Öncü işçilere çağrı
İşçiler pek çok fabrikada ve işyerinde iş ve aş için direnişteler. Direnenler her zaman kazanmadı. Bu bir gerçek. Ama kazananlar hep direnenler oldu. Bu da bir gerçek. Sermayeyi yenmenin formülü nedir? Öncelikle birliktir. Kazanan mücadelelere baktığınızda her zaman işçilerin tam bir birlik içinde hareket ettiğini ve bu birliği bozmadığını görürsünüz. Polonez işçilerine bakın. Kanıtımız zafere ulaşan işçi mücadelelerinde ve bugün zafere yürüyen Polonez’dedir. İşçilerin birliği ile olmaz denenler nasıl da oluveriyor… Pek çok direnişte patronun hukuk dışı uygulamalarına karşı müfettiş çağırılır. Sonra kara treni bekler gibi müfettiş bekleriz. Geldiğinde patron kebabını yedirir geri gönderir çoğu zaman. Ama Polonez işçisi fabrikanın önünde direnip, grev kırıcıları içeri salmayınca, biber gazına rağmen yılmayınca, kilometrelerce yürüyüp kaymakamın kapısına dayanınca müfettişler ışık hızıyla fabrikaya geldi. Patronun sendikal sebeple toplu işçi çıkartma suçunu açık seçik ortaya koyan, işçinin hakkını resmi düzeyde de tescil eden bir rapor da hazırladılar. Müfettişlerle de kalmadı. Çalışma Bakanlığı bir heyet halinde fabrikaya geldi. Bir olmayan daha oldu. İşten çıkartmada yüz kızartıcı suç iftirası olan Kod 46 haksız fesih maddesi olan Kod 4’e dönüştü. Tazminatsız atılan işçilere kıdem ve ihbar tazminatı ödenmesi ayrıca bu işçilerin işsizlik ödeneği alması hakkı doğdu. Bunların hepsi işçilerin birliğiyle ve direnmesiyle oldu.
İyi komutan ordusunun ikmalini seferde sağlayabilendir. Büyük Çinli komutan ve filozof, meşhur savaş sanatkârı Sun Tzu demiş ki: “Donanımını yurdundan erzağını düşmandan al ki hem silahın hem de tayının yeterli olsun.” Donanımını Tekgıda-İş’ten sağlayan ve sırtını dayadığı örgütlü bir gücü, sağlam bir yurdu var Polonez işçisinin. Yunus Durdu gibi Suat Karlıkaya gibi geçmişte Tekel muharebelerinden alnının akıyla çıkmış, o büyük sınıf kavgasının deneyimlerini bugüne taşıyan böyle komutanları var. Direnişin ihtiyacı olan maddi kaynakları yine direnerek elde etmeyi başarıyorlar. Zamanın yıpratıcı etkisini tersine çevirmeyi direnişi zaman geçtikçe büyütmeyi ve güçlendirmeyi biliyorlar. Ve ne mutlu ki o komutanlara, Polonez işçisi gibi aslanlarla savaşıyorlar! Ve bu savaşta sadece cephe gerisinde durmayan kavgada en öne çıkan emekçi kadınların mücadele gücüne sahipler!
Çok zaman direniş çadırında konuşuyoruz. Ne olacak bu işin sonu? Bu birlik bu örgütlü güç ile mutlaka kazanacağız! Zaten direne direne kazanıyoruz. Kazana kazana zafere yürüyoruz! En ufak bir şüphem yok. Direnişteki hiçbir işçinin de en ufak bir şüphesi yok artık! Ama bu giderek yaklaşan ve kaçınılmaz zaferin anlamını da çok iyi kavramak gerekiyor. Bu zafer Polonez işçisinin iş ve aş için yaptığı büyük mücadelenin büyük bir zaferi olacaktır. Eğer bu zaferde Devrimci İşçi Partisi olarak çorbada bizim de tuzumuz olursa ne mutlu. Biz bu mücadeleye ilk günden itibaren katılırken işçilere “Sizden oy istemeye gelmedik, biz bu mücadelede omuz başınızda olmak istiyoruz” dedik. Bizler olmasak da, direnişe destek veren siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri vb. olmasa da Polonez işçisinin bu kavgayı kazanacağını, bunun için işçilerin birliğinin ve örgütlü gücünün yeterli olduğunu söyledik. Laf olsun diye slogan atmıyoruz: “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”
Ama bu zafer Polonez işçisine iş ve aş sağlamanın ötesinde bir anlam taşıyor. Bu mücadele çoktan Polonez’i, Çatalca’yı aşmış, Türkiye işçi sınıfına mal olmuştur. İş ve aş mücadelesi sermayenin istibdadına ve emperyalizme karşı hürriyet mücadelesinin bir parçası haline gelmiştir. Polonez işçileri sendika üyesi işçi olarak başladıkları yolda direnişçi işçi olmuş, sonra “grev okulu”nda talim görerek öncü işçiler haline gelmiştir. Öncü işçi demek sadece karşısındaki patrona karşı iş ve aş için mücadele eden değil, patron düzenine karşı iş aş hürriyet mücadelesinin önünde olan işçi demektir. Evet işçilerin birliği sermayeyi yener ve yenecektir. Ama sömürü düzenini yenmek işte ona sadece işçilerin birliği, sendika yetmez. Bunun için sınıf siyaseti ve sınıf partisi gerekir. Bu kavganın zaferi için sadece Polonez’in değil tüm Çatalca’daki fabrikaların örgütlenmesi gerekir. Sadece gıda sektöründe değil metal, petrokimya diğer sanayi kollarında, tersanelerde madenlerde mevzilenmek, mücadeleyi emekçi mahallelerine, köylere taşımak gerekir. İşçi sınıfının kendi işine ve aşına sahip çıktığı gibi toplumun tüm ezilenlerinin derdine sahip çıkması ve mücadele deneyimiyle çözüm yolunu göstermesi gerekir.
Sınıf siyasetinin menzili fabrikadan başlar tüm dünyaya uzanır. Fabrikada Türkün sabrı, Kürdün inadı, Lazın coşkusu ile kazananlar her dilden memleketten inançtan ezilen insanların eşit ve hür olduğu bir dünya için mücadeleye atılır. Fabrikada zincirlerini kıran işçiler memleketin boynundaki emperyalist zincirleri kırmak için verilen mücadeleye katılır. Öncü işçinin kavgası insanlık kavgasıdır, bu kavganın bir cephesi Çatalca’daysa bir diğer cephesi de Filistin’dedir. Bu kavganın zaferi seçimlerle gelmez. Seçimler de önemlidir ama çözüm değildir. Nasıl işçiye git hakkını mahkemede ara diyorlar, işçi mahkemede hakkını arıyor ama yıllarca süren bu mahkemelerin çözüm olmadığını hatta çözümü ertelemenin aracı olduğunu görüyor, işte seçimler de öyledir. İnsanlık kavgasının zaferinin adı devrimdir! Bu kavganın zaferi için sendika konfederasyon yetmez, öncü işçilerin devrimci partisini inşa etmek gerekir. Çözümü sermaye düzeninin içinde aramayıp işçi sınıfına güvenen ve emeğini işçi sınıfına harcayan herkesi bu yolda birleştirmek gerekir. İşte bu yüzden biz Devrimci İşçi Partisi olarak Türkiye’nin her yerinde iş ve aş için omuz başında mücadele etmekten onur duyduğumuz öncü işçileri, insanlığın en haklı ve onurlu mücadelesini zafere götürecek partiyi inşa etmeye çağırıyoruz!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2024 tarihli 180. sayısında yayınlanmıştır.