Dört yıldızlı terörist!
Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u “terör örgütü” suçlaması ile tutukladı! Üstelik Başbuğ tek başına suçlanmıyor. İşlediği iddia edilen “internet andıcı” suçundan, kendi döneminin Genelkurmay ikinci başkanı, Genelkurmay hukuk işleri müşaviri ve başka subaylar da tutuklu. Yani terör suçunun sorumlusu olarak bütün bir karargâh görülüyor. Demek ki, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir mahkemesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 2008-2010 yılları arasında bir terör örgütü tarafından yönetildiği konusunda kuvvetli emareler olduğunu saptamış bulunuyor.
Ondan sadece birkaç gün önce TSK’nın 17. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle hazırlanan iddianamenin tamamlandığı açıklandı. Kenan Evren vakasında da savcıya göre isnat edilen suç münferit olarak işlenmiş değil. Bütün komuta heyeti toplu halde TBMM ve hükümeti devirme ve anayasayı ilga ile suçlanıyor. Evren ve silah arkadaşları aynı zamanda 12 Eylül 1980 öncesinde darbeye ortam hazırlanabilmesi amacıyla terör ortamının oluşmasını kasıtlı olarak kışkırtmakla suçlanıyor iddianamede. Eh, terör ortamını kasıtlı olarak kışkırtmak terör suçuna epeyce yakın bir eylem sayılır.Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi başa çıkılamaz çelişkileri içinde, son yarım yüzyıldır, hatta cumhuriyetin kuruluşundan bu yana (en son Dersim tartışmasını hatırlayın!) bu ülkeyi terör yöntemleriyle yönetmiş olduğunu kendi kurumları aracılığıyla itiraf etmeye başladı. Daha hesabı sorulacak onca şey var, saymakla bitmez.
Ama devletin yakın zamana kadar terör uyguladığının yine devletin kurumlarınca itiraf edilmeye başlanması, devletin terör yöntemlerinden vazgeçtiği, bugün terör uygulamadığı anlamına gelmiyor. Mahkemenin aldığı gizlilik kararı dolayısıyla soruşturması son derecede “şeffaf” biçimde sürmekte olan (!) Uludere katliamı, dün olanlara terör denebileceğinin, ama bugün yaşanan devlet terörünün teşhir edilip sona erdirilmesinin istenmediğinin yaşayan kanıtı!
Zaten Kenan Evren ve İlker Başbuğ dosyalarının tam da Uludere katliamı dönemine denk gelmesi rastlantı değil. Amaç, halkın dikkatinin Uludere katliamından başka yere çekilmesi, AKP hükümetinin böyle katliamlara çanak tutan bir iktidar değil, Türkiye’yi demokratikleştiren bir kurtarıcı olduğunun kanıtlanması. Düşünsenize, Uludere katliamı oluyor, ne tesadüf, ertesi gün Evren hakkındaki iddianame açıklanıyor. Yaş ortalaması 29 olan, yani 12 Eylül 1980’den daha genç olan bir ülkede bu yeterince etki yaratmayınca, bu kez internet andıcı davasında mahkeme İlker Başbuğ hakkında suç duyurusunda bulunuyor; aylardır bu konuda hiçbir şey yapılmamışken, Başbuğ yıldırım hızıyla savcılığa çağrılıyor, mahkemeye sevk ediliyor ve tutuklanıyor.
Mesele Başbuğ’un tutuklanmasında değil elbette. Şayet bir genelkurmay başkanı bağlı olduğu hükümete karşı yıkıcı faaliyetlere girişti ise tabii ki tutuklanacak. Çünkü genelkurmay başkanlığı yapmış olmasından ileri gelen gücüyle delilleri karartabilir, hatta işlemek istediğinden kuşkulanılan suçu, darbeyi şimdi yapmayı deneyebilir.
Mesele, bugün işlenen benzer suçlarda delillerin karartılmasına karşı önlem alınmamasıdır. Mesele, Uludere katliamında kararları verenlerle onları icra edenlere görevden el çektirilmemesidir. Mesele, katliamı yapan hiyerarşinin doruğunda oturan genelkurmay başkanının azledilmemesidir.
İlker Başbuğ AKP hükümetine karşı yasadışı yöntemlerle mücadele etmiş olduğu düşünülen bütün öteki kadrolar gibi muhtemelen yıllarca tutuklu kalacak ve böylece cezalandırılmış olacaktır. Kenan Evren muhtemelen tutuklanmayacak, iddianame mahkeme tarafından zaman aşımı veya başka nedenlerle reddedilmez de kabul edilirse yıllarca sürecek davanın sonucunu görmeden eceliyle ölecek, dava düşecek, yani 12 Eylülcüler cezalandırılmayacaktır.
Bugünün genelkurmay başkanı ise Kürt halkı üzerinde terör estirmeye devam edecektir!