“İmralı süreci”: Amaç barış değil, tasfiye ve savaş!
AKP hükümetinin bir süredir MİT aracılığıyla Öcalan’la yaptığı görüşmeler, cezaevlerindeki açlık grevlerinin Öcalan’ın çağrısıyla sonlandırılmasının ardından 3 Ocak’ta Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata’nın İmralı’ya gidişiyle birlikte bir üst düzeye taşındı. Geçen yaklaşık bir aylık süre içinde dar anlamda Kürt sorunu bağlamında da, Suriye konusunda da barış rüzgârlarından çok savaş rüzgârlarının esmekte olduğu söylenebilir. AKP hükümetinin ve çeşitli siyasi aktörleri ile Türkiye burjuvazisinin bir barış peşinde olmadığı, Suriye’de olası bir savaş sırasında Kürt hareketini tarafsızlaştırmayı planladığı adım adım ortaya çıkıyor.
AKP hükümetinin bir süredir MİT aracılığıyla Öcalan’la yaptığı görüşmeler, cezaevlerindeki açlık grevlerinin Öcalan’ın çağrısıyla sonlandırılmasının ardından 3 Ocak’ta Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata’nın İmralı’ya gidişiyle birlikte bir üst düzeye taşındı.
AKP hükümeti, süreci “silah bıraktırma” olarak tanımladı. Erdoğan savaşan iki gücün barışmasına yönelik bir dil kullanmak yerine sürekli karşı tarafı aşağılayan bir tavır içinde. CHP, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “hükümete son bir kredi açtık” sözleriyle silah bıraktırma hedefine destek verdi. MHP ise beklenildiği gibi gelişmeleri “bölünme süreci” olarak tanımladı, AKP’yi BDP ve PKK ile aynı çizgiye gelmekle suçladı. CHP içinde Kılıçdaroğlu’na muhalif olan kanat da MHP ile paralel bir çizgi izledi. Sorunun birinci derecedeki muhatabı olan BDP gelişmelere temkinli yaklaşmakla birlikte “barış süreci” üzerinde durdu. Umut doğduğunu söyleyerek genel anlamda olumlu bir tutum sergiledi. BDP’nin başını çektiği Halkların Demokratik Kongresi içindeki bileşenler de BDP’den farklı bir değerlendirmede bulunmazken solun genelinde umut ve barış söylemlerinin hâkim olduğu söylenebilir. Tüm bunlara TÜSİAD’ın süreci destekleyen açıklamalarını ve Fethullah Gülen’in “gerekirse el de öpülür etek de” diyerek görüşmelere destek olan tutumunu eklemek gerekir.
Bu dönemde sadece Devrimci İşçi Partisi sürecin başında yayınladığı bildiri ile Öcalan’la başlatılan görüşmelerin, Kürt hareketinin askeri ve siyasi tasfiyesini hedeflediği ve barış arayışı bir yana Ortadoğu’da Türkiye’nin Suriye başta olmak üzere gireceği yeni kanlı maceralara bir hazırlık olarak yorumlanması gerektiği tespitini yaptı. Geçen zaman DİP’in tespitlerini tamamen doğrular nitelikte oldu.
Öncelikle devlet silah bıraktırmayı hedeflediği için ve bunu sadece ikna yöntemiyle (araya hareketin tarihsel lideri Öcalan sokulsa bile) başaramayacağını bildiği için barışçıl bir rota izlemek yerine saldırılarını arttırdı. 9 Ocak’ta Paris’te 3 PKK’linin suikastle öldürülmesini, 13 Ocak’ta Mardin’de PKK bölge sorumlusunun polis operasyonu yapılan evde infaz edilmesi, 15 Ocak’ta da Kandil’e hava saldırısı takip etti. Bu gidişat elbette ki Kürt tarafında tepkiye yol açtı ve Ahmet Türk bu tepkiyi “samimiyetten bahsedenler Kandil’e bomba yağdırıyor” diyerek ifade etti. Erdoğan Ahmet Türk’e aynı sertlikle cevap vermekle yetinmedi, İmralı görüşmeleri için Ahmet Türk’e verilen izni de kaldırdı.
Devrimci İşçi Partisi’nin “Ne oyalama, ne tasfiye, Kürt sorununun çözümü!” başlığını taşıyan bildirisinde bir başka vurgu da PKK’nin silahsızlandırılmasının Kürt coğrafyasında Amerikancı Barzani güçlerinin tek silahlı güç olarak kalmasına yol açacağı, bunun da Türkiye hükümetinin ABD emperyalizmi ile birlikte güttüğü Suriye politikasının bir parçası olduğuydu. Bu politika, Esad’ın devrilmesi için Suriye’de nüfusun yüzde 10’unu oluşturan Kürtlerin de Türkiye ve emperyalizm destekli muhalefetin (başta Özgür Suriye Ordusu/ÖSO) yanında yer almasını hedefliyor. Oysa Suriye’de Rojava bölgesinde güçlü bir etki alanı oluşturan PKK ile yakınlığı bilinen PYD örgütü ÖSO ile çatışma halinde.
Öcalan’la yapılan görüşmelerde, PYD’nin tutumunu değiştirmesi yönünde kendisinin inisiyatif almasının tartışıldığı pek çok kez basına yansıdı. Öcalan’ın kardeşi aracılığıyla “Suriye Kürtleri altı kenti ele geçirmekle bu sorunu çözemezler. Araplarla, Yahudilerle, Hristiyanlarla tüm halklarla ilişki içinde olsunlar” mesajı pekâlâ bu çerçevede yorumlanmaya müsaittir. Nitekim, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun önce Davos’ta daha sonra da TBMM bütçe görüşmelerinde PYD’nin Esad karşısında muhalefetle hareket etmesi gerektiği yönündeki vurguları da aynı eğilime işaret etmektedir.
Geçen yaklaşık bir aylık süre içinde dar anlamda Kürt sorunu bağlamında da, Suriye konusunda da barış rüzgârlarından çok savaş rüzgârlarının esmekte olduğu söylenebilir. AKP hükümetinin ve çeşitli siyasi aktörleri ile Türkiye burjuvazisinin bir barış peşinde olmadığı, Suriye’de olası bir savaş sırasında Kürt hareketini tarafsızlaştırmayı planladığı adım adım ortaya çıkıyor.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2013 tarihli 40. sayısında yayınlanmıştır.