Çorum’un dersi
28 Mayıs 1980’de başlayan ve 4 Temmuz’da doruk noktasına çıkarak 10 Temmuz’a kadar devam eden Çorum katliamının 40. yılındayız. 40 yıl önce, Maraş’tan sonra bir kez daha bilindik bir senaryo bu kez Çorum’da devreye sokuldu. 57 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı, yüzlerce ev ve işyeri tahrip edildi. Çorum katliamının ne anlama geldiğini anlamak için sadece 28 Mayıs ile 10 Temmuz arasında geçen yaklaşık 1,5 aylık döneme bakmak yetmez. Çorum katliamının nasıl ortaya çıktığı, devletin haftalar boyunca neden göz yumduğu ancak o günün Türkiye’sinin içinden geçmekte olduğu sürece bakılarak anlaşılabilir.
Çorum katliamının başlamasından önceki aylarda Tariş işçileri ülkeyi sarsmaktadır. Devlet devrimci, sosyalist fikirlere sahip işçileri fabrikalardan temizlemek amacıyla eski işçileri işten çıkarıp yerlerine yeni işçiler almaya girişmiş ancak başarısız olmuştur. Bunun üzerine fabrikayı tatil edip o sırada işçileri işten çıkartmaya kalkınca Tariş işçileri devletin bu kararını tanımadıklarını ilân ederek fabrikayı işgal etmiş, fabrikanın savunulması çevre mahallelere de yayılan büyük bir direniş halini almıştır. Günlerce süren çatışmalara rağmen direniş kırılamamış, devlet ancak panzerlerle barikatları yıkıp fabrika kapılarından girerek, yüzlerce işçiyi tutuklayarak mücadeleyi bastırabilmiştir. Diğer yandan Yeni Çeltek’te maden işçileri, 1975’ten itibaren sahip oldukları sendikal örgütlülüklerini güçlendirmiştir. Patron, toplu sözleşme görüşmelerinde işçilerin taleplerini redderek maden ocağını kapatmaya kalkınca işçiler madeni işgal edip üretime el koymuştur. Bu işgal ve direniş ancak 12 Eylül askeri darbesi ile kırılabilmiştir.
İşçi hareketinin 60’lı yılların ortalarından itibaren yükseldiği, 70’lerin sonuna doğru ise bu yükselişin bir bakıma durma noktasına geldiği Türkiye’de, 1980’in hemen öncesinde kendini gösteren yeni bir güçlü dalganın ilk ve belki de en sarsıcı örnekleridir bu mücadeleler. 12 Eylül, bu dalga büyümeden, işçi sınıfının hem sendikal hem siyasal örgütlenmesine kalıcı bir darbe indirip burjuvazinin önünü açmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Çorum katliamı da darbeye giden yol, örtülü bir iç savaş ortamı ile birlikte döşenirken, bu iç savaş stratejisinin bir parçası olarak devletin gözetiminde, adeta bir askeri darbeyi çağırmak ve meşrulaştırmak amacıyla kışkırtılan, göz yumulan bir katliamdır.
MHP’li Gün Sazak’ın öldürülmesinin ardından faşistlerin, Çorum’da camiye bomba atıldığı, suların zehirlendiği yalanını yayması ile birlikte yaptığı intikam çağrıları sonucu Alevilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelere yönelik saldırılar başladı. TRT’de, olayların Çorum’da Alaaddin Camii’ne bomba atılması üzerine başladığına dair haberler gün boyu defalarca yayınlandı. Cami hoparlörlerinden bomba yalanı ile cihat çağrıları yapıldı. Ne polis ne de ordu haftalar boyunca devam eden saldırılar karşısında herhangi bir önlem almadı. Aksine halkın can güvenliğini nasıl koruyacaklarının değil, halkın kendini savunmak için mahalle mahalle kurduğu barikatları nasıl kaldıracaklarının hesabını yapıyorlardı. Ordu ise, Çorum’da yaşananları, 12 Eylül’e giden yolda bardağı taşıran son damla olarak gerekçe yapacak olmaktan memnun, Çorum’a gönderdiği generalinin bile sözüne güvenmiyordu. O dönemde Çorum’a giden birliğin başındaki Amasya 15. Tugay Komutanı Şahabettin Esengül, daha sonraki yıllarda verdiği bir röportajda caminin yanmadığına dair sözlerine “üst birlik komutanlarının” çok güç inandıklarını anlatıyordu.
Çorum’da yaşanan, işçi sınıfının sahip olduğu sendikal kazanımları, siyasi gücü elinden almak için gerçekleştirilen 12 Eylül’ün “koşulları”nı yaratmak üzere Alevilere yönelik mezhepçi saldırıların kışkırtılması ve katliama göz yumulmasıdır. Çorum’da katliama göz yumanlar, 12 Eylül’ün işçi sınıfının haklarına ve örgütlerine saldıranlar, aynı sınıfın, sermayenin çıkarına hizmet etmektedir. Çorum’un dersi de burada yatıyor. Evet, fabrikada, işyerinde, din, dil, mezhep, memleket ya da her neyse o temelde, patronların bizi bölmesine izin vermeyelim. Ama bu yetmez. Bununla birlikte, işçi sınıfı, sadece kendi hakları ve geleceğini savunmak için bile, mezhepçiliğe ve şovenizme karşı mücadelenin bir parçası olmalıdır. Bunun anlamı, bugün, işçi sınıfının, mezhepçiliğin ve şovenizmin, ekmek ve hürriyet mücadelesinin birlikte yükseltilmesine karşı kullanılmasına izin vermemesidir.