Her yer Tekel, her yer Tahrir!

2008’de başlayan ekonomik krizle birlikte Avrupa’nın güneyi, özel olarak da Akdeniz ülkeleri sert sınıf mücadelelerine sahne olmaya başlamıştı. 2011 yılı ise Akdeniz’in güney ve doğu sahillerinde, en başta Tunus ve Mısır’da büyük kitlesel mücadelelerle açıldı, Arap devrimi son aylara bütünüyle damgasını vurdu. Şimdi Avrupa’nın, ekonomik krizi en sert biçimde yaşayan Akdeniz ülkelerinde emekçi halk Arap devriminden esinlenerek büyük kitle mücadeleleri başlatmış durumda. İspanya ve Yunanistan kaynıyor. İspanya’nın her şehrinde Tekel işçilerinin Sakarya eylemi gibi çadırkentler kurulmuş durumda. Göstericiler doğrudan doğruya Mısır devriminin sembolü Tahrir Meydanı’nın ruhuna sahip çıkıyor. Bu ülkelerde yaşananlara henüz devrim denemez. Ama devrimci ruh durumu adım adım bütün Akdeniz’i sarıyor. Akdeniz’in güneyindeki devrime kuzeyde isyan cevap veriyor. Güneyde ise Suriye’de, Yemen’de devrim devam ediyor, Tunus’ta, Mısır’da kitle hareketi iktidarları uyarıp duruyor. Bütün bunlar olurken Türkiye’de Kürt halkı da ön devrimci bir ruh durumu içinde. Bir Akdeniz devrim havzası adım adım oluşuyor.

 

 

İspanya

Sola açılan kapı 

15 Mayıs’tan bu satırların yazılmakta olduğu 30 Mayıs’a tam on beş gün! İspanya’nın birçok kentinde on binlerce emekçi, genciyle yaşlısıyla, işsiziyle çalışanıyla meydanları işgal ettiler, her yer Tahrir oldu! Ekonomik krizin en sert biçimde vurduğu ülkelerden biri olan İspanya’da işsizlik oranı başka hiçbir Avrupa ülkesinde görülmemiş bir düzeye ulaşıyor: resmi oran bile yüzde 21. 15-30 yaş kuşağı gençlerde ise bu oran ürkütücü: yüzde 44! Dolayısıyla, aynen Arap ülkelerinde olduğu gibi İspanya’da da isyanın başını, ufku kararmış gençler çekiyor. Bu büyük emekçi kitle, aynen Yunanistan’daki gibi “sosyalist” adını taşıyan sosyal demokrat hükümetin kitlelerin büyük sıkıntılarına kayıtsız kalmasını protesto ediyor, işsizlikle mücadele edilmesini talep ediyor.

“Öfkeliler” hareketi

Kendine “öfkeliler” adını takan bu mücadele çok sayıda kentte sürüyor olsa da, iki meydan öne çıktı. Biri başkent Madrid’deki Sol Meydanı. Yüz binlere yaklaşan sayıda insan, hem ne yapacaklarına demokratik yöntemlerle hep birlikte karar veriyor, hem de meydanın temizliğinden gıdaya, medya ilişkilerinden sağlığa birçok konuyu komiteler aracılığıyla çözüyor. Sol Meydanı bu bakımlardan örnek bir pratik sergiliyor.

Öne çıkan öteki meydan ise Barselona’daki Catalunya Meydanı. Bunun nedeni, 28 Mayıs Cumartesi sabahı polisin bu meydandaki göstericileri şiddete başvurarak boşaltması. Ancak aradan pek az zaman geçtikten sonra göstericiler Catalunya Meydanı’nı yeniden işgal etti. Ayrıca bu polis baskını, başta Sol Meydanı olmak üzere, İspanya’nın birçok kentinde mücadeleye yeni bir ivme kattı. İspanya’nın bütün meydanları “Catalunya no es sola!”, yani “Catalunya Meydanı yalnız değildir!” sloganı ile yankılandı.

Yeni katmanlar

İspanya’daki bu dev hareket, öyle görünüyor ki, işçi sınıfının ve emekçi katmanların daha az örgütlü, sendikalaşmamış olan, bugüne kadar daha az politize olan katmanlarını mücadelenin içine çekti, hatta merkezine yerleştirdi. Gerçek sosyalist fikirlerin ve örgütlerin son yıllarda zayıf olması dolayısıyla büyük ölçüde kendiliğinden bir hareket bu. Kitleler, mücadelenin bu ilk evrelerinde sosyalizmin sembollerinden kasıtlı olarak uzak duruyor gibiler. Örneğin, Arap devriminde kendiliğinden benimsenen yumruğun yerine burada iki el birden avuçlar açık havaya kaldırılıyor. Ama buradan otomatik olarak kitlenin sonuna kadar sosyalizme uzak duracağını kimse çıkarmamalı. Militan bir ruhla mücadeleye girişen bu dev kitleye doğru bir yaklaşım, sosyalist hareketlerin bir sınavı olacak aynı zamanda.

“Öfkeliler” şimdilik süresi belirsiz olarak meydanlarda kalmak eğiliminde. Aynı zamanda işçi emekçi mahallelerinde çalışmalar yapıyorlar. Mücadele bir süre sonra belki de şehirlerin merkezinden mahallelere bir geçiş yapacak.

“Sol” İspanyolca “güneş” demek. Bu meydan bazen de “Puerta del Sol Meydanı” diye anılıyor. “Puerta” kapı demek. Meydan Madrid’in Güneş Kapısı’nda çünkü. Ama ne güzel rastlantı: bu isim, Türkçe’de kulaklara “sola açılan kapı” gibi geliyor.

Portekiz: “Başı belada kuşak”

İspanya’da patlak veren isyanın bir benzeri, bu ülkenin komşusu olan ve ekonomik iflasla karşı karşıya olan Portekiz’de de daha önce yaşanmıştı. 12 Mart tarihinde başta Lizbon ve Porto olmak üzere, ülkenin birçok kentinde gençler karşı karşıya oldukları güvencesizliğe karşı kendiliğinden gösterilere girişmişlerdi. Hareket kendine önce “Başı belada kuşak” adını vermişti. Ülkenin işsiz ordusunun yüzde 40’ı 34 yaş altı diplomalı işsizlerden oluşuyor. Ama daha ileri yaştakiler de harekete katılınca popüler sloganlardan biri, “bütün ülkenin başı belada” olmuştu. Hareket daha sonra 12 Mart Hareketi (M12M) adını aldı. Hareketin duralamasının nedeni, Portekiz ağır devlet borcu dolayısıyla mali iflasın eşiğine gelince hükümetin istifa etmesi oldu. Ülke 5 Haziran’da seçime gidiyor.

Devrimci İşçi Partisi ne demişti?

Tunus devrimi, Yunanistan’da 2008 Aralık ayında yaşanan isyan ve 2010 yılı boyunca verilen sınıf mücadeleleri, Türkiye’de 2010 yılında yaşanan Tekel mücadelesi, Fransa, İspanya, İtalya, Portekiz, İrlanda ve Britanya’da geçtiğimiz yıl içinde yaşanan genel grevler ve öğrenci isyanları ile aynı genel dinamiğin damgasını taşımaktadır. Akdeniz’e kıyıdaş aşırı borçlu Avrupa ülkelerinin birikmiş çelişkileri ve sınıf mücadelesi geleneklerine cevaben Kuzey Afrika’nın işçi sınıfı, işsizleri ve yoksulları da ayağa kalkmaya başlamıştır. Akdeniz bir devrimci havza haline gelmektedir.” - “Arap devrimi başlamıştır” başlıklı bildiriden, 16 Ocak 2011

Mısır

Devrimin yeniden yükselişi

Mısır devrimi, 27 Mayıs Cuma günü, kendisini tanımamakta ısrar edenlere seslendi: “Ben buradayım, uyanığım, bekliyorum”! O gün, 30’dan fazla örgüt ve ittifakın bir araya gelmesiyle oluşturulan Devrimci Gençlik Koalisyonu’nun çağrısıyla, 28 Ocak günü düzenlenmiş olan ve devrime büyük bir ivme veren ilk “Öfke Günü”ne atıfla “İkinci Öfke Günü” olarak adlandırılan eylemde, yüz binlerce insan Mısır devriminin efsanevi meydanı Tahrir’i yeniden doldurdu. Akşam altıya kadar planlanan miting gece geç saatlere kadar büyük bir canlılık içinde devam etti. Kahire’nin yanı sıra, başta ülkenin ikinci büyük kenti İskenderiye ve devrimin ilk evresindeki radikal eylemleriyle öne çıkan Süveyş olmak üzere birçok kentte büyük gösteriler yapıldı.

30 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek 11 Şubat’ta devrildikten sonra Mısır devrimi beklemeye ve gözlemeye geçmişti. Ülkenin yönetimini ele alan Yüksek Askeri Konsey, bir yandan devrimin taleplerini yerine getirmeden asgari reformlarla durumu idare etmeye çalışıyor, bir yandan da kitlenin zaman zaman yükselen tepkisini yatıştırmak için bazı radikal adımlar atmak zorunda kalıyordu. Örneğin Mübarek, eşi ve oğulları hakkında soruşturma başlatıldı, oğullar bazı bakanlarla birlikte tutuklandı vb.

Ne var ki, bu ürkek ve sınırlı adımlar devrimci bir özgüven kazanmış olan kitle hareketini tatmin etmiyor. Zaman zaman yapılan ataklar dolayısıyla Yüksek Askeri Konsey kitlenin nefesini ensesinde duyuyor. Ama “İkinci Öfke Günü” belki de Mısır devriminde yeni bir evreyi açacak. Çünkü kitle şimdi Mübarek ve suç ortaklarının çok daha hızlı ve kararlı biçimde yargılanmasını, Mübarek’in kendisinin özel bir hastane yerine hasta ise cezaevi hastanesine yatırılmasını, yani tutuklanmasını, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasına son verilmesini istemekle yetinmiyor. Daha doğrudan biçimde siyasi iktidara ilişkin talepler yeniden gündeme geliyor.

Birincisi, Mart ayında yapılan manevra ile kabul edilen bazı anayasa değişiklikleri temelinde hızla seçime gidilmesi devrim hareketini tatmin etmiyor. Kitleler yeni bir anayasa talep ediyor. Yani eski rejimin kısmi birtakım yamalarla ayakta tutulmasını reddediyor. İkincisi ve daha önemlisi, kitle hareketi artık Yüksek Askeri Konsey yerine sivil bir konseyin Mısır’ın geçici yönetimini ele alması ve ülkeyi seçimlere hazırlaması talebini yükseltmeye başladı. Yani bekleyerek gözlediği manzara karşısında kitle artık homurdanmaya başladı.

Devrim Müslüman Kardeşleri bölerek ilerliyor

Mısır’da onyıllardır en örgütlü siyasi muhalefet Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) olduğu için, devrimin ardından açılan iktidar boşluğundan en fazla onların yararlanması ihtimali elbette var. Ama bazılarının yaratmaya çalıştığı izlenimden farklı olarak Mısır devriminin önderi ya da kışkırtıcısı İhvan değil. Tam tersine, İhvan, biraz da rejimin gazabından gözü yılmış olduğu için mücadeleye gecikerek girmişti. Mübarek’in devrilmesinden sonra ise bütünüyle karşı devrimci bir rol oynuyor. Kendisi en örgütlü güç olduğu için, ülkenin bir an önce seçimlere gitmesini istiyor. Bu yüzden, Yüksek Askeri Konsey’in eski rejimi yamalarla güzel göstermeye çalışan manevrasına destek oluyor.

İhvan 27 Mayıs’ta düzenlenen “İkinci Öfke Günü”ne karşı çıktı ve boykot etti. Bu, kendi başına yeterince anlamlı ve göz açıcıdır. Yüz binler devrimi yeniden yükseltirken, İhvan onların protesto ettiği Yüksek Askeri Konsey’in yanında yer almış oldu. Ama işin güzelliği bununla sınırlı değil. Ancak devrimci anlarda olabilecek türden radikal bir sarsıntı yaşandı ve İhvan’ın gençliği, hareketin önderliğinin bütün uyarılarına rağmen öteki devrimci kitlelerle birlikte Tahrir’de yerini aldı!

Mısır devriminin yeni evresi başlamıştır. Devrim, varlığını yadsıyanları mahcup edecek çok şey yapacak daha!

Türkiye çuvalladı!

Türkiye hükümeti Libya politikasına Kaddafi’yi koruyarak başlamıştı. Erdoğan Şubat ortasında “NATO’nun Libya’da işi ne yahu?” diyordu. Mayıs’ın sonunda Libya muhalefetinin başı Türkiye’de devlet başkanı gibi karşılandı! Suriye’de devrim başladığında Erdoğan “Beşar kardeşi”ni koruyor, ona akıl veriyor, MİT ve DPT’nin Müsteşarlarını Şam’a yollayarak yol gösteriyordu. Şimdi Türkiye Suriye’de “düzenli geçiş” için emperyalizm tarafından hazırlanmakta olan alternatif hareketlere ev sahipliği yapıyor! Türkiye kısa süre önce Irak’la ortak bakanlar kurulu topluyordu. Şimdi Irak hükümeti Türkiye’yi su konusunda azarlıyor! “Dâhi” Dışişleri Bakanı’nın “komşularla sıfır sorun” politikası madara oldu desek fazla mı kaçar?

Kısa kısa ...

Tunus: Devrimin iniş çıkışları

Tunus devrimi yaptığı ataklarla varlığını sürdürdüğünü hükümete hatırlatıyor. 7-10 Mayıs günleri kitleler yine sokağa çıktı, gösteriler düzenledi, polisle çatıştı. Başlıca talep, Başbakan Beci Kaid Sebsi’nin istifasıydı. Bilindiği gibi, Sebsi daha önce kitle mücadelesinin basıncı altında istifa etmek zorunda kalan Muhammed Gannuşi’nin yerine getirilmiş, sözde “tarafsız” bir başbakan. Tunuslu kitleleri öfkelendiren bir gelişme de kısa süre bakanlık yapmış birinin basına sızan bir konuşmasında, ılımlı İslamcı en-Nahda partisi seçimleri kazandığı takdirde ordunun darbe yapacağını söylemesi oldu.

Suriye: “Düzenli geçiş” arayışı başlıyor

Devrimci bir ruhla ayaklanan halkına karşı kitlesel bir kıyım uygulayan Suriye devlet başkanı Beşar Esad’a karşı ABD ve AB emperyalistlerinin olayların başlangıcından iki buçuk ay sonra tek yapabildiği banka hesaplarını dondurmak. Libya’yı kana bulayan emperyalistler, hâlâ Esad’ı İran’dan kopararak kendi hizmetlerine alabileceklerini umuyor ve bunun için Tayyip Erdoğan’a güveniyorlar. Türkiye hükümeti, öyle anlaşılıyor ki, Esad’ın yerine geçmeye aday emperyalizm yanlısı güçlerin koruyucusu olmaya doğru adım adım ilerliyor. Erdoğan, Mısır’da yalancı pehlivan ağzı ile Obama’nın “düzenli geçiş” oyununun aleti olmuştu. Şimdi aynı oyunu Suriye’de oynuyor.

Yemen: Devrim yozlaşma tehlikesi ile karşı karşıya

Yemen’de Şubat ayından bu yana süregiden kitle mücadelesi, ülkenin tarihinin karmaşıklığından gelen bir dizi faktöre rağmen, esas olarak yoksul halkın ve gençliğin ayaklanmasına dayanıyordu. ABD bir süre boyunca sadık adamı Ali Abdullah Salih’e sahip çıktıktan sonra burada da bir “muhalefet” peydahlayarak Körfez Ülkeleri Konseyi aracılığıyla bir “düzenli geçiş” süreci başlatmaya girişti, ama Salih hep son dakikada anlaşmayı imzalamayı reddetti. Gerçek devrimci kitle hareketi bu anlaşmaları zaten kabul etmiyordu. Ama son günlerde Salih’e karşı iki büyük aşiret harekete geçti. Bu aşiretler ile devletin askeri güçleri arasında bir silahlı mücadele başlamış durumda. Korkulur ki, kendine bir çıkış yolu bulamayan Yemen Libyalaşıyor.

Emperyalizm Arap devrimini satın almaya çalışıyor!

Önce Obama Mısır’a ve Tunus’a milyarlarca dolarlık yardımdan söz etti. Sonra G-8 zirvesinde herkes ellerini ceplerine daldırdı. Emperyalizmin “muhalif” iktisatçısı Joseph Stiglitz, ABD’nin Cumhuriyetçi Parti’sinin “STK”sı International Republican Institute (Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitütüsü), Demokrat Parti’sinin “STK”sı National Democratic Institute (Ulusal Demokratik Enstitüsü), Avrupa Birliği’nin kurumları ve çeşitli Avrupa ülkeleri, hepsi bu ülkelerin ekonomik durumunun ne kadar kötü olduğuna üzülüp yardım için yanıp tutuşuyorlar. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de buna, pek onaylayarak “yeni Marshall Planı” diyor. Emperyalizm Arap işçi ve emekçilerini kendine müteşekkir kılarak devrimlerin önünü kesmeye çalışıyor.

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Haziran 2011 tarihli 20. sayısında yayınlanmıştır.