ABD: Fırtına öncesi sessizlik

Sungur Savran / ABD: Fırtına öncesi sessizlik

Parlamenter budalalık, talihsiz kurbanlarında, tarihte ve gelecekte tüm dünyanın, kendilerinin de üyesi olma onurunu taşıdıkları belirli temsil organlarındaki oy çoğunluğu tarafından yönetilip belirlendiğine ve meclis duvarları dışında olup biten savaşlar, devrimler vb. bütün her şeyin, o anda yüce meclislerinin gündemini işgal eden önemli konu her ne ise, bununla alakalı kıyas kabul etmez olaylarla karşılaştırıldığında bir hiç olduğuna cidden inanmak şeklinde kendini gösteren bir bozukluktur.

Friedrich Engels, Almanya'da Devrim ve Karşı Devrim (1851-52)

200. doğum yıldönümünde Friedrich Engels’e saygıyla

 

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki seçimlerde öngörüler bir kez daha tepe taklak oldu. Biden’ın 10 yüzde puanı önde olduğunu söyleyenler bir kez daha büyük bir farkla yanıldıklarını anladılar. Bu satırlar yazılırken iki adayın halktan aldığı toplam oy sayısı yaklaşık olarak Biden için 77 milyon, Trump için 72 milyon idi. Hesabını yaparsanız göreceksiniz ki Biden oyların % 51,5’ini almış, Trump ise % 48,5’ini. (Önemsiz oy alan üçüncü adayları görmezlikten geliyoruz.) Aradaki fark sadece yüzde 3. 10 puan nerede, 3 puan nerede?

2016’da Hillary Clinton 66 milyon, Trump 63 milyon oy almıştı. Yüzdeleri hesaplarsak Clinton % 51, Trump % 49 almış demek ki. (Yine üçüncü adayları hesaba katmıyoruz.) Burada da fark 2 yüzde puanı. Bu farkla Trump, Amerika’nın federal sisteminin özellikleri dolayısıyla seçimi kazanmıştı. Yani bu seferki fark da aslında belirli koşullar altında Trump’ın zafer kazanmasına engel olamayabilirdi. Bu, Trump’ın üç kilit sanayi eyaletini (Pennsylvania, Michigan, Wisconsin) almasına bağlıydı. Yine aynı sonuca geliyoruz: Bütün çokbilmiş yorumcuların, kamuoyu yoklamalarından da destek alan “mavi dalga” beklentisi (Demokratların rengi mavidir, Cumhuriyetçilerin kırmızı) tuzla buz olmuştur. Seçim öngörüleri bakımından Amerikan medyası iflas etmiştir.

Peki Trump bu seçimi neden kazanamadı? Her seçimin sonuçlarını belirleyen, kimi önemli, kimi önemsiz çok sayıda faktör vardır. Bizim kanaatimiz bu seçimde tek bir faktörün öteki bütün etkenlerden çok daha büyük bir rol oynadığıdır. Şayet Koronavirüs salgını olmasaydı, Trump bu seçimi rahat rahat kazanırdı. Trump’ın Koronavirüs konusunda bütün okurlarımızın bildiğini düşünerek izah etmeyeceğimiz politikası ise onun cehaletinden ya da salaklığından kaynaklanmıyor. İşin bir yanı, kapitalizmin bu tür felaketler karşısında planlama kapasitesinin sınırlılığından geliyor. Trump Amerikası Koronavirüs’te iflas etti de Avrupa’nın “sosyal devlet” diye yüceltilen kapitalizmi çok mu başarılı oldu? Tarihi biçimlenme içinde piyasa mekanizmalarının en büyük ağırlık taşıdığı kapitalist ülke olan ABD, diğerlerinden biraz daha fazla etkilenecekti her halükârda. Amerika’nın en ilerici eyaletlerinden New York ve onun neredeyse solcu büyük kenti, hem eyalet valisi, hem şehrin belediye başkanı Demokrat Partili olduğu halde ilk dalganın merkezi oldu. İkincisi, Trump, Koronavirüsün kendisinin en büyük başarısı olarak gördüğü ekonomik canlılığı bütünüyle söndürmesine izin vermemek, hizmet ettiği kapitalistlere çıkarlarını en iyi kendisinin savunabileceğini kanıtlamak, büyük bir işsizlik dalgasının oylarını alıp götürmesine engel olmak için böyle bir politika izledi. Yani sağlıkla ekonomi arasındaki ikilem içinde debelendi ve kaybetti.

Başka şekilde söyleyelim: Koronavirüs salgını 2020’de değil 2021’de gelseydi, dünya Trump’ı ABD başkanı olarak ikinci dönemde de iktidarda bulurdu. Bu önermenin anlamını anlamayan solcularımız varsa vah onlara. Biz, Trump’ın bir faşist, bir “serseri mayın faşisti”, partisi ve milisi olmayan bir faşist olduğunu ilk günden, ta 2016’dan beri söyleyen biri olarak bugün bu beyefendinin seçim sonuçlarını geçersiz kılmaya çalışmasını hayretle karşılamıyoruz. Buna karşılık, Trump’ın 2016 zaferinin ifade ettiği derin tarihi kırılmayı sonradan da fark edemeyen, ancak 2020 ortalarında ayyuka çıkan faşizan uygulamarıyla uyanan ve bu sefer de hiçbir nüansa bakmadan faşist kavramını ağız dolusu kullanan solcuların, şayet Trump iktidarda kalsaydı bunun anlamının ne olduğunu anlayamamaları vahim bir hata olur. Başka türlü ifade edelim iddiamızı: Koronavirüs gibi olağandışı bir faktör olmasaydı, Amerikan halkı Trump gibi, faşist yönelişini açık biçimde ortaya koymuş bir canavarı yeniden ülkenin başına getirecekti. Bunun önemini anlayamıyor musunuz?

Bugün Biden seçilmiş olduğu için Trump’ın oluşturduğu tehdidin ortadan kalktığı yolunda rehavete kapılan solcular, tarih önünde sorumlu olacaklar. Bugün Biden seçilmiş olduğu için demokrasi kutlaması yapanlar, yarın Amerika’yı ve Amerika’nın dünya çapında nasıl önem taşıdığını hesaba katarsanız bütün dünyayı tehdit eden faşizm virüsünü halkın gözünden saklamış olacaklar.

Hangi aşamadayız?

Demokrat Parti’nin uslu “sosyalisti” Bernie Sanders’ın seçimden bir süre önce bir gazeteye verdiği demeç sosyal medyada “viral” olmuş, 7 milyon kez izlenmiş. Sanders demiş ki, posta yoluyla oyların çoğunu Demokrat Parti yanlıları kullanacak, dolayısıyla sandıkların açılmasından sonraki ilk saatlerde Cumhuriyetçi Parti öne geçecek. Gerisini Sanders’ın ağzından dinleyelim:

“Yani şu çok mümkün: Seçim gecesi saat 10’da Trump Michigan’ı, Pennsylvania’yı, Wisconsin’i kazanıyor durumda olabilir. Televizyona çıkıp ‘Amerikan halkı, beni yeniden seçtiğiniz için teşekkürler. Konu kapanmıştır. İyi günler’ diyebilir. Ama ertesi gün posta yoluyla verilmiş olan bütün o oylar sayılmaya başlar, o eyaletleri Biden kazanır. Tabii bu aşamada Trump der ki, ‘Gördünüz mü? Her şeyin baştan aşağıya hileye dayandığını söylememiş miydim? Posta yoluyla kullanılan oyların sahte olacağını söylemiştim. Görevimizin başındayız, hiçbir yere gitmiyoruz.’”

Sanders haklı çıktı, sosyal medyada 7 milyon kez izlenmesi bundan. Bir de biz ne demiştik, ona bakalım. Seçimin hemen öncesinde yayınlanan yazımızda, her seçimin olağan sonucu olan iki adaydan birinin kazanması olasılıklarından söz ettikten sonra da bir de “üçüncü olasılık”tan söz ediyoruz:

Üçüncü sonuç, seçimin ‘mahkemede ya da karakolda bitmesi’ olasılığı. Şayet Biden seçimi çok düşük bir farkla kazanırsa, Trump ciddi şekilde olay çıkarabilir. Bir kere, Amerika’yı kasıp kavurmakta olan Covid-19 dolayısıyla postayla oy kullananların sayısı çok yüksek olacak. Bunlar genellikle Demokratları destekleyen burjuva katmanlardan ve modern küçük burjuvaziden gelecek. Trump’ı destekleyen işçi sınıfı, kasaba halkı ve köylülerin ise posta yoluna çok daha az başvuracağı kesin. Bunun sonucu şu olacak: Sandıklar açıldığında hassas eyaletlerde Trump kazanmış görünecek, üç-beş gün sonraya kadar postadan çıkacak oylar ise buralarda Biden’ı öne geçirecek. Trump aylardır ‘posta yoluyla oy kullanma seçim hilesine yol açacak’ deyip duruyor. Yine diyecek. ‘İşte oldu’ diyecek.”

Okuyucu iki öngörüyü karşılaştırabilir.

Halkın gözü önünde yapılanlar bakımından bugün durum oradadır. Trump şimdilik tvitler yolluyor, geçmişte sık sık yaptığı gibi histeriye kapılmadan ya da abartmaya başvurmadan, sakin bir üslupla açıklamalar yapıyor ve hileli seçimlere boyun eğmeyeceğini, sanki kendinden emin bir “devlet adamı” konuşuyormuş gibi, söyleyip duruyor. Bu, kimseyi aldatmamalı. Amerika fırtınadan önceki sessizliği yaşıyor.

Seçim öncesi son yazımızdan yukarıda alıntıladığımız bölümde de görülüyor: Bizim “üçüncü sonuç” olarak adlandırdığımız seçenek seçimin “mahkemede ya da karakolda bitmesi”. Trump’ın avukatları şimdiden bir dizi eyalette itiraz dilekçelerini vermiş bulunuyor. Tabii bu başvuruların yapıldığı mahkemeler ortada delil olmadığı için başvuruyu reddedebilir. Ama Trump da bu kararlara itiraz ederek istinaf sürecini başlatacak ve meseleyi ülkenin en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’ne kadar götürmeye çalışacaktır.

Trump’ın gözünde “yetkili mahkeme”nin o mahkeme olduğu biliniyor: Mahkemenin yargıçlarının 6’ya 3 Trump lehine oy kullanması olasılığı yüksek. Kesin demiyoruz, çünkü seçimin sonuçları “mahkeme” çözümünü kolaylaştıran bir başabaş manzara arzetmiyor. Öyle olsaydı bizce mahkemenin kararı Trump lehine vermesi hemen hemen kesin olurdu. Ama şimdi en muhafazakâr yargıç bile kendi yargıçlık onurunu kelimenin tam anlamıyla ayaklar altına alma riskiyle karşı karşıya. Dolayısıyla, mahkemenin kararının ne yönde olacağı, şayet Biden yarışı sadece göğüs farkıyla kazansaydı olacağından biraz daha belirsiz.

Aynı zamanda Trump’ın sadık Adalet Bakanı (onlar “Baş Savcı” gibi bir isim kullanıyor Adalet Bakanı için, bu da şimdi söyleyeceğimiz şey açısından önemsiz değil) bütün savcılara seçim yolsuzluk ve hilelerini araştırma konusunda özel bir yetki verdi. Bunun üzerine Bakanlığın seçim hileleriyle ilgili dairesinin başındaki görevli (muhtemelen bir kariyer bürokratı) bu tutumu protesto ederek istifa etti.

Bu sessizlik günlerinde Trump aynı zamanda Cumhuriyetçi Parti’nin kendi arkasında durmasını sağlamak üzere hazırlık yaptı. Bunda da başarılı oldu. Kongre’nin üst kamarası olan Senato’nun 53 Cumhuriyetçi senatöründen sadece 5 tanesi Biden’ı başkan kabul edip tebrik etti. Geri kalanların hepsi Trump’ın arkasına dizildi. En önemlisi Senato’da çoğunluk olan Cumhuriyetçilerin grup başkanı Mitch McConnell, tartışmasız biçimde, seçim sonuçlarını sorgulamanın “Trump’ın hakkı” olduğunu açıkladı. “Biden seçildi” örtüsünü gerçekleri örtmek için kullananların baş tezi, Trump’ın yaptığının Amerikan tarihinde görülmemiş bir utanç olduğu. Öyle olsun. Ama bunu söylerken Amerikan sisteminin iki büyük partisinden birinin, birkaç istisna dışında aynı utanca ortak olduğunu söylemekten kaçınıyorlar. Sistem ortasından çatlamak üzere ve medya bunu sizden saklıyor!

Burada bir parantez açıp, Biden’ı başkan olarak “tanıma” konusunda bir de dünya çapında belirleyici önemde iki devletin tutumunu kaydetmek gerekir. Batı Avrupa ve Kanada’nın küreselci, Trump karşıtı devlet yöneticilerinden başka, Trump’ın himayesinde yürümekte olan Netanyahu’dan Biden’ın başkan olmasını istemeyen Recep Tayyip Erdoğan’a kadar birçok devlet ve hükümet başkanı Biden’ı kutlamış bulunuyor. Ama Rusya başkanı Putin ile Çin başkanı Xi Jin Ping yargı sürecinin bitmesini bekliyorlar! Bunu söylememizin nedeni şu: Son derecede güçlü bir casus şebekesine sahip olan bu iki ülke şayet Trump’ın direneceği istihbaratını almış olmasa çoktan Biden’ın yanına geçerlerdi!

ABD’ye dönersek bizim kanaatimiz, Amerika Birleşik Devletleri’nin çoktan Amerika Bölünmüş Eyaletleri haline gelmiş olduğudur. Bunu Trump’ın hâkimiyeti döneminde karşı iktidar odakları olarak Demokrat eyaletlere işaret ederek anlatmıştık. Şimdi Biden’ın başkanlığı gündeme geldiğinde tersi doğrudur: Cumhuriyetçi eyaletler belki de bir bütün olarak Trump’ın arkasında duracaklardır. Trump ekibi, seçim hilesi tartışmasını şimdiden 2022 seçimlerine bağlıyor. Bir sözcü, bugün bu seçim hileleri teşhir edilemezse, 2022’de yapılacak eyalet valisi seçimlerinde Cumhuriyetçi valilerin ve o yıl seçilecek üçte bir senatörün de zararlı çıkacağı iddiasını öne sürüyor. Böylece onlarca Cumhuriyetçi eyalet valisinin kaderi, bu argüman ikna edici göründüğü ölçüde, Trump’ın kaderine bağlanmış oluyor. Bu durumda, önümüzdeki hafta ve aylarda yaşanacak hesaplaşma Cumhuriyetçi valilere ve senatörlere kendi çıkarlarını belirleyecek karakterde görünecektir. Böylece bir başka politik ağırlık daha Trump’ın yanında hareet etmeye ikna edilmek üzeredir.

Bir de hükümetin Trump’ın arkasında durup durmadığına bakalım. Amerikan siyasi sisteminde üç bakan diğerleriyle karşılaştırılamayacak kadar önemlidir. (Hazine Bakanı olarak anılan ve ekonomiyi yöneten bakan belki en önemlisidir, ama onun ilişkileri büyük kapitalist gruplarla ve Wall Street’ledir esas olarak. Sahne ışıkları altında kolay görülmez.) Bir numara, hem eyaletlerde hem federal hükümette “Devlet (ya da Eyalet) Bakanı” olarak anılan Dışişleri Bakanı’dır. Michael Pompeo gözlerini kırpmadan, en ufak bir hicap duymadan, görev devrinin yapılacağı 20 Ocak’ta Trump’ın ikinci döneminin başlayacağını ilan etmiştir. Üç numara olan Adalet Bakanı William Barr’ın tutumunu biraz önce konuştuk. Peki iki numara? Onunla birlikte “karakol” alanına giriyoruz.

Savaş tiyatrosunda güçlerin konuşlandırılması

Dünyanın en güçlü ordusunu yöneten Pentagon’un başındaki adamın, Savunma Bakanı Mark Esper’in başına gelen, önümüzdeki dönemin en önemli işaret fişeğidir. Esper Haziran ayında, Siyahilerin Hayatları Önemlidir isyanı doruğundayken, Trump ordunun kitle kontrolü için görevlendirilmesi yolunda bir atak yaptığında bu atağı generallerle birlikte yenilgiye uğratan bir çıkış yapmış ve bunun erken olduğunu (ama dikkat: yasalara aykırı vb. değil, “erken” olduğunu) açıklamış bir bakandır. Bunun anlamını Trump hepimizden iyi biliyor: Yarın Trump’ın “Başkomutan” sıfatıyla orduyu kontrol etmeye ihtiyacı olursa ve olunca, Esper kötü bir aktarma kayışı olacaktır. Trump’ın orduyu giderek ABD yönetiminin merkezine çekme çabasının önünde muhalif generallerin (ki bunlardan çok sayıda olduğu biliniyor) aktarma kayışı rolünü oynayacaktır tam tersine. İşte bunun için hafta başı ilk iş Trump, Esper’i görevden atmıştır. (Bu karar yine Trump’ın bir tvitiyle duyuruldu. O tvitte Trump Esper’i “terminate” ettiğini söylüyordu. Bu kelime iş sözleşmesine son vermek olarak kullanılabilir İngilizcede. Ama iş sözleşmesini değil de, bir insanı “terminate” etmek, Türkçede de bilinen “terminatör” sözcüğünün anlattığı gibi, onu “yok etmek” anlamını taşır!)

Birçokları “görevi devretmesine 70 gün kala” Trump’ın yaptığı bu işlemi, Esper’in Haziran’daki tutumuna karşı “intikam duygusu”na bağladı. İlgisi yok! Trump, yarın işler kızıştığında orduya hâkim olabilmek için Pentagon’un başına kendi adamını getirmek üzere attı Esper’i. Abarttığımızı düşünüyorsanız, kimin başa getirildiğini dinleyin önce. Pentagon’un başında şimdi Özel Kuvvetler’den yetişmiş, en son görevi Ulusal Kontrgerilla Merkezi Direktörü olan Christopher Miller oturuyor. Bunu rastlantı sayıyorsanız şunu da ekleyelim: Mark Esper’in üç yardımcısı, yani üç Savunma Bakanı Yardımcısı da (biri doktrin işleriyle, öteki hukuk işleriyle ilgili) ertesi gün değiştirildi. Yani Trump, ABD’nin tartışılmaz biçimde en güçlü ve elbette yaptırım gücü en yüksek kurumu olan Pentagon’u kendi avucunun içine almak için önlem üstüne önlem alıyor. New York Times gazetesi, bu üç şahsiyetin Trump’ın “derin devlet” olarak andığı geleneksel ABD bürokrasisine karşı verilen savaşın gönüllü “askerleri” olduğunu belirten bir uzman tanıklığı aktarıyor.

Bu yetmedi, ülkenin en gizli istihbarat ve güvenlik örgütü olan National Security Agency’nin (NSA) yönetiminde de değişiklik yaptı. ABD güvenlik teşkilatları bir dizi uzmanlaşmış kurumdan meydana gelir. Hepimizin bildiği casusluk örgütü CIA, yer yer kolluk faaliyetinden de sorumlu federal güvenlik örgütü olan FBI (esas polis teşkilatları ise tamamen belediyelerin yönetimindedir), her bir kuvvete (kara, deniz, hava, deniz piyadeleri vb.) bağlı askeri istihbarat ile birlikte NSA ve devlet büyüklerini koruma faaliyetinde uzmanlaşan Secret Service (Gizli Hizmet) de vardır. (“National intelligence community”, yani “ulusal güvenlik topluluğu” adı altında anılan bütün bu örgütlerin bir de ortak yöneticisi vardır, bu konuma Director of National Intelligence, yani Ulusal İstihbarat Direktörü denir.) NSA en illegal yöntemlerle çalışan askeri güvenlik örgütüdür. (Bu yüzden, baş harfleriyle oynamaya dayanan bir şaka da vardır örgüt hakkında: NSA, “no such agency” yani “böyle bir kurum yok” anlamına gelir denir gizliliği onu hep gözlerden sakladığı için.)

11 Eylül’den sonra kurulan Homeland Security (Yurtiçi Güvenlik) Bakanlığı ise zaten Siyahileri Hayatları Önemlidir mücadelesi sırasında, özellikle Oregon’da kullandığı eşkıyaca yöntemlerle kanıtlanmış olduğu gibi, doğrudan Trump’ın fedaisi bir yöneticinin elindedir.

Genel kanı, Trump’ın yakında FBI ve CIA’nın (aslında kendi döneminde atanmış olan ama sadakatından emin olamadığı) direktörlerini de görevden alacağı yönündedir.

Henüz ortaya çıkmamış tehlikeler

Ortada bizce aylardır ince ince planlanmakta olan bir bütün mücadele senaryosu var. Şimdilik çabalar üç nokta üzerinde odaklaşıyor: Cumhuriyetçi iktidar odaklarını Trump’ın arkasında tutmak, hukuki süreci başlatmak ve güvenlik kuvvetlerini kontrol bakımından tedbirler almak. Ama bunların yanında bir de bizim “karakol süreci” olarak andığımız sürecin ikinci bir veçhesi var.

Burada esas olarak Trump’ın, silah taşımanın belirli koşullar altında serbest olduğu ABD’de güçlendirmeye çalıştığı sokak çeteleri ya da paramiliter güçlerden söz ediyoruz. Trump’ın Haziran ayından bu yana MAGA diye andığı Make America Great Again (ABD’yi Yeniden Büyük Yapalım) şiarını destekleyen sokak milislerini mücadeleye çağırdığı biliniyor. Biden’la seçim öncesi yapılan tartışma programlarından birinde bu milis hareketlerinden biri olan Proud Boys (Gururlu Çocuklar) hakkında “stand back, stand by” (“Geri çekilin, desteğe hazır olun”) dediği de. Bizce şu anda bu konuda yaptığı muhtemelen, ABD’nin dört bir yanındaki taraftarı dağınık paramiliter güçleri kendisi hiç işin içine girmeden, dolaylı yollardan örgütleme ve aralarında bir eşgüdüm kurma çabasına girişmektir. Bu, gelecekte ortaya çıkabilecek en büyük tehlikedir.

Neden? Çünkü Cumhuriyetçi Parti’nin tabanında seçimlerin esas olarak hileli olduğuna inanan çok büyük bir çoğunluk (% 70) vardır. Burada zaten seçimler öncesinde başlamış bir şiddete dayalı çatışma ortamını meşru kılacak, hatta ona tükenmek bilmez sokak gücü sağlayabilecek çok önemli bir topluluk söz konusudur. Unutulmasın, ülke orta yerinden çatlamıştır. Cumhuriyetçiler, üç aşağı beş yukarı, ülkenin yarısını temsil ediyor. Bunların yüzde 70’inin “hile” demesi, ülkenin yüzde 35 kadar yüksek bir oranının hile açıklamasına inanıyor olması demektir. Böyle bir ülkede radikal unsurlar çoğunluğu peşlerinden sürükleyebilir.

Neden bu yazının başından beri Pentagon ile güvenlik ve istihbarat örgütleri üzerinde durduk ama şimdi en büyük tehlikenin MAGA’nın silahlı güçlerinden geleceğini söylüyoruz? Şundan: Çünkü Trump’ın Pentagon ve istihbarat örgütleri üzerindeki kontrol çabasının altında bir askeri darbe düzenlemeye yönelik olduğunu söylemiyoruz. Bunu yapabilse yapar ama bugün ordunun daha bu yılın Haziran ayında kendisine direnme düzeyini göz önüne alırsak yapamayacağını söyleyebiliriz. Bizim Pentagon ve istihbarat örgütleri üzerinde durmamızın nedeni, ordunun kendisine karşı açık bir harekete girişmesini engelleme hazırlığını yapmakta olduğunu vurgulamak içindir. Yani bu yeniden düzenlemeler, şimdilik, sadece savunma taktikleridir, taarruz hazırlığı değil. ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley, aynen görevden alınan Savunma Bakanı Mark Esper gibi, ordunun Trump tarafından kullanılmasına karşı olduğunu açıklamıştır. Milley’in görevi 2023’e kadar sürecektir. Yani Trump’ın kendi yandaşı bir Genelkurmay Başkanı yaratma şansı da yoktur.

Buna karşılık, Pentagon’un başına bir kontrgerilla/özel savaş uzmanını getirmesi, çok somut olarak sokak savaşlarıyla ilgili olabilir. Şayet görev devrinin sınırı olan 20 Ocak’a kadar geçecek 70 günde Trump Amerikan sisteminin elini (kendisi dışında halkın tepkisi olarak sunulacak) sokak savaşlarıyla zorlamaya kalkışırsa, orduyu bu işin içine en uygun tarzda bir kontrgerillacı sokabilir. Öte yandan, ABD istihbarat örgütlerinin (özellikle FBI’ın) Trump taraftarı milis gruplarını “ulusal güvenliğe aykırı” olarak raporlamasına karşı muhtemelen yakında istihbaratta yeni görevlendirilmelere gidilecektir.

Başarı şansı düşük

Bütün bunları altını çizerek söylüyorsak, bunun anlamı yukarıda da belirttiğimiz gibi ne bir askeri darbenin, ne de bir iç savaşın Trump’ı Beyaz Saray’da tutabileceğini iddia etmemiz değil. Trump’ın güçler dengesinin bugünkü biçimlenişi altında Beyaz Saray’da kalmasının tek yolu Anayasa Mahkemesi’nin kararı olabilir. Ama bunun için alt mahkemelerin ve orta düzeydeki eyalet ve/veya federal temyiz mahkemelerinin en azından birini, meseleyi Anayasa Mahkemesi’ne götürmeye ikna edebilecek derecede makul bir hile şüphesi olduğuna ikna edecek ya da söz konusu mahkemenin ele güne karşı “işte delil” diyebileceği bir dizi veriye ihtiyaç vardır. Trump ekibi böyle bir delil dosyasına sahip olsa muhtemelen bazı çarpıcı noktaları çoktan açıklamış olurdu. Yani aslında hukuk yolu Trump’a kapalı kalabilir.

Ancak Trump’ın tek çıkar yolu yargı yolu değil. ABD’nin federal yapısı ve antika ikinci seçmen sistemi eyaletlerin yasama organlarına seçime müdahale olanağı tanıyor. Şayet bir eyalette vali Demokrat Parti’dense (valiler seçimle geliyor), buna karşılık yasama organında çoğunluk Cumhuriyetçi Parti’deyse, seçim sonuçlarını onaylamak ve kesinleştirmek bakımından esas yetki yürütmede yani valide olduğu halde yasama çeşitli hukuki nedenlere yaslanarak alternatif bir ikinci seçmen listesi önerebiliyor. Yürütmenin Demokratlarda, yasamanın Cumhuriyetçilerde olduğu bazı kilit eyaletler var. Örneğin 20 ikinci seçmeni olduğı için kilit eyaletler arasında en önemlisi olan Pennsylvania böyle. Bu yazı yazılırken bu eyaletin senatosu, eyaletin seçimlerden sorumlu görevlisi olan “Eyalet Bakanı”nın seçim öncesinde çeşitli bakımlardan yetkisini aşmış olduğu iddiasıyla soruşturma başlatmaya karar verdi. Yine aynı eyalette bir eyalet mahkemesi yasadışı oylara ilişkin bir başvuruyu kabul ederek yürütmeye bunları diğer oylardan ayırmasını emretti. Bu tür vakaların istisna olarak mı kalacağını yoksa yayılma eğilimini mi göstereceğini göreceğiz. Böyle durumlarda bile oy farkının yüksek olması (mesela Pennsylvania’da 50 bin dolayında) Trump’ın şansını azaltıyor.

Yargı yoluyla ya da eyalet yasama organlarının yetkilerini kullanması yoluyla seçim sonucunu iptal ettiremezse, başka yöntemlerle Beyaz Saray’da kalmaya çalışmak, sadece Trump için değil onu destekleyen ve gelecekte Trump’ın ölümünden sonra yerine geçmek isteyen bütün bir ekip açısından intihar stratejisi olur.

Yine de çok büyük bir gücü elinde tutan Trump’ın özellikle ileri yaşta olması dolayısıyla işleri hızlandırma çabasına girişmesini olanaksız saymamak gerek. Akla gelebilecek çeşitli senaryolar arasında, siyahi halk üzerinde oynanacak çeşitli provokasyonlar, Trump’a karşı düzenelebilecek “başarısız” bir suikast ya da Pentagon şimdi Trump yönetimine geçmişken mesela İran’a ve/veya Irak Şiilerine karşı bir savaş senaryosu ve bunlara eşlik edebilecek bir Olağanüstü Hal uygulaması düşünülebilir.  Bunları öngörü olarak yazmıyoruz, Trump’ın çok ileri gitmeye kararlı olduğu durumda düşünülebilecek farazi senaryolar olarak yazıyoruz.

Tersi yönde, özellikle zaman geçtikçe seçim sonuçlarına bu kadar temelsiz tarzda ve arada ciddi fark varken meydan okumanın Cumhuriyetçi Parti aleyhine işleyebileceği duygusu parti yöneticileri ve seçilmiş kadroları arasında yayılırsa, Trump bile altındaki zeminin kaymakta olduğunu görüp yaşadığı “mağduriyeti” gelecekte sıçrama tahtası yapmak üzere ricat edebilir.

Bu durumda bile kaygılanılması gereken, Amerikan halkının çok önemli bir azınlığının seçimin Trump’tan çalındığına inanmasıdır. Bunun üzerine bir de Trump’ın Beyaz Saray’dan mecazi bir ifadeyle “yaka paça” diyebileceğimiz bir tarzda çıkarılması, içinden geçmekte olduğumuz çağın bütün çelişkilerinin bağlamı içinde Amerika’da faşizmin geleceğe büyük bir hınç ve güçle yürümesi anlamına gelecektir.

Biz Trump Amerika’ya faşizm getirmekte başarılı olacak demiyoruz, hiçbir zaman demedik. Trump bütün icraatı ve performansıyla faşizmi Amerikan toplumunun gündemine uzun süre boyunca def edilemeyecek kadar güçlü biçimde oturtmuştur diyoruz.

Biden 78 yaşında. Başkan seçildi. Trump 74 yaşında. 2024’e kadar sağlıklı yaşaması tuhaf olmaz. Yaşarsa, faşizm muazzam popüler ve üstüne üstlük “derin devlet mağduru” sayılan bir liderle yürüyor olacak demektir. Bunu bu seçimin en önemli sonucu saymayan, parlamentarizmi tarihin belirleyicisi sanıyor demektir.