Başyazı: Sömürü düzeni sürerken anayasanın yenisinin emekçi halka faydası yok
Erdoğan ve AKP iktidarı her meseleyi dönüp dolaştırıp yeni anayasaya bağlıyor. Bu tartışmayı da yine hep yaptığı gibi 12 Eylül’ün darbe anayasasından kurtulmak gibi herkesin kabul edeceğini düşündüğü bir paket içinde sunuyor. Oysa meseleye işçi sınıfının gözünden bakarsak esas gündem anayasa falan değil, hayat pahalılığı ve yoksullaşmadır. Hayat pahalılığı ve yoksullaşma koşullarında işçi sınıfının ayakta kalabilmesi, ailesini geçindirmesi, işine, aşına sahip çıkabilmesi için tek yol örgütlü bir şekilde mücadele edebilmesidir. Örgütlü mücadele, işçinin emekçinin gerçek gündeminin anayasa tartışmasına bağlandığı tek noktadır aslında. Ama burada da mesele yeni anayasa ihtiyacı değil, mevcut anayasanın uygulanmıyor oluşudur.
Güya anayasal güvence altında olan sendikalaşma hakkının, patronlar tarafından sistematik olarak ihlal edildiğini, sendikalaşan işçilerin işten atıldığını, devletin de bu işte anayasanın değil patronların arkasında durduğunu görüyoruz. Sendikalı işçiler grev hakkını kullanmak istediğinde ise çoğu zaman doğrudan Cumhurbaşkanı anayasal grev hakkını çiğneyerek erteleme adı altında yasaklamaya gidiyor. Böylece patronlar işçinin karşısında anayasayı çiğneyen keyfi ve baskıcı yönetimin yani istibdad rejiminin arkasına sığınıyor. Önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemek, anayasal bir hak. Anayasa mahkemesi de bunu tescillemiş, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması engellenemez demiş. Ama İstanbul’da 1 Mayıs, istibdadın, işçi sınıfının anayasal haklarına barikat kurduğu bir 1 Mayıs oldu. Yani devlet ve patronlar, eldeki anayasayı ayaklarının altına almış durumdalar.
Yeni anayasayı falan boş verin! Mevcut anayasada dahi işçi sınıfının ulusal ve uluslararası mücadelelerle elde ettiği kazanımların izleri tamamen silinebilmiş değildir. (Evet 12 Eylül’ün darbe mahsulü, gerici, işçi düşmanı ve baskıcı maddelerle dolu olan anayasasından bahsediyoruz!) Mevcut anayasada kalmış olan bir dizi temel hak ve hürriyet içinde sadece sendika ve grev hakkının gerçekten uygulanması halinde ne olurdu? İşçiler işten atılma korkusu olmadan daha çok ve yaygın şekilde sendikalaşırdı. Gizlilik içinde sendikaya üye olmak, işten atmalara karşı direniş yapmak, anayasal hakkı olan sendika üyeliği için savaşmak zorunda kalmazdı. Hayat pahalılığına karşı en büyük çözüm de bu olurdu. Asgari ücret daha yılın yarısına gelmeden açlık sınırının altına düştü. Örgütlü olan işçiler, asgari ücrete Temmuz’da zam gelecek mi diye Erdoğan’ın ağzından çıkacak kelimeye bakmaz, üretimden gelen gücünü kullanarak istedikleri zammı söke söke alırdı. Türkiye işçi sınıfı bir asgari ücretliler sınıfı olmaktan, asgari ücret de genel ücret olmaktan çıkar gerçekten asgari olurdu. İşten çıkartma patronun en doğal hakkı olmaktan çıkar, işten atmaya kalkan patron işçinin toplu tepkisini, şalterlerin inmesi tehlikesini göze almak zorunda kalırdı.
Mevcut iktidar Mehmet Şimşek’in başında olduğu bir saldırı programı ile kıdem tazminatı dâhil olmak üzere sınıfın haklarına ve kazanımlarına göz dikmiş durumda. EYT’nin acısını sosyal güvenlik sistemini toptan tasfiye ederek çıkartmayı hedefliyorlar. Tasarruf adı altında devlet bütçesinde eğitimden, sağlıktan kısıp, emekliyi sefalete itip, kamu emekçisinin maaşına ve iş güvencesine göz dikip, ulusun tüm kaynaklarını yerli ve yabancı tefecilere faiz olarak aktarmakta kararlılar. Bu büyük saldırıdan en başta işçi ve emekçiler etkilenecek ama küçük esnaf ve yoksul köylüyü de büyük bir yıkım bekliyor. Özetle milletin sömürücü bir azınlığının çıkarları doğrultusunda emekçi çoğunluğa karşı emperyalist merkezler tarafından desteklenen büyük bir sınıf taarruzu bu. Bu taarruza karşı tek yol örgütlü mücadele. Fabrikalarda, işyerlerinde işçinin üretimden gelen gücünü ortaya koyacak işgal, grev, direniş eylemleri, gerektiğinde hayatı durduracak bir genel grev en etkili mücadele yöntemleri.
Bu mücadele yöntemlerini hayata geçirmek ve işine, aşına, hürriyetine sahip çıkmak için anayasanın değişmesini bekleyenin vay haline! Erdoğan ve Özel görüşüyor, düzen siyasetinde bahar havası esiyor, “siyasette yumuşama dönemi başlıyor” diye düşünüp rehavete kapılmak, yapılacak en yanlış şey olur. Düzen siyasetinde bahar havası esiyorsa, sermaye partileri kendi aralarındaki kavgayı bırakıp birleşiyorsa, işçiyi emekçiyi kara kış bekliyor demektir. Çünkü bugün Türkiye’de patron partileri kendi aralarındaki kavgayı yatıştırmaya çalışıyorsa bunun sebebi işçi sınıfına birlikte saldırmaktır. Patronlar yeni anayasayı, sadece sömürü düzenine istikrar getirmek için tartışır. İşçinin, emekçinin, küçük esnafın, yoksul köylünün, kısacası milletin ezici çoğunluğunun işi, aşı, hürriyeti tartışma konusu değil; kavga konusudur. Hak verilmez alınır! Millet nasıl bir anayasa olsun tartışmalarıyla oyalanırsa bir bakmışsın ki atı alan Üsküdar’ı geçmiş; kıdem tazminatı gitmiş, emeklilik hayal olmuş, işçi sınıfı asgari ücrete demir atmış, işsizler ordusunun safları dolmuş taşmış. Türkiye’nin işçi sınıfı ve emekçi halkı da elinde ekonomik krizin kabarık faturasıyla kala kalmış.
O yüzden işçi sınıfı düzen siyasetindeki gelişmelere asla bel bağlamamalı ve yeni anayasa tartışmasıyla oyalanmamalıdır. Düzen ve sermaye partileri nasıl emekçi halka fatura ödetmek için anlaşıyorsa biz de faturayı krizi yaratanlara ödetmek için sendikalı sendikasız, göçmen yerli, taşeron kadrolu, sendika konfederasyon gözetmeksizin, ayrı gayrı yok birleşik işçi cephesi var demeliyiz. İşçi sınıfının örgütlü gücüne dayanarak sermayenin sınıf saldırısına karşı emeğin barikatını inşa etmeliyiz. Bu yola girdiğimizde eski anayasa bize dar gelir; mevcut sömürü düzeninin yeni anayasasını değil, işçilerin birliğine ve halkların kardeşliğine dayalı, eşit ve özgür bir geleceği, yepyeni sınıfsız ve sömürüsüz bir düzenin kendisini konuşmaya başlarız.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2024 tarihli 176. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın.