Azami kâr cinayetleri
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün tanımına göre, iş kazası, belirli bir zarara ya da yaralanmaya neden olan, beklenmeyen ve önceden planlanmamış olaylara deniyor. Tanımda da içerildiği gibi "kaza" bütün önlemlerin alındığı, öngörülemeyen durumları kapsıyor. Bunun için de işçilerin güvenceli ve kurallı çalıştırılması gerekiyor. Oysa, denetim ve yaptırım eksikliği ile birleşen kazanç hesaplarının ortaya çıkardığı bu vahim tabloda ancak “tasarlayarak adam öldürmeden” bahsedilebilir. Çünkü, alınacak tedbirler, emekçilerin seri katilleri olan patronlar için sadece bir maliyet unsuru. Neoliberal ekonomiye uyum sağlama yolunda, devletle el ele, çalışma hayatını daha da esnekleştirmeye çalışırken, sermaye için iş cinayetleri toplam maliyetin küçük bir parçası olarak kalıyor.
Bu mantıkla hazırlanan ve 30 Haziran 2012’de yürürlüğe giren "İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası" ile, işçi sağlığı artık özel şirketlerin denetimine yani insafına terk edildi. Böylece zaten tutanın elinde kalan işçi sağlığı tedbirleri tümüyle yok olmaya yüz tutacak. Yasa ile AKP, iş yeri denetimlerini devlet yerine özel şirketlere bırakırken, özel şirketlerin yetiştireceği uzmanlar artık Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ya da Türk Tabipleri Birliği’nde değil, özel şirketlerde eğitim görecek. Böylelikle DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin önerileri dikkate bile alınmadan hazırlanan düzenlemeyle, emekçilerin canını ve sağlığını piyasalaştıran, bu alandaki sorumluluğu “işveren vekilleri” sıfatıyla “iş güvenliği uzman ve yardımcılarına” devreden yeni bir “patron yasasına” vücut verilmiş oldu. Yasanın, görüşmeler sırasında, “Yeni yükümlülüklerin işletmelerimizin rekabet güçlerini ne derece olumsuz etkileyeceği önemle dikkate alınmalıdır” diyerek kulak çeken patron kulüplerinin sözü dinlenerek hazırlandığı ve piyasanın denetlenmesine yönelik bir siyasi irade olmadığı ortada. Yasa mecliste tartışılırken bile, meclis bahçesinde taşeron olarak çalışan bir işçinin hayatını kaybetmesi ne acı bir ironidir!
Oysa, gitgide artan esnek ve kuralsız çalışma biçimlerini, uzun çalışma sürelerini ortadan kaldırmadan yapılacak hiçbir yasa bu cinayetleri azaltamaz. İşçi ve emekçilerin daha az ücret alarak daha fazla çalıştığı ve çalışma saatlerinin belirsiz olduğu taşeron işletmeler ise, her türlü hak ve alacakta olduğu gibi iş cinayetleri konusunda da işçileri patronlar karşısında muhatapsız bırakarak meseleyi daha da çözümsüz kılıyor. Ana işverenden iş kapabilmek için fiyatları indirmeye çalışan taşeron şirketler, daha çok kâr edebilmek uğruna işçilerin yaşamını hiçe sayıyor. Diğer yandan, sendikasızlaştırma, bir anlamda yüksek oranda işçi ölümü demek. Rakamlar, sendikalı işyerlerinde ve sendikalaşma oranının yüksek olduğu alanlarda bu işçi kıyımlarının azaldığını gösteriyor.
Şu halde, iş cinayetlerinin safahatını tersine çevirmek için, işçi sınıfının üretimden gelen gücüyle ördüğü örgütlü mücadelesini yükseltmesi elzemdir. İşyerlerinin denetiminin emekçiler tarafından bizzat yapılması için kararlılık gösterilmesi, göçüklerde kalan, çadırlarda yanan, barajlarda boğulan, kollarını bacaklarını makinelerde bırakan canların faillerinin yargılanması etkin ve acil hedeflerimizdendir.