ÇHD Davasında “Komedi” Tamamlandı!
Şiar Rişvanoğlu (ÇHD davasının savunma avukatlarından)
Tarih Karl Marx’ı hemen her vakada doğrulamaya devam ediyor. “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” adını verdiği incelemesine Karl Marx şu şekilde başlar: “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi olarak.”
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) davasında 2013 yılında, 1. etapta tutuklamalarla, işkencelerle başlayan ve sanıkların tamamının avukat ve ÇHD üyesi olduğu “trajik” yargılama, 2. etapta 11 Kasım’da Silivri’de oynanan “komedi” ile nihayetlendi. Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve derneğin üyesi 21 avukatın yargılandığı davada karar 11 Kasım’da açıklandı. İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada; tutuklu yargılanan Kozağaçlı, Oya Aslan ve Barkın Timtik'e ve tutuksuz sanıklar Nazan Betül Vangölü Kozağaçlı, Avni Güçlü, Gülvin Aydın, Güray Dağ, Efkan Bolaç, Serhan Arıkanoğlu, Mümin Özgür Gider, Metin Narin, Sevgi Sönmez, Alper Tunga Saral, Rahmi Yılmaz ve Selda Yılmaz’a da "örgüt üyeliği"nden ceza ve tutuklu olan Kozağaçlı, Oya Aslan ve Barkın Timtik’in tutukluluk halinin devamına, ölüm orucunda hayatını kaybeden avukat Ebru Timtik hakkında “düşme kararı”, Şükriye Erden, Özgür Yılmaz ve Naciye Demir hakkında da "düşme" kararı ile propaganda suçundan ceza ve ayrı ayrı hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları verildi.
“Trajedi” ve “komedi”nin genel seyri
Davanın ilk etabı 2013 yılında başladı. 20 avukatın sanık olarak yer aldığı İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılaması yapılan dosyanın soruşturmasını yürütenler, 15 Temmuz 2016 yılındaki darbe girişiminden sonra ihraç edilen, tutuklanan ya da firar eden savcı ve emniyet görevlileri idi. Bu yargılama sürerken 2017’de ikinci bir dava daha açıldı ve İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi görülen bu davada da sözde “delil”ler aynıydı ve bu davada sanık olarak yer alan bazı avukatlar da ilk davada da sanıktı. İkinci etapta ise; yargılama bir yıl sonra başladığında, avukatlar da bir yıldır tutuklu idi ve 5 gün süren duruşmada mahkeme heyeti oy birliğiyle tahliye kararı verdi. Aynı gece savcı karara itiraz etti ve tahliye edilen avukatlar hakkında aradan 24 saat geçmeden tekrar tutuklama kararı verildi. Tahliye veren hâkim de başka bir mahkemeye gönderildi ve mahkeme başkanlığına hâkim Akın Gürlek getirildi. Gürlek, avukatlar hakkında iddialarda bulunarak tutuklanmalarını sağlayan tanık Berk Ercan’ı soruşturma aşamasında tutuklayıp yargılama aşamasında da tahliye etmişti. Yargılamadaki en çarpıcısı sahnelerden birinde ise; aşağıda sıralayacağımız sayısız usulsüzlüğün yaşandığı yargılama sürecinin karar duruşmasında avukatlara dava açılmasında kilit rol oynayan ve “silahlı yağma”, “bıçaklı saldırı” gibi suçlardan hükümlü olan gizli tanık İ.Ö.’nün tam tamına 141 ayrı davanın gizli tanığı olduğu ortaya çıktı. O kadar ki; gizli tanık İ.Ö. bu duruşmada “Ben çok mahkemede tanığım, bu hangi mahkeme bilmiyorum” sözlerini dahi sarf edebildi!
Hiçbir hukuki zemini ve hakiki delili olmayan bu skandal davanın ve davanın dayandığı “sözde” soruşturmanın tamamı başından sonuna kadar, burjuva hukukunun bizzat kendi kurallarını dahi ihlâli anlamına gelen şu uygulamalarla yürütüldü: Sahte ve yaratılmış delillerin kullanılması, belgelerin orijinalinin istenmemesi ve duruşmada okunmamasına rağmen okundu denilmesi, gizli tanıkların yalan beyanları, tek hâkim tarafından verilen kararların heyetçe verilmiş gibi tutanaklara geçirilmesi, dosyaya giren belge ve tutanaklarla ilgili sanıklara ve avukatlarına yeterli söz hakkı verilmemesi, tanıkların usule aykırı olarak çağrılmaması, dinlenmemesi, çelişkilerin giderilmemesi, delillerin doğruluğunun ve geçerliliğinin bilirkişi incelemesiyle sağlanmaması, savunma delillerinin toplanmaması, hukuka uygun elde edilip edilmediği araştırılmayan dijital delillere dayanılması, yargılama sürecinde savunma hakkına sürekli müdahale edilmesi ve karardan bir gün önce de sanıkların ve bizim de içinde bulunduğumuz vekillerinin mahkeme başkanınca duruşma salonundan çıkarılması.
Davanın “hukuki” boyutu ne olursa olsun, istibdadın sisteme karşı gerçek anlamda mücadele eden kişi ve kurumlara yönelik özellikle son dönemde arttırdığı baskı ve sindirme politikasının açıkça ortaya serilmiş olduğu siyasi bir dava ve verilen karar da siyasi bir karardır. Tıpkı, son dönemde Şebnem Korur Fincancı ve Türk Tabipler Birliği’ne yapılanlar gibi!
ÇHD ve ÇHD’li avukatlar neden hedefte?
ÇHD kurulduğu yıldan bu yana (1974); Soma’da, Ermenek’te, yakın zamanda Bartın’da, tersanelerde, metal sanayiinde, nice nice iş cinayetinde can veren işçi sınıfının yiğit evlatlarının ve onların sınıf kardeşlerinin, köyleri, yaylaları, toprakları kâh altın için, kâh termik santraller, HES’ler, RES’ler için emperyalizm ve burjuvazi tarafından zehirlenen, yok edilen, yağmalanan yoksul köylülerin, çocuklarının/yakınlarının toplu mezarlardan çıkan kemiklerine “evladım/kardeşim/eşim/sevgilim/canım” diye sarılan Kürt halkının, yakılan, evlerine kırmızı çarpı konan, Gezi İsyanı’nda tekmelerle, gaz kapsülleriyle öldürülen Alevilerin, toprağa, suya, ormana, tüm doğaya ve onun canlı/cansız evlatlarına canları pahasına sahip çıkan çevre hareketi militanlarının, anbean tacize, tecavüze, her türden şiddete maruz kalan kadınların, şiddete ve ayrımcılığa tabi tutulan farklı cinsel yönelim sahiplerinin, velhasılı tüm ezilenlerin, direnenlerin, ayağa kalkmaya hazır olanların yanında olduğu için, onları savunduğu için, dün de bugün de hep burjuvazinin ve onun siyasi otoritesinin hedefinde oldu.
Burjuvazinin ve onun iktidarının amacı; ÇHD özelinde, ezilen sınıf, ulus, cins, cinsel yönelim ve tüm sosyal grupların korumasız/kalkansız bırakılması! Yani tam olarak onları önemli korumalarından/kalkanlarından, avukatlarından mahrum bırakarak; işçi sınıfını, yoksul köylülüğü, Kürt ve Ermeni halkları başta olmak üzere tüm ezilen halkları, Alevileri, kadınları ve sıralamaya çalıştığımız toplulukların tamamını sindirmek, ezmek ve bazen de (yine mümkünse!) 1909 Sis ve 1915 tüm coğrafya, Maraş, Sivas, ’93 konsepti uygulamaları ve son olarak Roboski örneğinde olduğu gibi fiziken ortadan kaldırmak! İşte tam da bu nedenle; sıraladığımız tüm bu kesimlere yaşamlarını perde eden, yeri geldiğinde canlarını ortaya koyan avukatlarını, yani ÇHD’yi, yani bu momentte bizi, hepimizi hedef alıyorlar!
İstibdad, kendileri için “dikensiz gül bahçesi”nin peşinde! O “diken”ler (yani ÇHD’liler, bizler) “yaşam hakkı” başta olmak üzere, en temel ve tartışılmaz hak ve özgürlüklerin, mesela çalışma hakkının, anayasa ve kanunlar önünde her anlamda –sınıf, ırk, milliyet, din, mezhep, inanç, bölge, cins, cinsel yönelim farkı/farkları gözetilmeksizin- eşit muamele görme hakkının, düşünce ve ifade özgürlüğünün, barınma hakkının, sağlık ve eğitim hakkının, insanca koşullarda yaşama hakkının ve bütün bunlarla birlikte; burjuvazinin hukuku bizi teslim aldığında “adil yargılanma hakkı”nın ezeli ve istikrarlı ve kararlı savunucularını sindirmenin, ezmenin, itibarını zedelemenin, gücünü zayıflatmanın, zindanlara hapsetmenin, hatta mümkünse Ceyhun Can gibi, Fuat Erdoğan gibi, Şevket Epözdemir gibi, Medet Serhat gibi, Tahir Elçi gibi fiziken yok etmenin!
Ama bizi susturmayı, sindirmeyi, ezmeyi asla başaramayacaklar! ÇHD’lilerin durumunu Selçuk Kozağaçlı duruşmada son sözünde şöyle ifade etti: “Yaptığımız tek şey avukatlıktır ve hikâyenin sonunda biz kazanacağız, çünkü iyiyi ve güzeli biz temsil ediyoruz!”
ÇHD Davası; işçi sınıfının, yoksul köylülerin ve tüm ezilenlerin davası olduğu ölçüde bizim de davamızdır. Bu davanın da, tıpkı diğerleri gibi sonuna kadar takipçisi olacağız!