Halk ve sağlık emekçileri mağdur oluyor, Sağlık Bakanı övünüyor
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin iyiye doğru gittiğini göstermek için birtakım veriler paylaştı. Bakan Koca, aylık poliklinik muayene sayısının 2020’de 13 milyonken şimdi 26 milyona ulaştığını, günlük randevu sayısının ise 600 binlerden 900 binlere çıktığını, geçen yıl toplam ameliyat sayısının 6,6 milyonken bu yıl henüz bitmeden bu sayının 5,8 milyona geldiğini övünerek açıkladı. Oysa sağlık merkezlerine tedavi amacıyla başvurunun artmasının endişe edilecek bir durum olması gerekir. Sağlık Bakanının, “Toplum geçmişe göre acaba daha çok mu hasta oluyor?” diye düşünmesi gerekirken, övünmesinin altında yatan başka nedenler var.
Sağlık hizmetlerinin temel amacı insanların hasta olmasını önlemek olmalıdır. Toplumda önlenebilir hastalıklara yakalanan ne kadar çok insan varsa sağlık hizmetleri o derece başarısız demektir. Hastalıkları önleme uğraşına girmeden sadece tedavi etmeye odaklanmak, bataklığı kurutmakla uğraşmayıp sivrisinekle mücadele etmeye benzer. Türkiye’de olan budur. Sağlık hizmetleri halkın sağlığını korumak için verilmez çünkü sağlık sistemi kâr odaklı kurgulanmıştır. Kamu veya özel sağlık merkezlerine hasta başvurusu olmazsa sistem yürümez. Dolayısıyla mevcut sağlık sistemi sağlıksız bir toplum yaratarak varlığını sürdürmek zorundadır.
İnsanların hasta olmasını önlemek için onların yaşadığı ve çalıştığı alanlarda sağlık hizmetini sunmak gerekir. Böylece o ortamların da sağlık açısından uygun hale getirilmesi sağlanabilir. Hastalık yapma potansiyeli olan her türlü neden daha kaynağında etkisiz hale getirilir. Ülkenin sağlık hizmetlerinin de özellikle bu alanlara yoğunlaşması gerekir. Oysa Türkiye’de AKP’nin uygulamaya koyduğu “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile sağlık ocakları sistemi çökertildi, yetersiz de olsa iş yerinde sunulan ve iş yerini de denetleyen sağlık hizmetleri giderek kötüleşti.
Sağlıkta Dönüşüm Programı, özel hastane zincirlerinin, özel tıp merkezlerinin açılmasının önünü açarak, kamuda ise ilaç, tıbbi malzeme gibi alanları piyasaya terk ederek Türkiye sağlık ortamını tamamen kâr üzerinden işler hâle getirdi. Bu sistemin işlemesinin yegâne yolu hasta başvurusunu arttırmaktı. Bunu sağlamak için AKP, hastanelere erişimin önündeki engelleri kaldırdı, muayene sürelerini her geçen gün kısalttı. Bugün için Türkiye’de doktor başına düşen başvuru sayısı 2000’lerin başına kıyasla 3,5-4 kat artmış durumda. Geçmişe göre hastanelere daha kolay erişiliyor ancak ne toplum daha sağlıklı ne de sağlık emekçilerinin nitelikli sağlık hizmeti sunacağı bir sağlık ortamı var.
Sağlık merkezlerine bu kadar fazla başvurunun olması sağlık emekçileri üzerinde de olumsuz etkiler yaratıyor. Sağlık emekçileri; yaptığı işten zevk almayan, yaptığı iş üzerinde söz hakkına sahip olmayan, örgütlenmesi önünde ciddi engeller bulunan şartlarda çalışıyor. Özlük hakları erirken, çalışma koşulları kötüleşiyor.
2000’ler öncesine kıyasla hastanelere erişimin kolaylaşmış olması bir süreliğine halkın memnuniyetini kazanmıştı. Ancak ekonomik krizle beraber sağlık hizmetlerinden alınan katkı paylarının ciddi şekilde artması, özellikle kamuda sağlık emekçilerinin özlük haklarında ve çalışma koşullarında kötüleşmeye bağlı olarak kamudan ayrılmaları, kamuda sağlık hizmetlerinin niteliğini düşürmüştü. Bu da halkta hoşnutsuzluk yaratmıştı. Sağlık emekçilerinin koşullarının iyileştirilmesi için yaptıkları eylemler sonucunda hükümet, özlük haklarında yetersiz de olsa iyileştirme yapmak zorunda kaldı. Şimdi hükümet, sağlık emekçilerine “maaşınıza zam yaptık, şimdi seçime kadar benim istediğim şekilde çalışacaksınız” demektedir. Bakan, hem halkın memnuniyetini geri kazandığını düşündüğü için hem de sağlık piyasasının kârına kâr kattığı için övünmektedir. Toplumun sağlıklı olmasını sağlaması gereken sağlık sisteminin kendisi, sağlıksızlığın nedeni haline gelmiştir. Hem halk hem sağlık emekçileri sistemin mağdurudur. Fail ise sağlığı piyasalaştıran sağlık politikaları ve onun uygulayıcılarıdır. Sendikalar ve meslek örgütleri piyasacı sağlık politikalarına karşı bütünlüklü bir mücadele programını bir an evvel oluşturup hayata geçirmelidir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2022 tarihli 159. sayısında yayınlanmıştır.