklarını umuyoruz. Kendi seçimlerinden sonra…
Erçakıca:Bir de şu var sayın başkan onların seçenekleri arasında. UBP-CTP koalisyonu.
CTP’de Rum Kıbrıslılara saldırı ve suçlama getirme Talat ile başladı. Bugün Mungan’dan ayrı olarak, Talat’ın kabinesindendir diyebileceğimiz zat da Dışişleri Bakanı’dır. Talat şovenizmi ve işbirlikçiliği kabinedeki en önemli mevkilerdedir. Biri Rum Kıbrıslılara saldırı ve TC sömürgeciliğine hizmet mevkisi, diğeri ise TC’nin sınıf taarruzlarının maliyesidir! Kıbrıs tarihinin ‘çatışmasız’ olmasına rağmen şovenizmin doruk yaptığı bir dönemindeyiz. Baş aktör ise yine, emperyalizmin entegre et tesislerinde Denktaş’tan da ince işlenmiş Kıbrıslısı Talat’tır.
Kast sistemi!
Seçimlerden sonraya erteledikleri parti içi hesaplaşma, seçimlerle birlikte yeni meseleler biriktirdi. Örneğin bazı milletvekili adaylarının kendi özel durumlarını öğrenmek için partiden gizli anket yaptırması ve seçimlerde mühür kırılmasını teşvik etmesi, siyasi bir meseleyi kişisel bir duruma indirgemelerine yetti. Seçim dönemi hakkındaki disiplin raporunun basına sızması sonucunda da olanlar oldu: Mesele, raporu basına sızdıranların bulunmasını emreden Talat, parti içi demokrasi sorunu vurgusu yapanlar ve konuyu tamamen bireyciliğe indirgeyenler arasında bir sarmala dönüştü. Bireyci ideolojiden muzdarip kadroların da olan biten her şeyi kişiler arası kavgaya indirgemesi, aslında var olan politik ayrışmaları gizlemekten başka bir şey değil. Diğer yandan da bundan fazlasını yapacak politik kapasiteleri de yok. Bireyin kutsallığını çarmıha gerecek halleri yok ya!
Partinin Lefkoşa ilçe başkanının da “kavga eskiler arasında, onlar çekilsin partiyi bize bıraksın, sorun çözülür” yaklaşımı da CTP’nin genç kadrolarının politik kapasitesini gösteriyor! Bu bireyciliğin bir ucu da “otoriter baba figürü” tartışmasına uzanıyor. CTP’nin 7-8 ailenin denetiminde olması, meselenin babalarla oğulların kavgasına indirgenmesine kolayca olanak sağlıyor. Kaldı ki indirgediler de! Doğal olarak bu “otoriter baba figürü” eski kadrolar. Politik mücadele değil baba-oğul kavgası!
CTP’de yükselmek herhangi bir partide yükselmeye benzemez, çünkü CTP’de kast sistemi vardır. CTP’nin içine doğmuyorsanız aşağıdan yükselmek için ömrünüzü vermeniz gerekir. Partinin bugünkü genel sekreteri, gençlik kolları başkanı ve bugün partide öne çıkan genç kadro CTP’nin içine doğdu. Kısacası soyadınız yoksa konuşamazsınız! Durum böyle olduğu için de eskilerle yenilerin çatışması garip bir hal alıyor. Yeniler varlığını eskilere borçlu iken, yenilerin eskilere tek söylediği “zaman değişti, siz torun bakın, biz partiye bakarız”dır. Partinin politikaları liberal, ama ‘eskiler’ ile ‘yeniler’in, yaşlılarla gençlerin liberalizmi arasında da fark var. Kendi itirafları ile söylersek, “yeniler”in resmi yayın organı olan Gaile’de (Yenidüzen gazetesi eki) şu tespit yapılıyor: “muhafazakar otoriteyi yeniliğe açık, özgürlükçü bir otorite modeli ile değiştirmek”[1]… Sömürge rejiminde sömürgeci efendi önünde, el pençe divan duran bir siyasi parti, bütün sınıf dengelerini gözeterek, hem tabanını avutacak şeyler söylemesi gerekiyor, hem TC burjuvazisini hem de içerdeki farklı burjuva fraksiyonların işini görmesi gerekiyor. Bu durumda “otoriter baba figürü” yaratıp Adorno’nun “otoriter kişilik” tezi ile politik perspektif sunmaya çalışılırsa, ortaya çıkan en kötü taklitçinin (Murat Belge) en kötü taklididir…
Politik dengeler yerinden oynayacak. Eskiler, stalinist gelenekten gelip liberalleştikleri için sendikalarla geliştirdikleri ilişki hep ahbap çavuş ilişkisi olmuştur. Yeniler ise sol liberalizmin içine doğdukları için önümüzdeki dönemde durum değişecek. Kıbrıs’ta sendikaların sınıf sendikacılığı yerine “kültürümüzü savunalım” hattında duran sendikacılıkları, her ne kadar sınıf sendikacılığına karşı “toplumsal hareket sendikacılığı” olsa da mücadele alanında oldukları ve taarruzlarla cepheden karşılaştıkları için durum değişecek. Yeniler eskiler gibi sendikaları göğüsleyemeyecek!
CTP içinde fraksiyon mücadelesinin tarafları
CTP, emperyalizmle organik bağını güçlendirdikçe ciddi bir biçim değişikliği yaşadı. Politikaları hep uzlaşmacı olmasına karşın parti içerisinde oluşan kuşaklar ve ideolojik eğilimler CTP’deki biçim değişikliklerini keskin hatlarla ortaya çıkardı. Fikirler sadece fikirden ibaret değildir. Ortaya çıkan farklılıklar Kıbrıs’taki ve uluslararası ölçekteki sınıf dengelerindeki değişikliğin bir sonucudur. Üçüncü büyük depresyonun Kıbrıs’ın iki yakasındaki geleneksel odakları çökertmesi liberal burjuvazinin önünü açtı. Bu keskinleşen hatları siyasetlerine işlemiş çevreler 2013 Temmuz seçimlerinde CTP tarafından partiye massedildi. Massedilen bu kesimler daha çok parti tabanının çevrelediği entelektüel liberal çevrelerdi: Kısacası liberal burjuvazinin organik aydınları. Depresyon onlara yaradı! Bu çevrelerin parti tarafından massedilmesinin kaynağı da yine parti içerisindeki “genç kuşak”tır. Uzun süredir karşılıklı etkileşim ve parti içi-dışı bir cepheleşme yaratan bu kesimlerin politikalarında ana hat kimlik politikası, anayasa-sözleşme odaklı sivilleşme-şeffaflaşma söylemleri ve federal Kıbrıs sloganıdır. Bu vesile ile parti feminizme açıldı. Hem parti dışında kalan feminist muhalefet soğrulacaktı hem de parti içi-dışı entelektüelleri ayrımı kalmayacaktı.
Bir feminist milletvekilleri vardı artık birkaç da anayasacı liberalleri. Sözleşmelerle, yasalarla, şeffaflıkla işleyen bir düzene geçilecekti. Partiye yedekledikleri anayasacı liberal Tufan Erhürman’ın demesine göre de 100 sayfalık anayasa değişiklik taslağı hazırladılar. Artık KKTC sonsuza dek yaşayacak! Yaptıkları iş niyet(sizlik)lerini ve politik hatlarını o kadar açık gösteriyor ki: Mart’ta Kıbrıs sorunun çözümü için referandum ilan ediyorlar, başlamamış müzakerelere don biçiyorlar, sonra da dönüp Haziran’da anayasa değişikliği için referandum. Yeniden bir referandum rejimi, yani uluslararası taarruz rejimi!
Kıbrıs birleşecekse KKTC yıkılmak zorundadır. Oysa CTP’nin bu tarih sıralamasıyla gösterdiği şudur ki KKTC’den bozma bir konfederasyon hesapları var. Bu noktada mesele derinleşiyor. Yaşlılarla gençlerin birliği “ulusal sorun”da ortaya çıkıyor: UBP kurultayları döneminde Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun kurultaylara müdahale ettiğini ve “Saray darbesi” yaptığını söyleyen, Beşir Atalay’ın tehdit ve şantajlarına ses çıkarmayan CTP, o gün ‘darbeci’ ilan ettiği cumhurbaşkanı ile (Başbakan ve Dışişleri bakanı dahil) müzakereler hususunda tamamen hemfikir olduğunu birçok ağızdan ilan etti. Eroğlu dediğimiz adam Denktaş’ın ölümünden sonra Kıbrıs’ta yaşayan en büyük sosyal şovenisttir! Afrika gazetesinin 2 Ekim 2013 tarihli manşetinde işaret ettiği husus çok önemlidir ve dönüm noktasıdır: “Değişim rüzgarları esen CTP’de bir anlayış daha değişti” diyordu Şener Levent manşette: ‘ “Çözümsüzlükçü” suçlaması kalktı.’ Artık CTP soldur çünkü çözümcüdür, Eroğlu-UBP-DP sağdır çünkü çözümsüzlükçüdür teranesi tarihin çöplüğüne gitmiştir. Topu birden ulusal ve uluslararası burjuvazinin hizmetkârıdır!
Detaydır, ama Eroğlu hususunda bir noktaya daha dikkat çekmek gerekiyor: Bugün Eroğlu ile tamamen hemfikir olduğunu ilan eden bu partinin ağır toplarından Sonay Adem 23 Mayıs 2013’te meclis kürsüsünden Afrika gazetesini kastederek şunları söyleyecekti: “İcazetsiz ibaresiyle yayınlanan mavi bir gazete var. Bunun Eroğlu’na çalıştığını herkes biliyor… Anam avradım olsun, CTP başa gelir da hesap sormazsak…”
Evet, CTP’nin çizgisi budur. Sizin “otoriter babalar”ınız özgürlükçü olsa ne yazar ey genç liberaller!
Bıyıklar ve Dinazorlar
Kıbrıs’taki mücadelenin arka planı üretim alanına yatırım yapmayan burjuvazinin tefecilik yaparak sermayesini merkezileştirmesi. Emperyalizm bir sistem olarak bankaların ve tekellerin diktatörlüğü şeklinde oluşmaya başlarken postanelerin “para havalesi” için kullanılmasını ortadan kaldırmıştır. Bankanın işine karışılmaz çünkü. Tefeciler de bugün Kıbrıs’ta bankaların işine karışıyor. En yalın hali ile bütün mücadelenin arkasında bu yatmaktadır.
Mücadelenin bıyıklılar ve bıyıksızlar arasında olduğu eskilerin çıkardığı yenilerinse üzerine atladığı bir yanılsama. Mücadele liberal burjuvazinin taleplerinin nasıl karşılanabileceği ve diğer sınıf dengelerinin nasıl rayına oturtulacağı yönünde şekilleniyor. Bir tarafın yöntemi -kendi deyişleriyle- “muhafazakâr otoriter” diğer tarafsa “özgürlükçü otoriter”. Varılacak yer aynı, yöntem farklı. Kavga, rejimi ayakta tutmak için nasıl bir politika güdülmesi yönünde. Tabii ki farklı sınıf fraksiyonlarının hassasiyetleri öne çıkıyor. Ama kavganın bıyıklı-bıyıksız kavgası olmadığı, bıyıklıların partinin birliği için -şimdilik- aday çıkarmaması ve bıyıksızların partinin birliği için tahmini olarak üç aday çıkarması ile gözler önüne seriliyor. Adaylığı muhtemel olan genel sekreter Asım Akansoy, aynı babası partiden kovularak atılan Birikim Özgür gibi “büyüdüğü partiyi özlediği”ni söylüyor. Boşuna CTP’de kast sistemi var demiyoruz. Ve hesaplaşma kast sistemi içerisinde kalamayacak kadar bütün toplum ve sınıflar sathına yayılmış durumda.
Bu fraksiyon mücadelesindeki görünmez el Talat’ın elidir. Talat’tan rahatsız olanlar soyut bir demokrasi algısı üzerinden rahatsız oluyorlar. Talat’tan rahatsız olmak demek emperyalizme ve TC sömürgeciliğine öfke duymak demektir. Talat milli hisleri kabartmaya çalışırken öküze özenen kurbağa gibi sosyal şovenizmden çatlayan ve Volkan gazetesinin en sevdiği manşet malzemesine dönüşen eski bir sosyal yurtseverin dönüştüğü sosyal şovenizm bayrağıdır. Talat’la hesaplaşmak CTP’nin doğasına aykırıdır. Ya Talat’ın eline tahammül edeceksiniz ya da o eli kesip atacaksınız!
Üçüncü büyük depresyonla birlikte borç krizi tefecilerin daha da palazlanmasını sağlamıştır. Yerli tefecilerle TC finans kapitalinin kesişme noktası da liberal burjuvazi. Düğümde düğüm yani… Böyle bir ortamda bugün hâlâ devrimci ve solcu olduğunu iddia eden CTP’nin ağır toplarından Ferdi Sabit Soyer partideki “bıyıklıların ötekileştirildiğini” söylüyorsa, bıyıklılara “dinazor” dendiği için alınıyorsa, bu siyasetin soytarılaştırılmasıdır. Sonra da dönüp “Filmin sonu Jurassic Park olmasın” diyor. Sınıf mücadelelerini soytarılığın gölgesine gizlemekse CTP’lilerin yaptığı en iyi iştir! Ya babalarının arkasına gizliyorlar sınıf mücadelesini ya da soytarılıklarının!
Yeniler-eskiler politikayı öyle bir kılığa soktular ki, parti toplantılarında, demeçlerde ve özellikle sosyal medyada “adamcılık”, “abicilik”, “başkancılık”, “dedikoduculuk” ve “gombinacılık” –birinin arkasından iş çevirme- olarak anıyorlar fraksiyon/hizip mücadelesi şekline bürünen ideolojik mücadeleyi, yani sınıf mücadelesinin ta kendisini. Toplumda “abuk sabuk” da olsa her fikir bir sınıfa veya sınıf fraksiyonuna yaslanır. Kökleri havada değildir, bir maddi temelin kafatasına kök salar. “Otoriter baba figürü” olarak Ferdi Sabit Soyer fikri bile taban bulabiliyorsa, küçük burjuvazinin kafa karışıklığına yaslandığı içindir. Siz sınıfları inkâr etseniz de onlar sizi inkar etmiyor! “... Parti başkanı ile MYK ve parti meclisi arasında sürekli gerilim ve gerginlik var. Bu, göz ardı edilemez. Sorunlar öteleniyor, geciktiriliyor... Parti içinde ciddi sıkıntı ve kamplaşmalar da var... Bunları göz ardı ederek bu parti yönetilemez... Partinin bölünmesi gerektiğine kadar giden konuşmalar var...” diyen Asım Akansoy “otoriter baba”dan farklı meselelere işaret ediyor. Sonra da dönüp Yorgancıoğlu’ndan sürekli “abim” diye bahsederken, “birlik ve beraberlik”ten bahsedip sonra da “abicilik” adı altında biat kültürü üretildiğini ve “muhafazakar otoriterlik” olduğunu söylüyorlar. Çünkü hem abilerine hem de sömürgeciye biat ediyorlar!
Ferdi Sabit “1985’te de bir rapor yayınlandı, o zaman kimse kendi arasında kapının önünde bile konuşmamıştı” diyor. Yıl 1985 ise hâlâ Moskova vardır: CTP politikalarını Brüksel, Londra, Washington, Tel Aviv, Ankara arasındaki dengelere bakarak üretmek yerine tek bir kâbeye tapınıyordu. Bugün durum hayli farklı… CTP emperyalizmle organik ilişkisini derinleştirdikçe kâbeler çoğaldı, çelişkiler derinleşti, parti raporları, ses kayıtları sızmaya başladı ve hâlâ Ferdi bey devrimci olduğunu sanıyor. Devrimcilik bıyıkta değil sınıf pratiğindedir efendi!