İklim değişikliği (4): Liderler ve şirketler
Bu dizinin ilk yazısında iklim değişikliği olgusuna duyarlı geniş toplumsal kesimlerin, özellikle bu konuyu önemseyen gençliğin sözcülüğüne soyunanların nasıl sadece “liderler”den şikâyet edip durduğunu, sürekli olarak politikacıları göreve çağırmakla yetindiğini yazmıştık. Onu izleyen iki bölümde iklim değişikliği ile mücadelenin aslında farklı çıkarların çatışmasına yol açtığını anlatmak için zengin emperyalist ülkelerin yoksul ülkelerden çok daha büyük bir sorumluluğa sahip olduğunu, dolayısıyla çok daha büyük bir bedel ödemeleri gerektiğini ortaya koyduk. Şimdi sıra bu zengin ülkelerin politikalarını kimlerin nasıl belirlediğini, bu politikaları belirleyen “liderler”in kimin sözcüsü olduğunu anlamaya ve anlatmaya geldi.
Glasgow’da gündüz resmî görüşmeler, akşam kokteyl sefası
“COP 26 platformunu şirket yöneticilerinden ve lobi kuruluşlarının sorumlularından oluşan bir ordu istila etmişti; akşamları hükümet yetkilileri bunların verdiği kokteyllerde eğleniyordu. Kameralar resmî konuşmalar üzerinde odaklanırken, asıl iş bu akşam partilerinde ve özel görüşmelerde yürütülüyordu. COP 26’da masaya getirilen önerilerin çoğunu biçimlendiren, iklim felaketi konusunda en yüksek sorumluluğa sahip olanların ta kendisi oluyordu. Bu arada, iklim aktivistleri, zirvenin düzenlendiği İskoçya İletişim Yerleşkesi Merkezi’nden uzak bir noktadan mümkün olduğu kadar yüksek sesle olaylara müdahale etmeye çalışıyordu.”
COP 26’ya resmî delegasyonlar dışında, iklim sorununu çözmek için en uygun yöntemlerle müdahale etmek amacıyla düzenlenen çeper toplantılarına katılmak üzere davet edilen Hindistanlı bir Marksist aydın, Vijay Prashad konferansta yaşananları işte böyle tasvir ediyor. Daha şimdiden okurumuzun “liderlerimiz”in iklim değişikliği mücadelesini neden tutarlı, ısrarlı ve sonuç alıcı şekilde sürdüremediği konusunda epeyce güçlü bir koku almış olduğunu tahmin ediyoruz. İklim değişikliği konusunda baştan itibaren sözünü ettiğimiz “küçük çocuk korosu” tonunun hesaba katmadığı, katıyor olsa bile hiç sözünü etmediği olgu ile yüzleşmeye başlıyoruz. “Liderlerimiz” aslında bazı çok güçlü başka oyuncuların yönlendirmesi altında hareket etmektedir. Kimdir bunlar? Daha genel olarak iklim değişikliği karşısında tutumları nedir?
“Climate leaks”: Hükümetler ve şirketler bilimin bulgularına karşı mücadelede
Sosyalist İtalyan gazetesi Il Manifesto COP 26 öncesinde ve sırasında emperyalist ülke şirketlerinin ve hükümetlerinin iklim değişikliği konusunda alınacak önlemleri engellemek için nasıl çalıştığına ilişkin bir dizi haber yaptı, belge açıkladı. Bunların en önemlisi Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC - İklim Değişikliği Konusunda Devletler Arası Komite) adını taşıyan ve çalışmalarına bütün dünyada güven duyulan bilim insanlarından oluşan kurulun Glasgow’un hemen öncesinde yayınlanan raporunu etkileme çabalarına ilişkin haberdi. Greenpeace’in araştırma platformu olan Unearthed adlı kuruluşa sızdırılan belgelere göre, devletler ve şirketler, IPCC’nin bilimsel bulgularını yumuşatmaya ve fosil yakıtlar konusundaki ısrarlı kısıtlama önerilerini gevşetmeye çalışan 32 bin ayrı yorum yoluyla Komite’nin çalışmasına müdahale etmeye çalışmıştı.
Gazete bir başka haberinde şöyle yazıyordu: ”COP 26’ya birkaç gün kala gezegeni en çok kirletenler arasında yer alan 15 ülkenin iklim konusunda bilim insanlarının raporunu sulandırmaya çalıştığı ortaya çıktı.” Müdahale eden ülkeler arasında ise Avustralya, Japonya ve (elbette!) Suudi Arabistan yer alıyordu. Aynı gazete COP 26 devam ederken ise “Suudi Arabistan zirveyi sabote etmeye çalışıyor” başlığı altında “Petrol ülkesinin kalabalık delegasyonu müzakereleri etkilemek için her şeyi yapıyor” diyordu.
Üniversite satın almak, inkâr, sahtekârlık
Bu faaliyetler, konferans kararlarını etkilemekten daha derinde bilimin bulgularını değiştirmeye çalışmaya kadar bir yelpazeye yayılıyor. Ama ya bilimi petrol şirketlerinin kendisi yapmaya başlarsa?
Fransa’da Ecole Polytechnique adını taşıyan, mühendislik eğitimi alanında çok iddialı bir üniversite vardır. Fransa’nın dünya devleri arasında yer alan petrol şirketi Total’in Genel Müdürü bu üniversitenin Yönetim Kurulu’na seçiliyor. Bu şahıs okulun bünyesinde TotalEnergies şirketi adına bir araştırma merkezi kurdurmuş. Total’in Genel Müdürü olduğu için Yönetim Kurulu’na seçilen birinin böyle bir merkez kurdurabilmesi, şirketin parasıyla bir kamu üniversitesinin bir bölümünü satın almasından başka bir anlam taşımıyor. Bu merkezde yapılan “araştırmalar”ın ne tür sonuç vereceği Total’in başka faaliyetlerinden kolayca anlaşılabilir. Total’in iklim değişikliği konusundaki marifetlerini Fransa’nın güçlü haberciliğiyle öne çıkan Le Monde gazetesindeki bir yazıdan izleyebiliriz:
“ExxonMobil, BP ve Shell’in, ciddiyetinden gayet iyi haberdar oldukları iklim değişikliğini uzun süre inkâr etmiş oldukları zaten biliniyordu. Amerika’nın, Britanya’nın ve İngiliz-Hollanda ortaklığı bu petrol devlerinin milyarlarca dolar harcayarak yalan haber yaydıkları, iklim değişikliği konusunda kuşku yayan bilimcileri finanse ettikleri biliniyordu. Sera etkisi yapan gazların salımının azaltılması yolundaki her türlü politikayı sistematik olarak engelledikleri biliniyordu. Şimdi de, iki tarihçi ile bir sosyologun Global Environmental Change adlı bilimsel dergide 20 Ekim Çarşamba günü yayınladıkları bir araştırma, Fransa’nın fosil yakıt alanındaki yıldızı Total’i, altından kalkamayacağı bir suçlamayla karşı karşıya bırakıyor.
“Bu araştırmaya göre, bu petrol devi, daha 1971’den itibaren, yani geniş kamuoyunun bu konuya aşina hale gelmesinden çok daha önce, ürünlerinin iklimin ısınması açısından var olan “felaket potansiyeli”nden haberdarmış. Bu konuda kesin bilgiler edindikten sonra söz konusu işletme, her şeye rağmen, uzun yılla boyunca iklim değişikliği gerçeği konusunda kuşku yaratmak, gittikçe daha çok fosil yakıt çıkarabilmek amacıyla bu konuda tedbir alınmasını engellemek yolunda elinden geleni yapmış.
“1968’den 2021’e kadar geçen sürede petrol devi önce bu konuda aydınlanmadan inkâra, oradan da bilimsel mutabakata saldırıya ve nihayet iklim değişikliğine karşı mücadelenin saptırılmasına ve geciktirilmesine yönelik adımlara geçmiş. Bütün bunlar ‘cehalet imalatı’ denecek farklı yöntemler.”
Tabii, minare kılıfa sığmamaya başlayınca, fosil yakıt salımına ağır katkıda bulunan şirketler de kendilerini sureti haktan yana göstermeye başlıyor. Total de dâhil, petrol şirketlerinin çoğu son yıllarda bu yüzden sera gazı salımı yaratan faaliyet alanlarından uzaklaşma, yenilenebilir enerji konusunda yatırımlar yapma taahhütlerine girişiyor. ClientEarth adlı bir İngiliz kuruluşu petrol devlerinin reklamlarında yaptıkları “karbonsuzlaştırma” ve “yeşil enerji”ye geçme vaadleri ile şirketlerin faaliyet raporlarında görülen gerçek yatırımlarını karşılaştırıyor: Araştırmacı kuruluşun vardığı sonuç, petrol şirketlerinin halkı aldatmak için düpedüz yalan söyledikleri!
Sıfır karbon iddiası
Bilindiği gibi, karbon salımını asgariye indirme ve giderek sıfırlama çabası çerçevesinde karbon salımlarının yanı sıra atmosfere salınmış olan karbonun giderilmesi de hesaba katılmakta, salınan karbon ile salınmış karbonun telafisi birbirine eşitlendiğinde net sıfır karbondan söz edilmektedir. Karbon salımı zaten kolayca anlaşılabilecek bir kavramdır. Atmosferden karbon giderilmesi ise en kolay ormanlaşma yoluyla karbonun emilmesinin sağlanması süreci yoluyla anlaşılabilir.
Karbon salımının yüksek olduğu sektörlerde faaliyet yürüten şirketlerin “sıfır karbon” salımına yol açma yolunda oldukları, yani “karbon nötr” hale gelmekte oldukları konusunda iddialarda bulundukları biliniyor. Genellikle bilimsel itibarı çok yüksek olarak kabul edilen IPCC (İklim Değişikliği Konusunda Devletler Arası Komite), “karbon nötr” kavramının sadece gezegen çapında geçerli olduğunu, ülkeler düzeyinde de bir biçimde tanımlanabileceğini, ama ulusal ölçeğin daha altında, yerel ölçekte, sektörler düzeyinde, işletmeler, bireyler ya da ürünler açısından “sıfır karbon” iddiasının ileri sürülemeyeceğini açıkça belirtiyor. Buna rağmen birçok şirket kendisinin yakın veya uzak gelecekte “sıfır karbon” salımını sağlayacağını iddia ediyor. İşin garibi Fransız parlamentosu da bu ölçüyü resmî bir kriter haline getiriyor!
Burada, bir sorunun çözümü için geliştirilen bir çerçevenin, salt çıkarların sürdürülebilmesi için sorunun kendisini gizleme amacıyla kullanılmasının bir örneğini görüyoruz. Karbon salımının telafisi diye bir kavrama başvurulması, örneğin ormanların korunmasının, ağaçlandırma faaliyetlerinin sürdürülmesinin önemini gözler önüne sermek bakımından elbette anlamlı ve yararlı. Ama “net sıfır karbon” iddiasının şirket, ürün veya bireyler açısından ileri sürülmesi, çoğu zaman “nasıl olsa etkisini gidereceğim” gerekçesi altında karbon salımında bir rahatlamanın mazereti olarak kullanılabilecek bir fırsat yaratıyor. İklim değişikliği alanının en adanmış bilim insanlarından biri olan James Hansen, “net sıfır” tartışmalarını Ortaçağ’da Katolik kilisesinde geçerli olan “endüljans” uygulamasına benzetiyor. Ortaçağın yozlaşmışlığını vurgulamak için bizim ders kitaplarına da girmiş olan “endüljans” Katolik zenginlerin işledikleri günaha karşılık veren bir parayı kiliseye bağışlayarak ruhlarını “kurtarma” faaliyetine verilen addı.
Şirketlerin kendilerine “net sıfır” süsü vermeleri bu yüzden tamamen bir halkla ilişkiler operasyonudur. Yine şirketlerin iklim değişikliğine karşı mücadelenin çıkarlarıyla çelişen kısmi çıkarlarıyla yüz yüzeyiz.
Çözüm “liderlerimizi” değiştirmek
Para, çağımızda yozlaşmanın genel aracı haline gelmiştir. Paranın en kallavisini elinde tutan büyük tekelci sermaye ise kamuoyu araştırmacısından gazetecisine, bilim insanından “liderlerimiz”e hepsini satın almak bakımından en büyük olanaklara sahip toplumsal güçtür. Paranın da ötesinde, devletin, en derin anlamında hâkim sınıfın iktidarını korumakla görevli bir ilişkiler ağı üzerinde yükselen bir aygıt olduğu hatırlandığında, burjuvazinin siyasi sözcülerinin tekelci sermayenin çıkarlarını karşılarına almalarının ne kadar güç olduğu anlaşılır. Öyleyse, sermaye gezegenimizi kirleterek mahveden bir toplumsal güçse, “liderlerimiz”in neden onların hizmetkârı olmaktan bir türlü kopamadığı da anlaşılır. Doğayı kirletmekten vazgeçmeyen, sera gazlarını salarak iklim değişikliğini hızlandıran büyük tekelci sermaye bundan kâr ettikçe, burjuva devletinin yöneticisi olan “liderlerimiz”in iklim değişikliğini durdurma ve önleme çabaları daima kısıtlı, kısmi, ürkek, ikircikli olacaktır.
İklim değişikliğini durdurmak, gezegenimizin olası mahvını engellemek için ne gerektiği anlaşılmış olmalıdır: İşçi sınıfı ile emekçi sınıflardan ve ezilenlerden onun müttefiki olmaya aday katmanlar bugünün çözüm sağlayamayan “liderlerimiz”in yerine, sermayenin yalanına, talanına, inkârına, saptırmasına, uyduruk taahhütlerine, aldatmacalarına değil işçi ve emekçilerin taleplerine kulak veren önderlikler getirmelidir. Başka sayısız sorun gibi iklim krizi de ancak işçi sınıfının siyasi önderliği altında çözülecektir.