Dilovası’nın emekçileri üniversiteyi yönetmedikçe…
Öteden beri YÖK dendiğinde solcuların dilinden aynı tekerleme dökülüverir: “12 Eylül’ün ürünü olan YÖK, öğrencileri bastırmakta, özgür düşünceyi yok etmekte, tek tip insan yaratmaya çalışmaktadır.” Bunların hepsi doğrudur doğru olmasına ama eksiktir ve üstelik meselenin özünü kaçırmaktadır. 12 Eylül’ü sermayenin sınıf saldırısı olarak değil de demokrasi düşmanı bir vahşet olarak niteleyen yaklaşımın devamında, YÖK de demokrasi düşmanı bir kuruma indirgeniverir. Buna göre aynen darbeler gibi YÖK’ün de gelişmiş Batı demokrasilerinde bir örneği yoktur.
Öteden beri YÖK dendiğinde solcuların dilinden aynı tekerleme dökülüverir: “12 Eylül’ün ürünü olan YÖK, öğrencileri bastırmakta, özgür düşünceyi yok etmekte, tek tip insan yaratmaya çalışmaktadır.” Bunların hepsi doğrudur doğru olmasına ama eksiktir ve üstelik meselenin özünü kaçırmaktadır. 12 Eylül’ü sermayenin sınıf saldırısı olarak değil de demokrasi düşmanı bir vahşet olarak niteleyen yaklaşımın devamında, YÖK de demokrasi düşmanı bir kuruma indirgeniverir. Buna göre aynen darbeler gibi YÖK’ün de gelişmiş Batı demokrasilerinde bir örneği yoktur.
Batı üniversitelerinde sermaye çoktan üniversitenin en küçük hücresine kadar işlemiştir. O yüzden oralarda YÖK gibi bir kuruma, güçlü rektörlere ihtiyaç yoktur. Mütevelli heyetleri gayet demokratik bir şekilde üniversiteleri yönetmektedir. Bizim solcularımız sınıfsal bir özden kopuk “özerk-demokratik üniversite” şiarıyla muasır medeniyetin üniversitelerine öykünmekten başka bir şey yapmazlar. Arada sermaye defol da derler belki ama işçi sınıfının üniversiteleri yönetmesini hayal bile edemezler.
YÖK’ün kuruluşunun 30. yıldönümünde üniversiteye daha derinden nüfuz etmiş olan sermaye de artık YÖK’e daha az ihtiyaç duyuyor. Kendi yağında kavrulan, sermaye ile işbirliği içinde kendi kaynaklarını yaratan özerk ve güçlü rektörlerle değil sermayenin de doğrudan temsil edildiği mütevelli heyetleriyle yönetilen demokratik üniversiteler istiyor. Peki biz ne istiyoruz?
Açıkçası solcu ve/veya sosyalist öğrenci gruplarına bu kimlikleri ile demokratik üniversitelerde barınabilmek yetiyor. Baksanıza yıllardır öğrenciler, söz-yetki-karar hakkı istiyorlar. Farkında değiller ki YÖK’ün ve Bologna sürecinin temel hedeflerinden biri de bu. Yüksek öğrenimi paralı öğrenciyi de müşteri yaptıktan sonra müşterilerine söz, yetki ve karar hakkı vermekten niye gocunsunlar?
Solcu ve/veya sosyalist akademisyenlerin durumu da aynı, hatta daha vahim. Onlara göre AKP kadrolaşması biraz dizginlense, kendilerini ifade edebilecekleri alanlar açılsa, mesela üniversite yönetimlerinde solculara da yer verilse, Bologna süreci bağlamında onların da önerileri alınsa ya da yeni anayasa ile ilgili kendilerinin engin fikirlerine başvurulsa her şey tamam olacak. Oturdukları fildişi kulelerde halkın ne kadar koyun olduğunu, bunca olaydan sonra hâlâ nasıl AKP’ye oy verdiğini tartışıp günlerini geçirecekler. Bu arada da yardımcı doçentlik, doçentlik, profesörlük kadroları peşinde aynı AKP’li yöneticilere boyun eğip, puan toplayacağım diye suya sabuna dokunmayan fabrikasyon yayınlar yapmaktan gocunmayacaklar. Bu özerklikten ve demokrasiden sermayeye de, YÖK’e de, AKP’ye de zarar gelmez ki zaten.
Son dönemde yaşanan bir örneği hatırlatarak bağlayalım. Halk sağlığı alanında uzman olan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Dilovası sanayi bölgesinde yaptığı araştırmalarda bu bölgedeki sanayi kuruluşlarının atıkları yüzünden Dilovası’nda kanserin nasıl olağanüstü seviyelere ulaştığını ortaya koydu. Sermayenin cevabı belediye aracılığıyla Onur Hoca’ya dava açmak oldu. Kocaeli Üniversitesi de boş durmadı ve kendi öğretim üyesi hakkında soruşturma başlattı. Konuyu kendi bünyesindeki Etik Kurul’a havale etti. Etik Kurul Onur Hamzaoğlu’nun araştırma bulgularını kamuoyuyla zamansız paylaştığını gerekçe göstererek “etik özensizlik” tespit etti ve bu rapora dayanarak üniversite Onur Hoca’ya disiplin cezası verdi. O Etik Kurul’da pek muhterem sosyalistlerimizden Prof. Dr. Sinan Özbek de bulunuyordu ve elde ettiği söz, yetki ve karar hakkıyla o rapora imzasını attı.
İşte o üniversitede Dilovası emekçilerinin söz, yetki ve kararı belirleyici olmadığı müddetçe özerkliğin de demokrasinin de geleceği yer buraya kadardır. O yüzden bir kez daha sermayenin özerk demokratik üniversitesi değil, Özgür Emekçiler Üniversitesi!
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2011 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır.