Emevi Camii’nde namaz başka bahara!
15 Mart 2015, Suriye iç savaşının ve iç savaş öncesinde yaşanan halk ayaklanmasının dördüncü yılının dolduğu tarih. Yaşananların ülkede dehşet verici bir hasar yarattığı açık. Bu dört yıl içinde ölü sayısı 200 ila 300 bin arasında veriliyor. 3 milyon insanın başka ülkelerde mülteci ve sığınmacı olarak bulunduğu, 6 milyonun ise kendi ülkesinde yerinden yurdundan edilmiş olduğu belirtiliyor. Toplam nüfusu 23 milyon olan bir ülkede bu rakamlar sorunun dudak uçurtucu boyutlara ulaştığını gösteriyor. İnsani felaketin dışında kentlerde yaşanan yıkım ve ekonomik hayatın altüst olması da iç savaşın ülkeyi nasıl sarstığını gösteren başka göstergeler.
Bu durumun sorumlusu hiç gizlenmemeli: bir yandan, başta ABD ve eski sömürgeci güç Fransa olmak üzere emperyalizm; bir yandan da son yıllarda Ortadoğu’da bütün politikalarını bir mezhep savaşını kışkırtmak üzere kuran, Sünni dünyasını Şiiliğe ve Aleviliğe karşı savaşa iten Suudi Arabistan, Katar ve onların yeni müttefiki AKP-Erdoğan Türkiye’si!
Devrimden gerici iç savaşa
Suriye’deki büyük toplumsal çalkantı, 15 Mart 2011’de yoksul halkın ekonomik ve demokratik taleplerle sokaklara çıkmasıyla başladı. Arap dünyasında Tunus ve Mısır devrimlerinin kışkırttığı genel bir seferberliğin en ileri gittiği ülkelerden biriydi o aşamada Suriye. Esad yönetimi devrimci ayaklanmayı gaddarca bastırmaya girişti.
Her Arap ülkesinin uluslararası alanda ayrı bir konumu var. Suriye’nin özelliği İsrail’in oldukça dişli bir komşusu olmasıdır. Tayyip Erdoğan’ın başa geldiği ilk yılları Beşar Esad’ı İsrail’le barıştırma çabasıyla geçti. Esad o aşamada “kardeş”i ve aile dostu oldu. 2008 sonunda bu operasyon epeyce ilerlemişken İsrail Gazze’ye saldırınca bütün proje suya düştü!
İki yıl sonra Suriye’deki bu çalkantıyı ABD, Arap gericiliği ve Türkiye, Suriye’yi yola getirme ve İran’dan koparma yönünde kullanmaya çalıştılar. Amaç hep aynı kaldı ama yöntem değişti. İlk aşamada Türkiye Esad’ı desteklemeye devam etti, ondan İran ve İsrail konusunda olsun, kitle hareketine ilişkin olsun bazı tavizler koparmaya çalıştı. Bu aşama altı ay sürdü. Bu basıncın işe yaramadığını görünce AKP hükümeti tavır değiştirdi. Suriye’deki kargaşayı, Esad’ı sıkıştırma fırsatı olmaktan farklı olarak Esad’ı devirme ve yerine Sünni bir yönetim, tercihen bir İhvan-ı Müslimin yönetimi kurma yolunda kullanmaya karar verdi. ABD’nin ve Suudi Arabistan’ın parası ve desteği ile Özgür Suriye Ordusu’nu ve adı devamlı değişen bir dizi ulusal konseyi kurdurttu.
2012 yılı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun kısa süre içinde Suriye’yi ele geçirme planları yaptığı yıl oldu. Eylül 2012’de Erdoğan şöyle diyordu: “İnşallah en kısa zamanda Şam’a gidecek, kardeşlerimizle kucaklaşacağız. Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında fatiha okuyacak, Emevi Camii’nde namazımızı kılacağız.” O zamandan bu yana tam iki buçuk yıl geçti. Emevi Camii’nde namaz kılmak Erdoğan’ın içinde bir ukde olarak kaldı! 2013 Haziran’ında Gezi oldu, az kaldı Erdoğan devriliyordu, Esad ayaktaydı!
İki yeni devlet adayı
Başta İhvan bu güçler arasında öncelik taşıyordu. Ama zamanla el elden üstün çıktı. El Kaide’nin Suriye kolu olarak Nusra Cephesi öne çıktı. Onun içinden de (Irak’ta El Kaide örgütü ile birleşerek güçlenen) Irak ve Şam İslam Devleti (Arapça kısaltmasıyla DAİŞ). DAİŞ’in Suriye ve Irak topraklarının belirli bölümlerinde bir İslam Devleti ilan ettiği, lideri Bağdadi’nin kendini halife ilan ettiği malûm. AKP hükümeti baştan itibaren bu Sünni iç savaş aygıtına, bu zalim ve vahşi örgüte dostu gibi davrandı. Bugün bile ilişikleri dostane gidiyor.
Suriye’nin yaşadığı iç savaş aynı zamanda Suriye Kürtlerinin de özgürleşmeye doğru bir atılımının ortamını yarattı. Savaşın yarattığı iktidar boşluğu Rojava’nın 2012 Temmuz’unda özerkleşmesine ve 2014 Ocak ayında üç kanton halinde kurulmasına olanak doğurdu.
İki yeni devlet adayı, DAİŞ denen tekfirci çetenin saldırısı ile Kobani’de savaşa tutuştular. Tayyip Erdoğan DAİŞ’i tuttu ama kazanan Kobani (Kobanê) oldu!
Emperyalistlere, mezhepçilere, tekfircilere geçit yok!
Suriye kanayan bir yara haline gelmiş durumda. Savaşan taraflar arasında nasıl bir çözüm bulunabilecek belli değil. Ama proletarya enternasyonalizminin amacı, emperyalizmi, mezhepçiliği ve tekfirciliği yenilgiye uğratmak olmalı. Mezhep savaşının panzehiri, işçi ve köylülerin başka ülkelerden işçi ve köylüleri kucaklamasıdır. Gelecek kan ve zulüm olmayacaksa ancak böyle kurulur.