Atina güncesi (1): Tarihin soluğunu duymak
Şeylerin görünüşü ile asıl gerçek yüzü çoğu zaman farklıdır. Türkiyeli devrimci Marksistlerin 2015 yılının Temmuz ayının ikinci yarısında, 5 Temmuz referandumunun ve Çipras hükümetinin bunu izleyen yüz kızartıcı teslimiyetinin hemen ardından, tarihi aylar önce belirlenmiş bir uluslararası konferans için, daha somut söyleyelim bir devrimci enternasyonalist konferans için Atina’ya gelmesi talihin mükemmel bir cilvesi, tuhaf bir şans gibi görünebilir. Öyledir de. RedMed (Kızıl Akdeniz) internet ağı, Kristiyan Rakovski Balkan Sosyalist Merkezi ve Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluş Koordinasyonu (DEYK-CRFI) Avrupa ve Ortadoğu partilerinin birlikte düzenlediği Üçüncü Avrupa-Akdeniz Konferansı için Atina’ya gelen Devrimci İşçi Partisi temsilcilerinden ve Devrimci Marksizm dergisi Yayın Kurulu üyelerinden oluşan delegasyon olarak bizler, şu anda Atina’da bulunduğumuz için, hiç kuşku yok, somut anın sağladığı muhteşem bir olanakla karşılaşmış talihli insanlarız. Ama talih başka, rastlantı başka. Bu bir rastlantı mı?
Yukarıda belirttik. Dört kişilik bir delegasyon olarak katılmakta olduğumuz ve 18 Temmuz 2015 Cumartesi akşamüstü açılış oturumu yapılan konferans Avrupa-Akdeniz Konferans’larının üçüncüsü. Bu konferans çok talihli bir anda toplanıyor, ama ilk ikisi de bununla karşılaştırılabilecek kadar talihli idi. İlk Konferans 6-8 Haziran 2013 tarihleri arasında toplanmıştı. Bir şey hatırlatıyor mu size bu tarihler? Gezi ile başlayan halk isyanının tam orta yerinde, komşu Yunanistan’da toplanan bir konferansta Türkiye’ye özel bir oturum ayrılmıştı; biz de dâhil Türkiye’den katılan delegasyon, sendikacısıyla, teorik dergi yöneticisiyle, devrimci parti temsilcisiyle, bütün Avrupa’nın, hatta dünyanın dikkati Türkiye üzerine toplanmışken geniş bir uluslararası katılımcılar topluluğuna bu tarihi olayların arkasında yatan dinamikleri anlatmıştık. Avrupa-Akdeniz Konferans’larından ilki, 2011’den beri günümüz dünyasına damgasını vuran halk isyanları ve devrimlerin seçkin örneklerinden birinin tam orta yerinde toplanmış oluyordu.
Sonra 31 Mart-1 Nisan 2014 tarihinde İkinci Konferans toplandı. O konferans da çok talihliydi. Çünkü içinde yaşadığımız çağın ana özelliklerinden bir başkası olan emperyalizmin, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Çin’in kapitalistleşmesi ve yükselişi bağlamında azgınlaşan dünyayı yeniden paylaşım eğilimleri ve bu iki ülkeyi kuşatma politikasının çok canlı bir örneğini temsil eden Ukrayna Avro-Meydan olaylarının hemen ardından geliyordu. Ayrıca Avrupa çapında faşizmin yükseliş eğiliminin de sivri bir örneğiydi yaşanan olaylar. Çünkü solun bir bölümünce sempatiyle karşılanan bu darbe, has faşist ve Nazi güçleri iktidar ortağı yapıyordu.
Üçüncü konferans ise günümüzün en önemli bir başka ayırıcı özelliği olan, dünya ekonomik krizi içinde uluslararası sermayenin faturayı işçi sınıfına ve yoksul halka çıkarma çabası olan ağır kemer sıkma sorunlarının en yoğun biçimde yaşandığı bir ülkede, Yunanistan’da trajik gelişmelerin yaşandığı bir dönemde toplanıyordu.
Üç yılda (2013-2015) üç konferans, üçü de çağın ana özelliklerini temsil eden büyük tarihi olaylarla çakışıyor. Bilimde bir şeyin sırf tekrarlanması bile bir nedenselliğin, bir temel yasalılığın var olup var olmadığının sorulmasını gerektiren bir durumdur. Burada da tekrar soralım: Avrupa-Akdeniz Konferans'larının bu “talihli tarih”i bir rastlantının ürünü müdür?
Rastlantı değil!
Buna tek bir cevap verilebilir: Hayır! Bu konferansların toplanmaya başlamasının ardında bir ana fikir yatıyordu çünkü: Kapitalizm 2008 yılında yaşanan Lehman Brothers adlı Wall Street bankasının çöküşüyle birlikte tarihinin en derin krizlerinden birine, bizim ısrarla vurguladığımız gibi Üçüncü Büyük Depresyon’una girmişti. Böyle dönemlerde sınıflar arasında çatışmaların sertleşmesi, bunun siyasi akımlar, uluslararası ilişkiler, ideolojik akımlar gibi alanlarda derin sarsıntılar yaratması beklenmeliydi. Bu yüzden sınıf mücadelelerinin yükselmesi, işçi-emekçi kitlelerinin mücadelesinin koşullar uygun olduğunda keskinleşmesi, büyük kitle mücadelelerinin patlak vermesi, bunun karşı kutbunda faşizmin başını bir kez daha kaldırması, savaş eğilimlerinin artması olağan sonuçlardı. Kısacası, istikrar yerini devrim ve karşı devrimin boy ölçüşmesine bırakıyordu. Böyle bir durumda, dünya işçi sınıfına ve emekçilerine devrimci bir Enternasyonal, sosyalist dünya devrimini bayrağına yazacak bir dünya partisi gerekirdi. Akdeniz bölgesi, güneyindeki Arap dünyası, kuzeyindeki güney Avrupa’nın ağır bir ekonomik krizden geçmekte olan ülkeleri ve doğusunda Kürd'ü ve Filistin'lisi ile ezilen halklar ortamı, Türkiye’den İran’a, Suriye’den Irak’a kriz ve savaş yuvalarıyla Ortadoğu’su ile dünya devrimci sarsıntısının merkezi idi. Bu konferansların düzenleyicilerinden biri olan RedMed, yani Kızıl Akdeniz adını taşıyan bir enternasyonalist sitenin 2013 başından itibaren yayına geçmesi bile bu kavrayışın bir ürünüydü.
Bu konferanslar, bu fikrin bir sonucudur; Avrupa’nın ve Arap dünyasının dev sarsıntılara açık bir coğrafya olduğu fikrinin. O zaman her bir konferansın tarihi bir olayla çakışmasını rastlantı olarak niteleyebilir miyiz? Görünüşte “talihin cilvesi” olan şey burada aktif öznelerin erkenden kavradığı bir tarihsel eğilimin neredeyse kaçınılmaz sonuçları değil midir? Yasalı bir belirlenime tâbi olan, ama son somut haline nesnel faktörlerle, öznel bilinç ve iradenin etkileşimi sonucunda bürünen tarih, yasalarına vakıf olamayanlara çoğu zaman şaşırtıcı rastlantısallıklardan örülmüş gibi görünür. Ama bilimsel analiz yoluyla kavranabilecek her alan gibi toplumsal tarih de onu anlamak için gerekli araçlara sahip olanlara sırlarını açar ve rastlantı görünüşünün ardındaki yasalı belirlenimi ortaya koyar. Ne mutlu bize ki, toplumun gizlerini ortaya çıkartan Marksizme sahibiz.
Ayrıcalık
Bütün bunları söyledikten sonra, bugün bir haftalığına da olsa Atina’da olmak ne büyük ayrıcalık! Bu kentin Taksim meydanı olarak görebileceğimiz Sindagma meydanında 3 Temmuz günü referandumdan hemen önce, “Oxi” (Hayır) lehine Yunanistan’ın on yıllardır gördüğü en büyük kitle gösterisine tanık oldu. Aynı meydanda 5 Temmuz günü “Oxi”nin yüzde 62’si ile kitlelerin AB despotları karşısında zaferini ilan eden referandumdan sonra büyük bir kutlama yapıldı. 15 Temmuz günü, Çipras’ın bu “Oxi” oylarına ihanet ederek AB’ye ve İMF’ye teslim olmasını protesto için Yunanistan’ın KESK’i ADEDY tarafından düzenlenen sektörel genel grev sırasında on binler Sindagma’da toplandı, “Oxi”ye sahip çıktı, Çipras’ı ve Syriza hükümetini eleştirdi. “Sosyalist” Syriza hükümeti, yönetimindeki polisi aynen burjuva hükümetlerinin polisi gibi halka gazla, copla saldırdı, sendikacıları ve sosyalistleri tutukladı. Tarihi bir anda komşumuzun başkentinde bulunuyoruz. Ne güzel!
Bu talihli anlarımızda öğrendiklerimizi sizlerle bir günce aracılığıyla paylaşmaya bunun için karar verdik. Bu güncenin ikincisinde buluşmak üzere.