İran Batı ile anlaştı, Sıfır Ahmet Paşa yine ayazda!
Kasım sonunda bütün dünya Birleşmiş Milletler’i temsil eden 5+1 grubu ile İran arasında nükleer silah üretimi iddiası çevresinde yıllardır sürmekte olan anlaşmazlık konusunda Cenevre’de yapılan görüşmeler, hiç beklenmedik bir şekilde sorunu altı ay boyunca donduran ve diplomatik bir çözüme kapı açan bir anlaşma ile sonuçlandı. Anlaşma aslında yalnızca bir ateşkes gibi görülmeli: Nihai çözümün ne olacağı henüz belli değil. Hatta tarafların niyetleri bile.
Irak’ta Saddam’ın temizlenmesinden sonra İran’ı stratejik hedef olarak gören İsrail ve Ortadoğu çapında bir mezhep savaşı aracılığıyla İran’ı yenilgiye uğratmayı uman Suudi Arabistan mutsuzluklarını her biri kendine özgü yöntemlerle dile getirdi. Ne var ki, gericilik cephesinin en keskin temsilcilerinin rahatsızlığı, anlaşmanın Ortadoğu işçi sınıfı açısından sevinilecek bir şey olduğu anlamına gelmiyor. İran’ın bu noktaya gelmesinin ardında ambargonun İran ekonomisini ciddi biçimde darboğaza sokmasının olduğu hemen hemen kesin. İran’ın petrol üretimi 2006’da günde 4,3 milyon varil iken 2012’de 3,2 milyon varile düşmüş durumda. Yaklaşık yüzde 25 bir üretim kaybı! Bunun sonucunda yıl içinde riyalin dolar karşısında nasıl tepe taklak düştüğü hatırlardadır. Yeni seçilen başkan Hasan Ruhani’nin ve onun ardında duran (başkanlık yarışına girmesi bu seçim öncesinde veto edilmiş, daha önce 8 yıl başkanlık, 8 yıl meclis başkanlığı yapmış olan) güçlü adam Haşimi Rafsanjani’nin yumuşama siyasetinde önemli bir rol oynamış olduğuna kuşku yok. Ama ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin İran yetkilileri ile eski başkan Mahmud Ahmedinejad döneminde bile gizli görüşmelere başlamış olduğu da açıklandı.
İran’ın ambargonun ekonomik etkileri dolayısıyla yumuşaması, emperyalist blok karşısında geri adım atması anlamına gelebilir. Bu, mantıksal sonucuna götürüldüğünde emperyalizmin kimin nükleer silaha sahip olacağına (örneğin yeni müttefiki Hindistan), kimin olmayacağına (örneğin İran) karar verebilmesi anlamına gelir. İsrail ve Suudi Arabistan’ın çıkarttıkları gürültü, Cenevre anlaşmasının İran’ın nükleer silahlanmasına kapı açtığını göstermez zorunlu olarak. Bu iki ülke İran’ın bir askeri yenilgiye uğratılmasını ve/veya rejim değişikliği gerçekleştirilmesini istiyor. Yani aslında İran’a karşı savaş için en öenmli mazeretlerini yitirmekte oldukları için kızgın olabilirler. Öyleyse, ana gericilik odakları üzerinde yarattığı etkiler ne olursa olsun, Cenevre anlaşmasına devrimci entrnasyonalizm açısından temkinli yaklaşmak gerekir. Proleter enternasyonalizmi açısından, İsrail gibi gericilik yuvası ve emperyalizmin Ortadoğu’daki baş müttefiki bir ülkenin nükleer silahı varken İran’ın nükleer silah edinmesine karşı çıkmak bütünüyle yanlış bir tavırdır. Öyleyse, İran teslim olduysa, bu emperyalizmin ve Siyonizmin hanesine yazılacak bir artı olacaktır.
Ancak İran rejimi konusunda çok temkinli konuşmak gerekir. Bir kere, bütün rejimin kilit adamı Ayetullah Hameney’in tavrı henüz açık seçik belli değildir. Rejimin çeşitli odakları arasındaki güç dengeleri dolayısıyla bu anlaşma yolu bir süre sonra terk edilebilir. İkincisi, Ruhani yönetimi dahi aslında ambargonun etkilerini bir süre için hafifletmek veya başka manevralar yapmak üzere sadece zaman kazanmaya çalışıyor olabilir. Dolayısıyla, “Ortadoğu’ya barış geliyor” havasına girmek büyük yanlış olur.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi açıkta kaldı!
Ahmet Davutoğlu, namı diger Sıfır Ahmet Paşa Cenevre anlaşması imzalanınca kuyruğu dik tutmak için hemen birkaç yıl önce Birleşmiş Milletler’de (BM) ABD’nin öncülüğünü yaptığı ambargonun kapsamının genişletilmesi oylamasında Türkiye’nin Brezilya ile birlikte karşı tavır almış olduğunu hatırlattı. “Bizim dediğimize geldiler” demeye getiriyor. Ama bir şeyi unutuyor: BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan o oylama milattan öncesine ait! Yani Suriye savaşı henüz başlamamıştı. Suriye savaşı başlayalı beri, Tayyip Erdoğan hükümeti Sünni cephede Vahhabiliğin fedailiğine soyunmuş durumda. Türkiye-İran ilişkileri zaman zaman son derecede sertleşen bir gelişme gösteriyor o zamandan beri. Nedenini artık herkes biliyor. Suriye’de Esad rejimi İran’ın Ortadoğu ittifaklar zincirinde (Irak’ta hâkim Şii ağırlıklı hükümet, Lübnan’da Hizbullah, kısmen ve son yıllarda çelişkili biçimde Filistin’de Hamas) kilit güç. Kilit, çünkü o çökerse Lübnan Hizbullah’ı da çok ağır darbe yer. Denebilir ki, Suriye iç savaşı kendi içinde taşıdığı önemin ötesinde esas Sünni-Şii mücadelesi açısından önemlidir.
Bu doğru ise, Batı emperyalizmi İran’la anlaşmaya ulaştığı takdirde Suriye’de Esad’ı El Kaide’ye tercih eder. Yani Esad’ı devirme amacından vazgeçer. Zaten son dönemde rejim güçlerinin muhalefet karşısında elde ettiği askeri başarılar ve laik denebilecek muhalefetin İslamcı, daha da ötede El Kaide doğrultusundaki güçlere oranla sahadan neredeyse silinmesi dolayısıyla bu konuda epeyce mesafe kat edilmiştir. Esad’ın en azından bir süre, bir iktidar paylaşımı formülü çerçevesinde başta kalması çoktan gündeme girmiştir. Şimdi İran’la Cenevre anlaşması bunu kat kat kolaylaştırıyor. Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mekdad anlaşmanın hemen ertesinde İngiliz Financial Times gazetesine verdiği demeçte (26 Kasım 2013, s. 3) son derecede rahat bir tavırla Batı’nın söylediklerinin önemli olmadığını, yapacaklarının farklı olduğunu dile getiriyor.
Esad’ın Dışişleri rahatsa Erdoğan’ın Dışişleri kıvranıyor demektir. Sıfır Ahmet Paşa, dünya çapında, tarihin gördüğü en başarısız dışişleri bakanı koltuğuna çoktan aday olmuştur. Türkiye’nin Suriye politikası da toptan çöküyor! Cenevre anlaşması orta vadede Ortadoğu’ya barış getirmeyebilir dedik. Ama Suriye meselesi kısa vadede çözüm bekleyen bir sorundur. En önemli sonucu Suriye’de Esad’ın iktidarda kalması olabilir. Binlerce yıllık devlet geleneğin mirasçısı İran, Cenevre manevrasını salt bu yüzden bile yapmış olabilir!
Bay bay, Davutoğlu!