İşçilerin gözünden 15-16 Haziran
14 Haziran Merter toplantısı
14 Haziran günü DİSK yönetiminin çağrısı üzerine DİSK’e bağlı sendikaların bölge temsilcileri ve fabrikalardaki baştemsilciler ve temsilciler Lastik-İş sendikasının İstanbul Merter’deki binasının toplantı salonunda bir araya geldiler. 800 kişinin katıldığı bu toplantıda büyük bir heyecan içinde mücadelenin biçimleri tartışıldı, sonunda alınan kararlar dakikalarca ayakta alkışlandı. 15-16 Haziran’ın genelkurmayı bu toplantı idi!
Arçelik baştemsilcisi: “Türk İşçisinin Kurtuluş Savaşı”!
2.500 kişinin çalıştığı Arçelik fabrikasının baştemsilcisinin konuşmasından: “Arkadaşlar, 1970 senesi Türk işçisinin bilinçlenme uyanma senesidir. Arkadaşlar, icap ederse o Türk-İş’i ortadan kaldıracağız, iktidarı ortadan kaldıracağız, bizler bir kahve içmeye paramız olmaz iken alın terimizi sömüren işverenle işbirlikçi o çoban sülü denen kişi bu akşam Hilton’larda Boğaz’larda eğlenmektedir. Arkadaşlar, onlar orda Viski içerken biz 15 kuruşluk bir Terkoz suyunu dahi bulamıyoruz. 2.500 kişi olarak yarın sabahtan itibaren savaşa hazırız arkadaşlar. Bugün alınan bu Türk İşçisinin Kurtuluş savaşı için alınan kararı sabırsızlıkla bekleyen Arçelik işçisine ilk müjdeyi vermeye hazır ve yarından itibaren ölümse ölüm, direnme ise direnme, yürüyüş ise yürüyüş, hükümet basma ise hükümeti basma, Türk-İş’i ortadan kaldırmaksa… hazırız arkadaşlar.”
“Devlet de bir patrondur”!
Lastik-İş’in Vinylex fabrikasından bir temsilci konuşmasında şöyle diyordu: “Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu [Türk-İş] uzun zamandan beri patrondan yana çalışmaktadır, patronla elele vermiştir. Devlet de bir patrondur, devletle beraber sırt sırta vermiş vaziyettedir.”
“Amerikan köpeğidir bunlar”
Gıda-İş’in örgütlü olduğu bir un fabrikasının baştemsilcisi de DİSK’i ortadan kaldırmayı amaçlayan yasa mecliste oylanırken hazır bulunan az sayıda milletvekili için şunları söylüyordu: “…icap ederse öldüreceğiz, öleceğiz. 32 tane milletvekili değil bizim başımıza köpek getirmişler. Bizim başımıza köpek getirmişler, bu köpekleri kaldırmaya çalışacağız. Amerikan köpeğidir bunlar.” (Aslında 32 sayısı işçilerdeki bir yanlış izlenimdir. Oylamaya 230 milletvekili katılmıştır.)
15 Haziran: İşçi sınıfı devleti yokluyor
15 Haziran günü büyük çoğunluğu DİSK’e bağlı fabrikalar olmak üzere 115 fabrikadan yaklaşık 70 bin işçi İstanbul’un beş ayrı yöresinde (şimdiki E-5 veya D-100, Haliç, Bakırköy, Boğaz ve Levent) yürüyüşler yaptı, polis ve asker genellikle müdahale etmedi. Güreş terimleriyle işçi, devlete el ense yapmıştı!
“Bugün asker, yarın işçi olacaksınız”
15 Haziran’da İzmit’te de bir çatışma oldu. Bu çatışmayı bir işçinin ağzından dinleyelim: “Biz 15 Haziran günü Kandıra Sapağı’nı kestik. Yürümemizi engellemek için 10 sıra asker kol kola girip yola barikat kurdular. Yanımızda bir üsteğmen duruyordu. Arkadaşlarımız ona ‘Barikatı açın yürüyelim’ dediler. Üsteğmen arkadaşımıza küfür edip vurunca biz yürümeye başladık. Üsteğmen askerlere vur emri vermesine rağmen askerler bize karışmadılar. Biz askerlere hep şunu söyledik: ‘Bugün asker, yarın işçi olacaksınız, bize saldırmanın bir anlamı yok’ dedik.”
16 Haziran: Sınıflar arası meydan muharebesi
16 Haziran günü el ense bitti, güreş başladı. İşçiler bu kez 200 fabrikada iş bıraktı. Türk-İş üyesi işçiler ve bağımsız sendikalardan işçiler de yoğun şekilde yürüyüşe katıldılar. Bu sefer hedef şehrin merkeziydi: Taksim. Burjuvaziyi İstanbul’un su yolları korudu. Vapurlar işletilmedi, Haliç köprüleri açıldı. (Boğaz köprüleri henüz yoktu.) Her yerde barikatlar yarıldı, kimi yerde büyük çatışmalar yaşandı.
İşçi kadın tanka: “Çiğne beni çiğne!”
Bir öğretmen Vilayet’e doğru ilerleyen yürüyüş kolunda Beyazıt dolaylarında olanları anlatıyor: “Tankın üstünde askerler! Ellerinde silah! Parmaklar tetikte! Kara önlüklü bir işçi kadın attı kendini tankın önüne: ‘Çiğne beni, çiğne!’ Bir an duraksıyor tank. İşçiler uçtu mu, sıçradı mı, şahlandı mı? Tankı aştı işçiler! Tank selin ortasında kalan karataş gibi zavallı! Geri geri gitmeye başlıyor. Önümüzdeki tanktan duvar yıkılıyor. Kara önlüklü genç işçi kadını yerden kaldırıyorlar.”
“Polisler kaçışıyor, işçiler kovalıyorlardı”
Bir işçi temsilcisi Kadıköy’deki en büyük çatışmayı anlatıyor: “Söğütlüçeşme’ye geldiğimizde, Fenerbahçe Stadı çevresinde kalabalık işçi grupları ile polislerin çatıştığını gördük. Daha açık bir deyimle polisler kaçışıyor, işçiler kovalıyorlardı. Kadıköy istikametinden gelen bizim grup da polisin önünü kesince, polis sıkıştı, o semtlerde erişebildiği evlerin kapılarını zorlayarak korunmak amacıyla içeri girmeye çalıştı. Ancak çok evler kapılarını açmadı. Birçok polis önce başlarındaki beyaz miğferleri attı. Olmadı, üzerlerindeki resmi üniformaları çıkarıp attılar, polis olarak tanınmamak için… kendilerini Kurbağalıdere’ye atıp denize doğru yüzmeye çalışıyorlardı. Bu Kurbağalıdere’nin başka adla da bilindiği hatırlanınca herhalde kimse bunu istemezdi.”
“O iş ayrı, bu iş ayrı”
Bağımsız Otomobil-İş üyesi işçi anlatıyor: “Fabrikada bana Menderes propagandası yapan bir işçiyi bir ara elinde Türk bayrağı ile en önde gördüm. Ona ‘senin burada ne işin var?’ dediğimde ‘O iş ayrı, bu iş ayrı’ dedi.”
17 Haziran ve sonrası: Sıkıyönetim altında mücadeleye devam!
15-16 Haziran olayları o iki günden ibaret sanılır. Oysa mücadele bir dizi fabrikada günlerce iş bırakma ve iş yavaşlatma biçimleri altında devam etmiştir.
“Buyurun siz söyleyin de çalışsınlar”
Bir fabrikanın baş temsilcisi anlatıyor: “17 Haziran’da sıkıyönetime rağmen direniş bazı işyerlerinde devam etti. Benim çalıştığım Rabak Fabrikası’nın yanı sıra Demirdöküm, Elektrometal ve Sungurlar’da da direniş sürüyordu. 18 Haziran’da fabrikaya garnizon komutanı geldi, yanında yüksek rütbeli subaylar ve emniyet görevlileri vardı. Beni çağırıp işbaşı yaptırmamı istediler. Ben de kendisine ‘Buyurun siz söyleyin de çalışsınlar’ diye cevap verdim. İstanbul Garnizon Komutanı Sadettin Canberk ‘Neden çalışmıyorsunuz’ diye sorunca işçiler ‘Kanun değişsin, yöneticilerimiz serbest bırakılsın’ diye cevap verdiler.
Kemal Türkler: “Kapı öyle açılmaz böyle açılır”!
Sıkıyönetim ilanından sonra polis DİSK’in en büyük sendikası Maden-İş’e arama için gelmiştir. Sendikanın ve DİSK’in başkanı olan Kemal Türkler kendisinden, kilitli kapıları açmasını isteyen polislere, bu işlerle görevli insanların o anda sendika binasında olmadığını anlatarak kapıları açma talebine karşı direnmiştir. Gerisini bir Maden-İş üyesi işçinin ağzından dinleyelim:
“Sonra uzun süren bir tartışma oldu. Kemal Türkler çok sinirlendi ve polise nispet yaparcasına ‘Kapı öyle açılmaz böyle açılır’ diyerek gerildikten sonra tek bir tekme ile koca kapıyı aşağı indirdi. Polisler içeri girip arama yaptılar ama bir şey bulamadılar. Bu arada [Maden-İş Yönetim Kurulu Üyesi] Şinasi Kaya ‘Siz silah bulacağınızı sanıyordunuz. Maden-İş’te böyle bir şey bulamazsınız’ dedi ve orada bulunan işçileri gösterdi: ‘İşte bizim silahımız bunlar’”
Not. Bu dosyadaki bütün işçi ifadeleri ve tanıklıkları iki kaynaktan alınmıştır: Sırrı Öztürk’ün İşçi Sınıfı ve Sendikalar 15/16 Haziran (2001) kitabı ile Maden-İş Tarihi Çalışma Grubu tarafından hazırlanan Derinden Gelen Kökler, cilt I (2017) çalışması.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2020 tarihli 129. sayısında yayınlanmıştır.