Roboskî’nin ikinci yıldönümü: Katil olduklarını biliyorduk, bir de hırsız çıktılar!
Tayyip Erdoğan hükümetinin üstü örtülemeyen hırsızlığı bütün Türkiye sathında büyük kitlelerce protesto ediliyor, hükümet istifaya çağırılıyor. Hükümetin bir an önce düşürülmesi farz olmuştur. Ama bir an unutmamak gerekir ki bu hükümetin elinde kan da vardır. Sadece Gezi ile başlayan ve bütün Türkiye’ye yayılan halk isyanında polis tarafından katledilmiş olan altı canımızın kanı değil. Sadece bir önceki hükümet döneminde öldürülmüş olan Metin Lokumcu’nun kanı değil. Sadece günlük yaşamını sürdürürken polis kurşunuyla vurularak hayatını yitiren gençlerin kanı değil. Belki bütün bunların en önemlisi, gelecek için en uğursuz sinyalleri vereni, Roboskî’lilerin de kanı!
Tam iki yıl oldu. 2011 yılının 28 Aralık gecesi, Şırnak (Şirnex) Uludere’nin (Qilaban) Roboskî köyü sakini, çoğunluğu çocuk yaşta 34 sivil Kürt Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hava bombardımanı ile katledilmişti! Masum katırlarıyla birlikte. Bütün Türkiye’nin gözü önünde. Üzerlerinde silah milah yokken. Sadece yoksulluklarını hafifletmek için sınırın öteki yanındaki bir Kürt köyünden mazot ve başka ürünler alıp kendi köylerine getiriyorken. Bölgedeki askeriye onların bu seferi yapmakta olduklarından haberdarken. Köyün korucuları askeriyeyi “bunlar bizimkiler, vurmayın” diye uyarmışken. Göz göre göre. Taammüden.
Çoğunluğu çocuk 34 Kürt, aynen 1943’teki Mustafa Muğlalı olayında 33 Kürt “kaçakçı”ya yapıldığı gibi, bilinçli bir şekilde öldürüldü. 70 yıl ara, Kürt’ün kaderi aynı!
Katiller nerede?
Aradan iki yıl geçti, olayın sorumluları için en ufak bir cezalandırma girişiminde bulunulmadı. Ne ciddi bir savcı soruşturması, ne açılmış bir dava, ne cumhurbaşkanının harekete geçirebileceği Devlet Denetleme Kurulu’nun araştırması, ne idari bir soruşturma. Bırakın cezalandırma girişimini, olayın ne olduğu, cinayetin kimlerin sorumluluğunda planlandığı, kararlaştırıldığı ve icra edildiği konusunda ciddi bir araştırma bile yapılmadı. Bir tek Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun “Uludere Alt Komisyonu” raporu yayınlandı. Alt Komisyon raporunu 22 Mart 2013 günü açıklamayı seçti. Ondan bir gün önce Diyarbakır’daki Newroz kutlamasında Abdullah Öcalan’ın açıklaması okunmuştu. Bütün Türkiye bu açıklamayı tartışıyordu. Komisyon raporu açıklamak için o günü seçti. Böylece bırakın gerçekleri, kendi raporunu bile gizlemeyi tercih etti!
Raporun içeriğine gelince, söyleyebildiği tek şey sivil ve askeri merciler arasında “koordinasyonsuzluk” olduğuydu. “Kasıt yok”tu. Zaten AKP sözcüsü Hüseyin Çelik olayın hemen ertesinde yaptığı açıklamada bu olayın eskilerden farklı olarak sonuna kadar gidilerek araştırılacağını söylerken aynı nefeste “ama kasıt yok” dememiş miydi? Alt komisyonun AKP’li üyeleri talimatı almışlar, Çelik’in siparişine uygun bir rapor hazırlamışlardı.
Zaten önce o dönemin İçişleri Bakanı (son günlerde AKP’den istifa eden ve MHP’ye geçeceğine dair söylentiler yayılan) İdris Naim Şahin, ardından Tayyip Erdoğan’ın kendisi, 34’ün bazılarının PKK’li olabileceğini söyleyerek aslında operasyonun o kadar da kötü olmadığını ima etmeye başlamışlardı!
Hükümet utanmaz bir biçimde Roboskî katliamının mağduru aileleri satın almayı denedi. Onlara bir miktar para vererek susturmaya çalıştı. Nafile! Bu insanlar özgürlüğü için mücadele eden bir halkın onurlu evlatları olarak siyasi hesap, cezalandırma ve hiç olmazsa bir özür bekliyorlardı. Rüşveti reddettiler. Kişi herkesi kendi gibi sanırmış! AKP’liler kendileri boyunlarına kadar rüşvete batmış oldukları için, her işe rüşvet ile çözüm buldukları için Roboskîlilerin de rüşvet karşılığında satın alınabileceğini sanmışlardı. Fena yanıldılar!
Böylece katiller hâlâ aramızda ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar. Bu bombardımanın en üst kademedeki sorumlusu Genelkurmay Başkanı ise Roboskî’den kısa bir süre sonra madalya ile ödüllendirildi. Alay eder gibi!
Sri Lanka testi
Roboskî olayı farklı biçimlerde yorumlandı. Bu yorumlar arasında siyasi bakımdan en manalısı sağ ve sol liberallerin katliamı devlet içinde AKP karşıtı bir odağa atfetmesiydi. Amaç, her zaman olduğu gibi, AKP’yi her türlü anti-demokratik uygulamadan, bu örnekte insanın kanını donduran bir vahşetten ayırmak, katliamı hükümete karşı bir operasyon gibi göstermekti. Bu doğru olsaydı, hükümetin yapacağı şey çok basit olurdu: bu tür bir olayla kendi adını kirletmektense sorumluları ortaya çıkarmak ve kendini aklamak. Aradan iki yıl geçti, sorumlular konusunda çıt yok! AKP araştırmaların önünü açmak bir yana, önüne geçiyor! Liberallerden bu iki yıllık davranış tablolarını yorumlamalarını talep etmekten başka bir şey kalmıyor yapacak!
Gerçekgazetesi, 29 Aralık günü olayı protesto etmek için yapılan eylemden sonra Roboskî olayını açıklamaya yönelik bir yazı yayınladı. O günden bu yana yaklaşımımız öteki bütün yaklaşımlardan farklı karakteri ile dikkat çekmiştir Biz, daha ilk günden bunun “Sri Lanka tipi bir çözüm için test” olarak görülmesi gerektiğini vurguladık. Nedir Sri Lanka çözümü?
Sri Lanka, Hint alt kıtasının en güneyinde bir ada ülkesidir. Burada ezen ulus Sinhallerin hâkimiyetine karşı bundan yirmi yıl kadar önce Tamil ulusu içinden bir grup, Tamil Kaplanları adını taşıyan bir örgüt aracılığıyla silahlı ayaklanma başlatmıştır. Tamil Kaplanları, uzun süre boyunca ciddi başarılar elde ettikten ve sorun Oslo’ya bile gittikten sonra, bir aşamada Sri Lanka hükümeti meseleyi askeri yöntemle halletme uğruna, binlerce, on binlerce sivili katletme pahasına Tamil Kaplanları’nı ezme yönelişini uygulamaya koymuştur. Kısa vade açısından başarılı da olmuştur. Tamil Kaplanları’nın lideri öldürülmüş, askeri güçleri neredeyse ortadan kaldırılmış, örgüt işleyemez hale getirilmiştir. Sri Lanka tipi çözüm işte budur.
AKP hükümeti işe bu tür bir çözüme toplumun nasıl bir tepki vereceğini görmek amacıyla bir test uygulamıştır. Bu, maalesef solun, işçi hareketinin ve demokratik kitle örgütlerinin geçemediği bir test olmuştur, çünkü hemen hemen hiçbiri Roboskî’ye hak ettiği büyüklükte bir tepki vermemiştir. Devlet aradan bir yıl geçtikten sonra ikinci testini 9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te PKK’nin üç kadın militanına suikast yoluyla yapmıştır. Şimdilik bu testten de yara almadan çıkmıştır. Tabii şimdilik.
Elbette bugün Avrupa’nın kıyısında nüfusunun çoğunluğu Müslüman ülkelere model olarak sunulan bir ülkede Sri Lanka çözümünü uygulamak kolay düşünülebilecek bir olasılık değildir. Ama yarın Ortadoğu çapında bir savaş çıktığında “nihai çözüm” olarak bu plan gizlendiği dolaptan çıkarılacaktır.
Katillerin cezasını hangi güç verecek?
Geçen Aralık ayında, katliamın ilk yıldönümünde DİP, içinde Genel Başkan Sungur Savran’ın da yer aldığı bir heyet ile 34 canımızı anma törenlerinde yer almak için Roboskî’de idi. Bu yıl 17 Aralık operasyonunun ve bunun ardından yaşanan gelişmelerin ortaya çıkarttığı durum yeniden orada olmamızı engelledi.
DİP Genel Başkanı Sungur Savran, geçen yılki anma sırasında mezar başında yaptığı konuşmada Roboski’nin acılı annelerine ve ailelerine hitap ederek partimizin başsağlığı dileklerini ve dayanışma duygularını iletti. Ama aynı zamanda başta Ankara’da 2010’da kurulan Sakarya Komünü’nde Türk-Kürt-Laz kardeşleşen Tekel işçileri olmak üzere, mücadele eden bütün işçilerin de Roboski halkının yanında olduğuna inandığını belirtti. Türkiye devrimcilerinin, Roboski halkının acısını dindirmek ve Kürt halkına uygulanan skmezalimin hesabını sormak için bu katliamın ve benzerlerinin hesabının sorulması amacıyla Kürt halkıyla birlikte mücadele edeceğini belirten Savran, hesabın işçi sınıfı ile Kürt halkı tarafından birlikte sorulacağını vurgulayarak, bunun bugün gerçekçi görünmemekle birlikte Mısır ve Tunus devrimleri hatırlandığında Türkiye’de de gelecekte benzer gelişmelerin yaşanabileceğinin anlaşılmasının daha kolay olduğunu söyledi. “Taksim Tahrir olduğunda, işte o zaman Erdoğan titresin, sonu Mübarek gibi olacaktır” dedi. Konuşmasını “Bijî bıratiya gelan! Yaşasın halkların kardeşliği!” sloganıyla bitirdi.
Bu öngörü 2012 Aralık ayında kim bilir ne kadar çok insana ne uçuk gelmiştir. Taksim Tahrir mi olacak? Kitleler Kürt sorununa sahip mi çıkacak? Erdoğan’ın hükümeti düşme olasılığı ile karşı karşıya mı kalacak? Oysa bu Sungur Savran yoldaşımızın bir an orada söylediği bir şey değildi. DİP’in parti olarak benimsediği, her fırsatta ortaya koyduğu bir analiz ve bir öngörü idi. Aradan geçen bir yıl bu bakış açısını olduğu gibi doğrulamıştır. (Savran’ın konuşmasının videosu sitemizde izlenebilir.)
Bugün Erdoğan hükümeti ayakta kalmak için son umutsuz çırpınışlarını sergiliyor. Düşüp düşmeyeceği konusunda kesin bir şey söylenemez. Ama Türkiye öyle bir yere gelmiştir ki, hükümetin düşüşü artık olasılıklar alanına girmiştir. Gerisi kitleye, işçi sınıfının örgütlerine, sosyalist solun mücadelesine bağlıdır. Düşer mi düşmez mi diye fal açmak değil, düşürmek için mücadele vermek gerekir.
Hükümet düşerse sakın ola ki sadece hırsızlıktan ve adaleti engellemekten yargılanmasın! Roboskî bu hükümetin elindeki kandır. Hesabını mutlaka verecektir!