23 Temmuz: Erzurum Kongresi’nin 100. yıldönümü
20. yüzyıl Türkiyesi iki devrimle kuruldu. Burjuvazi bunu sanki büyük bir sır gibi saklıyor. Maalesef sol da ona yardım etmek için elinden geleni ardına koymuyor. 1908 Hürriyet devrimi “İttihatçı kafası” takıntısıyla yerin dibine sokuluyor. 1918-1923 ikinci burjuva devrimi ise Kemalizm, devrimden sonra ırkçı ve baskıcı bir yola girdiği için yok sayılıyor. Oysa bu iki devrim, bir ölçüde süreklilik içinde, Türkiye’nin kapitalizm-öncesi toplumun kısıtlayıcı sosyo-ekonomik yapılarından modern kapitalist çağa sıçrayışının önünü açmıştır. Her ikisinin başında da burjuvazi ve onun siyasi temsilcileri olan İttihatçı ve Kemalist kadrolar olması, bunların birer devrim olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. 1908 yalnızca İttihatçılar tarafından yapılmamıştır. Asıl büyük halk kitleleri İkinci Abdülhamid’in istibdadına karşı mücadeleye girdiği içindir ki gerçekleşebilmiştir. Milli Mücadele ve cumhuriyet rejimi için mücadele eden de sadece Kemalist önderlik değildir. Anadolu’da ve İstanbul’da komünist hareket de güçlü biçimde bu devrimin içinde yer almıştır.
İşte 23 Temmuz hem Hürriyet devriminin hem de Milli Mücadele’ye ilk büyük atılımını veren Erzurum Kongresi’nin yıldönümü olduğu için çok önemlidir.
Hürriyet devrimi: modern Türkiye’nin ilk devrimi
I. Meşrutiyet Abdülhamid tarafından ezilince, yeni bir toplumun kuruluşunu kurtuluş olarak görenler için tek bir yol kalıyordu: ihtilal, yani devrim, yani devlet iktidarını kitlelerin ve/veya silahların gücüyle ele geçirerek köklü değişiklikler yapmak. İşte Jön Türklerin İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni (Birlik ve İlerleme Derneği-Partisi) 1889'da kurmasını gerektiren de bu olmuştur. İttihat ve Terakki, modern Türkiye tarihinin ilk gizli devrimci örgütüdür. Birçok bakımdan zavallı bir nitelik taşıması, fikren çok yoksul olması, hizip savaşlarıyla felç olması, bir dizi unsurunun padişah tarafından satın alınması ve partinin devrimden sonra gericileşmesi, bu gerçeğin üstünü kapatamaz. Bunlar, 19. yüzyılın ortasına kadar devrimci bir sınıf olan burjuvazinin 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde gelişmiş ülkelerde karşı devrimci bir karakter kazandığı gibi, bizim gibi geri ülkelerde de devrimi sonuna kadar götüremeyecek kadar ürkek hale gelmesinin birer ürünüdür. Ama ortada bir gizli devrimci örgüt vardır ve bu örgüt 1908'de koskoca padişahı dize getirmiştir!
Devrimin önderi olan Jön Türk subayları (en başta Enver ve Resneli Niyazi Bey’ler) Balkanlarda Sultan’a karşı özgürlük mücadelesi veren Makedon gerillalara karşı Osmanlı'nın kirli savaşını yürütürken devrimcileşmişlerdir. Bugün her boydan ve soydan liberalin Jön Türklere "komitacı" diye saldırmasının tarihi arka planı budur işte: "komitacı", Balkan gerilla devrimcilerinin adıdır. Enver ve Niyazi gibi devrimci Jön Türklere "komitacı" diye saldırmak, ezemedikleri gerillaların yöntemini olduğu gibi benimsedikleri için, yani kendileri devrimcileştikleri için onları aşağılamaya çalışmak demektir.
Jön Türkler silahlı mücadelelerinde çabuk başarıya ulaşmışlardır. 23 Temmuz 1908’de önce Makedonya'da devrimciler II. Meşrutiyet'i ilan etmişler, sıkışan padişah da aynı akşam bu kararı onaylamıştır. Devrim zafere ulaşmış, Türkiye'de burjuva devriminin ilk sayfası böylelikle açılmış olmaktadır. Bu sayfanın tamamlanması ise yaklaşık 9 ay sonra olacaktır. Eski takvimle 31 Mart, bugünün takvimiyle 27 Nisan 1909’da İstanbul’da bir karşı devrim patlak vermiştir. Sultan bu karşı devrimi fırsat bilerek istibdada geri dönüşün fırsatını kollarken Selanik ve Edirne’den silahlı kuvvetler ile halkın silahlı güçlerini birleştiren Hareket Ordusu İstanbul üzerine yürümüş, Abdülhamid’i tahttan indirmiş, onu Selanik’e sürgün yollarken tahta çok zayıf bir veliahtı geçirmiştir. Böylece, istibdad rejiminin geri gelmesi olasılığı büyük ölçüde def edilmiş olmaktadır.
Erzurum Kongresi, Hürriyet devriminin tarihini seçiyor
Bu yıl, 2019, Anadolu’nun adım adım emperyalizmin işgali altına girdiği, Sultan’ın ise emperyalist işgalcilerle iş birliğine dayalı bir politika güttüğü dünya savaşı sonrası dönemde yaşanan bir dizi olayın 100. yıldönümü. Burjuvazinin medyası ve aydınları 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasını, emperyalist boyunduruktan kurtulmak için verilen Milli Mücadele’nin başlangıcı olarak sundular, yere göğe koyamadılar. Oysa 19 Mayıs’ın modern Türkiye tarihinde hiçbir önemi yoktur. Birincisi, Milli Mücadele, Mustafa Kemal Samsun’a çıkmadan çok önce, Anadolu’nun dört bir köşesinde kurulan Redd-i İlhak ve Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetleri aracılığıyla zaten başlatılmıştı. Osmanlı’nın savaşının bitişini simgeleyen Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918’de imzalanmasından sonra Padişah’ın İngilizlerle iç içe çalışması dolayısıyla kendi başının çaresine bakmak zorunda kalacağını anlayan Anadolu halkı, en başta eşraf, mütegallibe, bürokratlar ve askerler, aydınlar, yer yer şeyhler, şıhlar, aşiret reisleri vb. zaten kendi mücadelelerini başlatmışlardı.
İkincisi, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’ta Anadolu’ya çıktığında kafasında ciddi hiçbir plan program yoktu. Mustafa Kemal Samsun’a indikten sonra gerçek bir hat çizmiştir kendine. Bunun ayrıntısına burada girmemiz gerekmez. Sadece şunu bilmek yeterli: Mustafa Kemal’in daha sonraki mücadelesine politik açıdan damga vuracak beyanname ve örgütsel olarak içinden yürüyeceği temsil heyeti sistemi 23 Temmuz’da Erzurum’da toplanan kongrede kararlaştırılmıştır. Bu kongrenin örgütlenmesinde ise Mustafa Kemal’in katkısı hemen hemen yoktur. Kongre Şarki (Doğu) Anadolu Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nin, yani esas olarak Erzurum ve Trabzon hâkim güçlerinin ve onların başındaki Kâzım Karabekir Paşa’nın eseridir. Mustafa Kemal ilk kez burada, en yüksek rütbeli asker olduğundan ve Çanakkale savaşından gelen yüksek prestijinden dolayı hareketin lideri olarak öne sürülmüştür. Erzurum’un bir özelliği de açılış tarihini bilhassa modern Türkiye’nin birinci devrimi olan Hürriyet devriminin yıldönümüne rastlatacak şekilde seçmesidir. Devrimci geleneğe sahip çıkılmıştır.
Erzurum Kongresi’ni, 4 Eylül’de açılan Sivas Kongresi’nin izlediği biliniyor. Sivas Kongresi’nin önemi, Osmanlı’nın, nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğu topraklarında verilmekte olan mücadeleleri ilk kez merkezileştirmesinde yatar. Bu kongrede kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılana kadar mücadelenin örgütsel zemini olmuştur. Mustafa Kemal de bu kongrenin Heyeti Temsiliyesi’nin başkanı olarak gücünü adım adım pekiştirmiştir. Ama onun dışında Sivas Erzurum’un kazanımları üzerinde yükselir ve örgütlenme bakımından da ondan çok daha zayıftır.
Milli Mücadele’nin ve Türkiye’nin ikinci burjuva devriminin başlangıcı 19 Mayıs değildir. İki burjuva devriminin ortak tarihi olarak 23 Temmuz çok daha anlamlı bir tarihtir. Ama esas dönüm noktası, Sultan’ın egemenliğine fiilen son veren Büyük Millet Meclisi’nin açılış tarihi, yani 23 Nisan 1920’dir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2019 tarihli 118. sayısında yayınlanmıştır.