Kürtler “faşist blok”a oy verebilir mi? Tartışmayı bastırmak neden istibdad cephesine yarar?
Tam YSK’nın seçimlerin yenilenmesi kararını açıklayacağı günlerde devlet en az 2015’ten bu yana uygun görmediği bir izni vermeye karar veriyor, Abdullah Öcalan İmralı’da avukatlarıyla görüşüyor. Bu yetmiyor, devlet bir de dışarıya yazılı bir açıklama çıkarılmasına olanak tanıyor. O açıklamanın içeriğine birazdan gireceğiz. Ama bu kadarı bir ilk adım olarak yeter. Bunun üzerine, tabloyu gören sayısız insan HDP’nin 23 Haziran’da yapılacağı beklenen seçimlerde oyunu Millet İttifakı yerine Cumhur İttifakı’na mı kullanacağı sorusunu soruyor. HDP ve onu destekleyen sosyalist çevrelerde, yazılı basından sosyal medyaya çok çeşitli mecralarda bu soruların cevabını vermek yerine soruyu soranları suçlamak ilk tepki olarak karşımıza çıkıyor.
Gerekçeler çeşit çeşit. Kimi diyor ki, “olmayan bir sorun yaratıyorsunuz, sizin yüzünüzden HDP tabanı AKP’ye oy verebilir”. Kimi diyor ki, “aman bu lafı yayanlar aktrol, siz bu oyuna gelmeyin”. Kimi diyor ki, “sizin gibiler Ergenekon’dur, derin devlettir”. Bunlar nasıl gerekçeler? İnsanlar gayet makul bir soru soruyorlar, siz onları AKP’li ya da derin devlet olmakla suçluyorsunuz. Önce bir yanıt verin, makul bir şey söyleyin, makul argümanları görmezden gelip kötü niyet gösterenleri eleştirin. Ama daha baştan siz Ergenekon’sunuz, siz aktrolsünüz! HDP tabanının başka bir sebeple değil de sırf bu sorular soruluyor diye AKP’ye oy vereceğini düşünmek ise son derece gülünç. Demek Kürt halkı, “HDP’nin tabanı”, Öcalan’ın söylediğinden değil de onun neden böyle davrandığını sorgulayan adını sanını bile bilmedikleri insanların söylediğinden etkilenecek. Bizimle mi alay ediyorsunuz, kendinizle mi?
Kürt halkı mücadeleci ve cefakâr bir halktır. Siyasi basireti kuvvetlidir. HDP ilk kez 2015’te yüzde 10 barajına meydan okuyarak seçimlere parti olarak girmeden önce, mesela Diyarbakır’da birçok aday çıkarıyordu, her mahalle şaşırmadan bu adayların hangisine oy kullanması gerekiyorsa ona kullanıyordu, sonunda da kaç aday girmişse hepsi seçtiriliyordu. Birileri “acaba HDP AKP’ye mi oy verecek?” diye konuşacakmış, Kürt halkı da bunu duyunca, “ha bak demek ki biz AKP’ye oy verecekmişiz” deyip gidip Binali Yıldırım’a oy verecekmiş…Bunu söylemek, birilerini yalan yanlış savunacağım diye Kürt halkını aşağılamaktır.
Kürt ya da Türk, halkı ciddiye alın!
Tam seçim sathı mailine girilecekken Öcalan devletin yarattığı olanakla bir açıklama yapıyor, bu açıklama istibdad karşıtı halkta telaş yaratıyor. İnsanlar, şayet Kürtler yenilenecek İstanbul seçiminde oylarını Millet İttifakı’ndan Cumhur İttifakı’na kaydırırsa, seçim yitirilebilir diye düşünüyor. Biz bu insanlarla istibdadla mücadelenin yöntemleri konusunda aynı düşünmüyoruz. Ama kaygılarını gayet iyi anlayabiliyoruz. Bu kaygı dolayısıyla insanlara hakaret edilmesini doğru bulmuyoruz.
Yukarıda saydığımız gerekçelerin ipe sapa gelir yanı olmadığını gördük. Elbette ki halkın tepkileri pek çok yönden çarpık biçimler alabilir. Mesela halktan insanlar “HDP kamp değiştiriyor” diyor. Yanlış. Öcalan HDP demek değil. Belki Öcalan böyle bir şeyi uygun görüyordur, ama HDP görmüyordur. Bunu zaman gösterecek. Ama bu tür bir farklılık mümkün. Birazdan göreceğiz. Halk, adı üstünde,halk bunu bilmiyor diye kızılır mı? Hayır anlatılır. Öcalan (şu yada bu nedenden) farklı konuşmuş olabilir ama HDP bir değişiklik açıklamadı dersiniz. İlişki otomatik değil dersiniz. Halk ikna edilir, azarlanmaz!
Bir başka nokta tarih meselesi. Halktan insanlar diyor ki, “aynı gün, ne manidar”. Cevap geliyor: Aynı gün değil! Görüşme de, yazılı açıklama da2 Mayıs’ta yapıldı. Ama devlet avukatlara ulaşmasını iki gün geciktirdi. Sonra seçim yenilenmesi kararı ile avukatların açıklaması... tesadüfen denk düştü. El insaf! 6 Mayıs Pazartesi günü YSK kararının yüzde 90 açıklanacağını sağır sultan bile duymuştu. Mesaj avukatların eline o sabah geçtiyse dahi bir gün bekleyemezler miydi?
Kaldı ki, burada önemli olan gün değildir. Öcalan’a görüşme ve açıklama olanağının tanındığını daha erken de açıklayabilirdi avukatlar, daha geç de. Önemli olan, tam AKP’nin zorda olduğu bir dönemde(günde değil) onu rahatlatacak bir şey yapılıyor mu yapılmıyor mu? Ha üç gün önce, ha üç gün sonra!
Yazılı açıklamanın içeriği
Haklı ve anlaşılır sorulara karşı saldırgan bir üslubun âlemi olmadığını anlattık. Gereksiz tartışma konularını eledik. Şimdi işin özüne gelelim. Öcalan’ın açıklamasında üç önemli nokta mevcut. İlki konumuzla tam ilgili değil: Açlık grevinde olanların eylemine saygı duyulduğu söyleniyor, ama artık son verilmesi tavsiye ediliyor. Bu mesele kendi içinde, kendi boyutları çerçevesinde tartışılır. Girmiyoruz.
Tartışmanın esas koptuğu yer, Öcalan’ın genel siyaset açısından ne dediği. Burada iki önemli nokta var. İlki Öcalan’ın 2013 Newroz bildirgesine bağlılık. İkincisi de Suriye’de Kürt hareketinin hem Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde çözüm araması, hem de Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkat etmesi.
Bunlardan ilki, 2013-2015 arasında yapılan bütün müzakerelerden sonra, 2015-2019 arasında Erdoğan’ın ve AKP’nin Kürt sorununu bir terör sorununa indirgediğini görmezden gelen bir tutum. (MHP’nin sözünü bile etmeye gerek yok.) Şimdi soralım: Kürt halkı Türkiye’nin batısındaki metropollerde neden Millet İttifakı’na oy verdi? Çok özet olarak söyleyelim. Cumhur İttifakı’nın hâkim gücü AKP, 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren demokrasiyi ayaklar altına aldığı, Kürt halkının hak mücadelesini bütünüyle karşısına aldığı, bu alanda bütün meseleyi teröre indirgediği için. Bakın Selahattin Demirtaş 31 Mart’ta HDP taraftarlarına oy konusunda ne diyor: “Biz CHP veya başka partiye oy verin demiyoruz, faşist bloğu sınırlamak ve geriletmek için oyunuzu stratejik bir amaç için kullanın veya demokrasinin gelişmesine bir şans tanıyın diyoruz.” Bu hesaba göre, Öcalan’ın demeci (Demirtaş’ın görüşüne göre) “faşist blok” olgusunu görmezlikten geliyor. 2013’ün koşulları bugün yok. Arada dağlar kadar fark var. Ama Öcalan 2013 tutumunda ısrarlı olduğunu söylüyor.
İkinci noktanın bugünün koşullarında anlamı Türk milliyetçiliğini rahatsız etmeyin demektir. Öcalan mesela emperyalizmle işbirliği yapmayın demiyor. Dediği, Suriye’deki mücadeleniz Suriye’yle sınırlı olsun, böylece Türkiye’nin hassasiyetlerini zorlamayın. Bunun da Kürt hareketini MHP gözünde daha kabul edilebilir bir pozisyona çeker etki yapacağı açık değil mi?
İmam Taşçıer ve Nurettin Demirtaş da aktrol mü?
“Acaba HDP AKP’ye oy çağrısı yapar mı?” diyenlere dümdüz saldıranlar, yazdıklarının mürekkebi kurumadan HDP Diyarbakır milletvekili İmam Taşçıer’in açıklamasıyla ne duruma düştüklerinin farkında mıdır? Ne diyor Taşçıer? “Kürtlerin oyu olmadan hiç kimse bir seçimi tek başına kazanamaz. Kim Kürt sorununun çözümü için adım atarsa Kürtler ona oy verebilir. AKP adım atacaksa AKP'ye verir.” Görüldüğü gibi, birdenbire partinin eski genel başkanının “faşist blok” dediği güçlere oy verilebileceği söyleniyor. Söyleyen de kim? Herhangi bir HDP üyesi değil. Diyarbakır milletvekili! Soruyoruz: Öcalan o açıklamayı yapmasaydı İmam Taşçıer böyle konuşabilir miydi?
Taşçıer’in söylediği bir başka şey daha var. Taşçıer AKP, MHP’den kopsun demiyor. AKP, MHP’yi ikna etsin diyor! Dinleyelim: “MHP'yi ikna etmek de AKP'ye düşüyor. Öcalan'ın Türkiye'ye getirildiği dönemde MHP iktidar ortağıydı. İdam cezası o dönemde kaldırıldı. Bu kararın altında MHP'nin imzası var. Dolayısıyla MHP de buna evet diyebilir.” Biz yukarıda Öcalan’ın Suriye konusunda söylediklerinin Türk milliyetçiliğini rahatlatmak amacıyla söylendiğini dile getirdiğimizde, bu satırları okuyan nice saldırgan muhtemelen “işte Ergenekoncular” diye tweet atmaya uzanmıştır. Ama burada söyleneni okuduktan sonra Öcalan’ın, Taşçıer’in ifadesiyle, “MHP’yi ikna etmek” işinde Erdoğan’ın elini güçlendirmeye çalışmış olduğu ihtimali yabana atılabilir mi? Nitekim bu tartışmalar sürerken Devlet Bahçeli’nin “bana sorarsanız Öcalan avukatlarıyla görüşsün” diyerek bir çıkış yapması bu sürece “devlet”in doğrudan dâhil olduğuna ve Bahçeli’nin en azından Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmesi için ikna edildiğine işaret eden ilginç bir gelişme olmuştur.
Her ne kadar Taşçıer daha sonra bir tekzip yayınladıysa da, bu tekzip sadece kendi sözlerinin “HDP tabanı AKP’ye oy verebilir” şeklinde bir başlıkla sunulmasıyla ilgilidir. Tekzip açıklamasına bakıldığında Taşçıer’in sözlerinin içeriğini aynen tekrarladığı görülüyor.Kaldı ki Taşçıer’in açıklamalarının bir benzeri DTP eski Genel Başkanı Nurettin Demirtaş’tan gelmiştir. Nurettin Demirtaş’ın yazısı çok daha vurgulu bir biçimde aynı yöne işaret etmektedir: “AKP ise bu durumu sadece İstanbul’u kazanmak adına bir fırsat olarak değerlendirmek yerine Kürt sorununun demokratik çözümü için tarihi bir fırsat olarak görür ve bu temelde tecride son verip çözüm kanallarını açarsa Kürt halkı neden tutumunu değiştirmesin ki?” Kürt halkı İstanbul seçiminde Sayın İmamoğlu’na olan desteğini sonuna dek sürdürebilir. Fakat CHP bilmelidir ki Kürt sorununun çözümüne kim yanaşırsa halk ona destek verir. Doğruya doğru!Neticede AKP şerit değiştirirse Kürt halkı buna pozitif yanıt verebilir.”
Soruyoruz: Bu sözlerin sahipleri de aktrol müdür? DTP eski Eş Başkanı ve Selahattin Demirtaş’ın kardeşi de bir aktrol müdür? HDP, kahraman Diyarbakır halkına bir aktrol’e mi oy kullandırtmıştır? İmamTaşçıer’in ya da Nurettin Demirtaş’ın söylediklerini sıradan halktan insanlar söylediğinde, onlara aktrol demenin ne kadar yanlış ve temelsiz olduğu ve bu tür bir üslup benimseyenler için Taşçıer ve Demirtaş’ın ifadelerinin ne kadar mahcup edici olduğu açıktır.
İmam Taşçıer ve Nurettin Demirtaş HDP değildir
Biz, HDP Cumhur İttifakı’na oy kullanacak demiyoruz. Biz çok uzun zamandır Kürt hareketi içinde farklı eğilimler olduğunu vurguluyoruz. 2013’te, Öcalan şimdi referans yaptığı Newroz Bildirgesi’ni yayınladığında, Diyarbakır Newroz’unda en büyük pankart gençliğin açtığı “Aşiti Şaşiti” pankartı idi. Demirtaş, 31 Mart’tan önce stratejik oy kullanımı konusunda tam da o gençliği ikna etmeye çalışıyordu: “...tüm genç arkadaşlarımı, HDP'nin kararlarının arkasında durmaya davet ediyorum. Bunu da bir yukarıdan gelen talimat gibi anlamak yerine, tüm siyasal gelişmeleri ve olasılıkları göz önünde bulundurarak tartışa tartışa içselleştirmelerini diliyorum.” “Stratejik oy” kendisinin hapse atılmasının önünü açan Kılıçdaroğlu’nun partisine verilmiş olacaktı. Demirtaş bütün HDP seçmenlerine hitap ediyordu elbette, ama öncelikle devrimci eğilimdeki Kürt gençlerini ikna etmeye çalışıyordu.
Sadece gençlik değil, Demirtaş’ın kendisi de uzunca bir süre Öcalan’dan farklı bir politik çizgi izledi. 2014’te cumhurbaşkanı adayı oldu, 2015’te HDP parti olarak seçimlere girdi ve AKP’yi yenilgiye uğrattı. Her iki durumda da Öcalan’ın Erdoğan’a ve AKP’ye karşıtlığı reddeden farklı bir politika savunduğunu Demirtaş kendisi daha sonra açıkladı. Aşağıda, bu yazıya ek olarak Devrimci İşçi Partisi’nin 2018 yılında düzenlemiş olduğu 5. Kongresi’nin Kürt sorunu konusunda aldığı, “Kürt hareketinin tarihsel gerilemesi”başlığını yaşıyan karardan bu konuya ilişkin pasajları aktarıyoruz. Okur, metnin tamamına sitemizden erişebilir: (https://www.gercekgazetesi.net/dip-bildirileri/kurt-hareketinin-tarihsel-gerilemesi-ve-proleter-anti-emperyalist-enternasyonalist)
Yani Öcalan bir hamle yaptığında HDP her zaman uygun adım davranmıyor. HDP’yi son dört yıldır PKKve/veya İmralı ile özdeşleştiren iktidar ve yandaş basının bütün bunları görmezden gelmesi olağan. Ama biz HDP’nin 23 Haziran’a ilişkin çağrısı açısından henüz nihai adımın atılmış olmadığını biliyoruz. Nitekim, HDP Merkez Yürütme Kurulu 23 Haziran’da “İstanbul İttifakı” adı altında Ekrem İmamoğlu’nu destekleme kararı almış bulunuyor. Ama sürecin daha başındayız.Ya Öcalan yeni ve daha ileri açıklamalar yaparsa?
Şunu saptayalım: HDP çok ağır bir sorumluluk karşısındadır. İmam Taşçıer ve Nurettin Demirtaş AKP’ye oy verilebilir diyor. Bunun için AKP’nin MHP’den kopmasını bile gerekli görmüyor. Buna karşılık, Selahattin Demirtaş Cumhur İttifakı’nı “faşist blok” olarak niteliyor. HDP “faşist blok”a oy çağırabilir mi?
Bırakın insanlar hakikati konuşabilsin
Her halükârda şimdiden Cumhur İttifakı’nın oyları arttırılmış bulunuyor. Ne diyor İmam Taşçıer? “Geçmiş seçimlerde AKP'ye oy veren 300 bine yakın Kürt vardı. Bunlar da 31 Mart seçimlerinde AKP'ye oy vermedi.” Demek ki bu Kürtler her seçimde HDP’nin seçim politikasına kulak asmıyor. İşte, Taşçıer’in hesabı doğruysa, bu 300 bin Kürt’ün en azından bir bölümü, HDP’nin seçim politikası ne olursa olsun, Cumhur İttifakı’na oy kullanacaktır. Başından itibaren meşru sorular soranların sesini bastırmak yerine Kürt halkının CHP ve Millet İttifakı’nı oluşturan politik güçlere yönelik haklı kaygılarını dile getiren bir söylem izlense ve bu söyleme Selahattin Demirtaş’ın tanımı ile “faşist blok”a karşı uzlaşmaz bir tutum eşlik ediyor olsa buna söylenecek bir şey olmazdı. Ayrıca Kürt halkının Millet İttifakı’na oy vermesi, Türk ve Kürt halkının hürriyet mücadelesinde birleşmesi olarak görülemez. Türk halkı, Kürt halkının ezilmesini kendi boynundaki bir zincir olarak görmeden yani Kürt halkının eşitliğini ve kendi kaderini tayin hakkını tanımadan gerçek bir birlikten ve ortak mücadeleden bahsedilemez. Faşist İyi Parti’yi ittifakın merkezine alıp, AKP ile milliyetçilik yarışına girip, Kürtlerin sadece oyunu isteyen, partisine vebalı muamelesi yapan bir hürriyet cephesi olmaz. Bu yüzden Kürt halkından gelen eleştiri ve sitemler kıymetlidir. Bu sitem ve eleştirileri istibdada karşı mücadele etmek için öne sürenlerle hürriyet mücadelesinde birlikte yürümek için her şeyi yapmak gerekir. Öte yandan bu eleştirileri birer gerekçe haline getirip Kürt oylarının açıkça bu “faşist blok”a yönlendirilmesini meşru kabul etmek tarihi bir vebaldir.
Bırakın insanlar hakikati konuşabilsinler. Haklı soruların bastırılmasının istibdad cephesine yaradığını görmüş bulunuyoruz.
Ek: Devrimci İşçi Partisi’nin “Kürt Hareketinin Tarihsel Gerilemesi ve Proleter, Anti-Emperyalist, Enternasyonalist Bir Siyasetin Gerekleri” başlıklı 5. Kongre Kararı’ndan:
İmralı ve HDP içinde ona yakın duran unsurlar “açılım” politikasını Erdoğan’ı desteklemekle özdeşleştirirken, HDP’nin yönetiminde Demirtaş önderliğinde bir ekip adım adım Erdoğan’dan uzaklaşmış, ona sert bir muhalefet yapmaya başlamıştır. Bu çatallaşmanın doğasını kavrayabilmek için Gezi sonrası halk isyanının ve Kobani Serhildanı’nın doğru bir analizini yapabilmek gerekir. Demirtaş’ın pozisyonu, bu iki toplumsal olayın parlamenter politikaya reformist tarzda tercümesidir. İmralı ise Batı’da Türk halkının, Kürt illerinde ise Kürt halkının isyanının karşısında durmuş ve Erdoğan’ı desteklemekte inat etmiştir. Demirtaş kanadının Erdoğan’a muhalefete geçişi kolay sağlanmamıştır. Başlangıçta Demirtaş Gezi halk isyanına karşı İmralı’dan bile daha tutucu yaklaşmıştı. Fakat HDP’nin Türk solu ile iç içe olması ve daha da önemlisi Batı’nın büyük kentlerinde “beyaz Türk” olarak anılabilecek yeni küçük burjuva katmanlarda (serbest meslekler) ve proleter ve yarı-proleter üst katmanlarda (plaza çalışanları ve diğer beyaz yakalılar) Kürt sorunu konusunda gelişen duygudaşlık, halk isyanının bir an önce parlamenter güce tahvili bakımından Gezi’yi HDP’ye çekici kılmaya başlamıştır. Araya 2013 sonunda 17-25 Aralık krizinde Erdoğan’ın bir kez daha sarsıntı yaşaması girince, HDP yönetiminin bir kanadı gittikçe Erdoğan’ın zayıfladığına ve ona muhalefetin prim yapacağına inanmıştır.
Demirtaş, 2018 Şubat ayında yargılanmasının başladığı duruşmada, İmralı’nın, hükümetle işbirliği içinde, kendisine 2014’te cumhurbaşkanlığı seçiminden çekilmesi, 2015’te ise 7 Haziran genel seçimlerine parti olarak girmemesi için “tavsiye”de bulunduğunu açıklamıştır. Her iki önemli politik dönüm noktasında da İmralı’yı yöneten saikin Erdoğan’ı korumak olduğu kuşku götürmez. Böylece, bu gecikmeli açıklama, Türkiye siyasi tarihinde İmralı’nın son yıllarda oynamış olduğu gerici rolü açık biçimde kanıtlamış bulunmaktadır. Eklemek gerekir ki, Demirtaş’ın açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla benzer bir örnek 2010 Anayasa Referandumu’nda da yaşanmış, İmralı Demirtaş’a referandum karşısındaki boykot tutumu yerine evet denilmesinin düşünülmesini söylemiştir. Görülüyor ki, İmralı en azından 2009 “açılım” süreci başlayalı beri hep Erdoğan’ın yanında olmuştur. Ve bu, halk isyanlarının etkisinin en yoğun olduğu 2014-2015 özel döneminde hareket içinde kendisininkine karşıt bir eğilim doğmuş olduğu için çıplak olarak karşı devrimci bir karakter kazanmıştır. Kürt hareketi içindeki bu çatallaşma anlaşılmaksızın bugüne nasıl gelindiği anlaşılamaz. (Madde 9)