Post-Leninizmin sınavı

Syriza yükselen bir sınıf mücadelesinin dalgası üzerinde, ön devrimci bir durumda iktidara yaklaşmış bulunuyor. Şimdi onyıllardır Marksistlerin “ezberini bozma”ya çalışanlar, Marx’ın kriz teorisinden başka hiçbir şeyin açıklayamayacağı bir durumla başa çıkmak zorunda. Onyıllardır Lenin’e sırt çevirenler tarihte en iyi Lenin’in anladığı devrim sorunlarıyla başa çıkmak zorunda. Syriza deneyimi post-Leninizmin hakiki doğasını ortaya koyacak. Düzenden yana mı, devrimden mi? Marksizme sırt çevirenlerin bu çağda devrimci, yani antikapitalist olması mümkün müdür? İşte size sınav. Hep birlikte izleyelim.

Dünya solu 20. yüzyılda kendi içinde üç karşı devrim yaşadı. İlki 1914’te sosyal demokrasinin emperyalist burjuvazinin savaş politikasına iltihakı ile ortaya çıktı. Ama 1917 devrimi dünya solunu yeniden ayağa kaldırdı. Hareket sosyal demokrat ve komünist kanatlara bölündü. Marksizmin enternasyonalist ve devrimci proleter hattının bayrağını komünist hareket devraldı.

 

İkinci karşı devrim 1930’lu yıllarda geldi. Sovyet proleter devletinin içinden çıkarak yükselen bir bürokrasi, Stalinizmin yönetiminde devleti kendi hâkimiyet aracı haline getirerek yozlaştırdı. Buna paralel olarak uluslararası komünist hareketi de kendi uzantısı düzeyine indirgedi. Enternasyonalizmi boğdu, devrimciliği iğdiş etti, geriye adı “komünist”, kendi resmi sol partiler bıraktı. Bu “komünist” partiler, emperyalist ülkelerde resmi düzenin sol kanadı haline geldi; Türkiye, Endonezya, Brezilya ve sayısız ülkede ise burjuva devriminin soldaki ayağı… Uluslararası proletaryanın devrimci örgütlenmesinin aldığı bu ikinci darbeye karşı bütünsel ve programatik bir anlamda sadece Lev Trotskiy’in önderlik ettiği IV. Enternasyonal geleneği mücadele ediyordu.

Ne var ki, ikinci karşı devrimin ilkinden bir farkı vardı. İlki, kendi düzen yanlılığını ve milliyetçiliğini Marksizmin devrimci ve enternasyonalist kabuğuna sığdıramadığı için kabuğu fırlatıp atmış, anti-Marksist bir kisveye bürünmüştü. İkincisi ise tersine Marksist kabuğu korumuş, ama içeriği bütünüyle reformist ve milliyetçi hale getirmişti. Bu farkın nedeni, Stalinist Sovyet bürokrasisinin (ve onu izleyen Çin vb. ülke bürokrasilerinin) çıkarının o aşamada işçi devletlerinin korunmasında yatması idi. Bürokrasi hem sosyalizme geçiş ekonomisinin hücrelerinde hayat buluyordu, hem de kendini Ekim devriminin mirasçısı gibi göstererek uluslararası proletaryanın içinden tekrar ve tekrar fışkıran devrimci eğilimleri kendi kanallarına akıtarak öğütüyordu. (Küba devriminin evcilleştirilmesinin öyküsü, bunun en olgun ifadesidir.)

Kabuk korunmuştu, ama bunun bedeli Marksizmin salt bir kabuk halini almasıydı. 1991’den itibaren Sovyetler Birliği’nde, Doğu Avrupa’da ve başka yerlerde bürokrasi kapitalizme dönüşün öncülüğünü yapmaya başlar başlamaz, sözde “komünist” partiler de Marksizme sırt çevirdi, yüzünü liberalizme döndü, bizim post-Leninist dediğimiz bir yönelişe girdi. Yeni dünyayı anlamak için “ezber bozmak” gerekiyordu, sosyalizm yenilmişti, Marksizm yetersizdi, yeni partiler, hatta “parti olmayan parti”ler gerekiyordu. Üçüncü karşı devrim başlamıştı.

Post-Leninizm, Brezilya’da İşçi Partisi (PT) idi, Almanya’da Sol Parti (Die Linke) idi, İtalya’da Komünist Yeniden Kuruluş Partisi (PRC) idi, İspanya’da Birleşik Sol (IU) idi, İskoçya’da İskoç Sosyalist Partisi (SSP) idi. Brezilya’da Lula ile iktidar oldu, kendini rezil etti, çeyrek yüzyıllık mücadeleyi sattı, sınıf barikatının öteki yanına geçti. İtalya’da burjuvazinin koalisyon ortağı oldu, emperyalizmin Ortadoğu savaşlarına ve kemer sıkma politikalarına destek oldu, sınıf barikatının öteki yanına geçti.

Yunanistan’da Syriza da post-Leninizmin temsilcisidir. Ama Yunanistan hem Brezilya’dan hem İtalya’dan farklı bir deneyim yaşıyor. Brezilya’da Lula’yı iktidara getiren zafer sadece parlamenterdi. İtalya’da PRC zaten küçük ortaktı. Syriza ise yükselen bir sınıf mücadelesinin dalgası üzerinde, ön devrimci bir durumda iktidara yaklaşmış bulunuyor. Şimdi onyıllardır Marksistlerin “ezberini bozma”ya çalışanlar, Marx’ın kriz teorisinden başka hiçbir şeyin açıklayamayacağı bir durumla başa çıkmak zorunda. Onyıllardır Lenin’e sırt çevirenler tarihte en iyi Lenin’in anladığı devrim sorunlarıyla başa çıkmak zorunda. Syriza deneyimi post-Leninizmin hakiki doğasını ortaya koyacak. Düzenden yana mı, devrimden mi? Marksizme sırt çevirenlerin bu çağda devrimci, yani antikapitalist olması mümkün müdür? İşte size sınav. Hep birlikte izleyelim.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Haziran 2012 tarihli 32. sayısında yayınlanmıştır.