Başyazı: İş ve aş direnişleri birleşmeli, hürriyet mücadelesi büyümeli!
Milyonlarca işçiyi ve ailesini ilgilendiren asgari ücrete, Temmuz ayında beklenen zam yapılmadı. Asgari ücret 17 bin lirada çakılı kalırken, açlık sınırı 20 bin liraya ulaştı. Milyonlar son bir zam haberi beklerken, İstanbul Çatalca’daki Polonez fabrikasında Tekgıda-İş sendikasında örgütlenen iki yüze yakın işçi kendilerine patron tarafından önerilen yüzde 25 zam ve bir ikramiye teklifini reddediyor ve bir işçi mücadelesi başlıyordu. Polonez işçileri sendikalaşmanın öncüleri işten atılınca üretimi durdurdu. Bunun üzerine yeni işçiler işten atılınca direnişlerini daha da büyüttü. Polis biber gazı sıktı, işçiler yılmadı. Kurulan barikatlar aşıldı, grev kırıcıları fabrikaya sokulmadı. İstanbul’da ormanın ücra bir köşesinde başlayan direniş Çatalca Kaymakamlığının önüne taşındı, işçiler direnerek haklılıklarını duymayan kulaklara duyurdu, görmeyen gözlere gösterdi. Polonez işçileri patrona ve kaymakamlığa geri adım attırdı. Bu irade ve örgütlülükleriyle zaferleri uzak değil. Polonez’e sendika girecek, atılan işçiler geri alınacak!
İşte Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkın önündeki yol ayrımı budur. Ne verecekler diye beklemenin sonu hüsrandır ama zafer de ancak grev alanlarında, meydanlarda kazanılır! Hak verilmez alınır! Örgütlü mücadele tek yoldur! Bu yolda Polonez işçileri yalnız değil. Esenyurt’ta Perfetti (Tekgıda-İş) sakız fabrikasında direniş, Gebze’de Mersen’de (Birleşik Metal-İş) grev, İzmir’de Kristal Yağ’da (Tekgıda-İş) ve Lezita’da (Öz Gıda-İş) grevler, Klas Klima’da (Birleşik Metal-İş) direniş, İskenderun’da Befesa (Birleşik Metal-İş) ve Yolbulan’da (Öz Çelik-İş) grevler, Sivas Erciyas’ta RC Ulaşım’da (Nakliyat-İş), Tekirdağ Çerkezköy’de YKK’da (Petrol-İş) mücadele sürüyor. Direniş kervanında sadece sanayi işçileri yok. Eğitim emekçileri öğretmenlik mesleğini piyasa mantığına tabi kılan, iş güvencesini tehdit eden Öğretmenlik Meslek Kanunu’na Ankara’da nöbet tutarak, domates üreticisi çiftçiler İzmir Kınık’ta “Çiftçiyi öldürdünüz cenazeyi kaldırın!” yazılı tabutla ve traktörleriyle eylem yaparak mücadele yoluna girdiler. Türkiye’nin dört bir yanında irili ufaklı pek çok mücadele sürüyor ve nice mücadeleler de sırada bekliyor.
Bu mücadeleleri birleştirmek ve büyütmek gerekiyor. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK, kemer sıkma programına karşı ortak mücadele kararı alıp bir bildiri yayınlamıştı. Konfederasyon yönetimleri hâlen bu doğru kararın gereğini yapmış ve işçi sınıfını birleştirecek eylem planları ortaya koymuş değil. Ama işçi sınıfının iş ve aş için konfederasyonların bürokratlarını bekleyecek hâli yok. Saydığımız mücadelelerde Türk-İş üyesi, Hak-İş üyesi, DİSK üyesi işçiler, KESK üyesi eğitim emekçileri var. Direniş alanında ayrı gayrı yok, işçinin emekçinin birliği var. Bu birlik sendika ve konfederasyon seviyesine yükselmeli. İşçilerin mücadeleleri fabrika ve iş yerlerinden meydanlara taşmalı. Açlık ücretleri böyle aşılır, sefalet dayatması böyle kırılır; iş, aş, hürriyet böyle savunulur!
Bu mücadele iş, aş ve hürriyet mücadelesidir. Emekçi halkın ekonomik sorunlarının yanında istibdadın baskısına ve zulmüne karşı hürriyeti kazanmanın yolu da örgütlü mücadeleden geçmektedir. Halkın oylarıyla seçtiği milletvekili Can Atalay, Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen hapiste tutuldu, milletvekilliği düşürüldü. Anayasa Mahkemesi defalarca kararında ısrar etti, yeni kararlar aldı ama bunları uygulatamadı. Anayasa sadece mecliste çiğnenmiyor. Anayasal hakkını kullanıp sendika üyesi olan işçilerin işten atıldığı, iş mahkemelerinde yıllarca süründürülen yetki davalarıyla toplu sözleşme hakkının gasbedildiği her iş yerinde Anayasa ayaklar altına alınıyor. Amerikalısı, Fransızı, Korelisi, Ürdünlüsü, Türkü fark etmiyor. Konu sermayenin çıkarı olduğunda fabrikaların, iş yerlerinin içinde orman kanunları işliyor. Kapısında da devletin polisi ve jandarması Anayasayı değil sermayenin çıkarlarını korumak üzere bekliyor. Anayasayı bu fabrikalara ve iş yerlerine işçiler birleşerek ve örgütlenerek bileklerinin gücüyle sokuyor. Demek ki hürriyet mahkeme celpleri ile değil, işçi sınıfının mücadelesiyle gelecek, başka yolu yok! Şüphesiz ki çözülmesi gereken sorunlar büyüdükçe birliği ve mücadeleyi de büyütmek gerekiyor. İşçilerin fabrikalardaki birliği, memleket sathında bir Birleşik İşçi Cephesi düzeyine yükseltilmeli. Ayrı gayrı demeden tüm işçi ve kamu emekçisi konfederasyonlarını, mimar, mühendis, tabip odalarını, baroları bir araya getiren bir emek platformu inşa edilmeli.
Yabancı-yerli sermayenin diktatörlüğüne karşı fabrikalara Anayasanın işçi mücadelesiyle sokulması, memleketin boynundaki emperyalist zincirlerin kırılmasının, NATO zilletine son verilmesinin, emperyalist işgal altındaki memleket toprakları olan İncirlik ve Kürecik üslerinin kapatılmasının ilk adımlarıdır. İşçilerin birliği ve halkların kardeşliği sınıf mücadelesiyle birlikte yükselecek. Düğünlerinde Kürtçe halay çektiği için insanları gözaltına alan, araçlarda “ölürüm Türkiyem” marşı dinletip işkence yapanlar değil, grevlerde el ele omuz omuza verip Kürtçe halayı birlikte çekenler, Karadeniz havalarıyla birlikte horon tepenler, Ege zeybeğini Trakya çiftetellisini birlikte oynayanlar kazanacak! Memlekete kardeşlik, iş, aş, hürriyet işçilerle gelecek!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2024 tarihli 179. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın.