Dünya Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı: Onların komünizmi, bizim komünizmimiz

dünya komünist ve işçi partileri toplantısı

Basından öğrendiğimize göre, 19 ile 22 Ekim arasında, İzmir’de, Türkiye Komünist Partisi’nin ev sahipliğinde bir Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı yapıldı. Ne güzel. Bir yandan Ukrayna’da NATO’nun kışkırttığı savaş, bir yandan Filistin’de Siyonist terör almış başını gitmişken, adı da böyle konulunca, dünyadan komünist ve işçi örgütlerinin Türkiye’ye gelmesinden, dünya komünizminin vereceği cevabın bu güzel memlekette tartışılacak olmasından insan ancak kıvanç duyabilir. Nitekim basına konuşan TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan da “TKP, her komünist parti gibi enternasyonalist bir parti. […]. Çin-Rusya eksenli sol var, Avrupa Birliği ve NATO’yu destekleyen sol var, bir de solun bağımsız hareket etmesi gerektiğini savunan bir sol var. TKP, 3. Çizgi içinde. TKP, dünya komünist hareketlerinin toplantısına Ekim ayında ev sahipliği yapacak,”[1] diyerek, toplantının dünya solu için ne kadar önemli bir zamanda gerçekleştiğine dikkat çekmiş. 

Okuyan’ın kullandığı formülasyondan, burada toplananlar da TKP gibi “3.Çizgi” içinde midir yoksa diyelim “NATO’yu destekleyen sol” da İzmir’de davetlileri midir anlamak güç. Elbette, bir basın toplantısındaki formülasyonun üzerinde tepinmek değil niyetimiz. Ama bu karışıklık, tam bizim bu yazıda vurgulamak istediğimiz kafa karışıklığı (ve hatta bayrakların karıştırılması) ile çakışıyor. Meramımızı baştan anlatalım. Biz İzmir’de gerçekleşen toplantının, adı dışında pek az ortak noktası olan beş benzemezi bir araya getirdiğini ve dahası Okuyan’ın çıkardığı şemadaki üç gruptan da parçalar taşıdığını ve bu haliyle ne işçi sınıfına ne de gerçek komünistlere hiçbir faydasının olmadığını düşünüyoruz. Faydası olmamak ne demek, bir tarafta NATO’nun utangaç muhiplerini, öteki tarafta restorasyonistlerin, yani gözümüzün bebeği işçi iktidarını yıkanların hınk deyicilerini getirip hem ülkemizim işçilerine hem de dünya soluna komünist diye pazarlamak, siyasi cambazlığın en utanmaz biçimlerinden biridir. Dolayısıyla bu yazıda emperyalizmperverleri ve restorasyonist bürokrasi hayranlarını bize “dünya komünist hareketi” diye satmalarına, komünistler olarak karşı çıkacağız, İzmir’e gelenlerin ne menem komünist olduklarını, daha yakından tanıdığımız örnekler üzerinden anlatacağız. 

Burada metodolojik kısa bir not düşelim. TKP’nin topladığı ve kapitalizm yönetme şerefine nail olmuş komünist partilere yalnızca kısa bir değiniyle yetineceğiz. Asıl olarak, bu toplantı ile komünist payesi verilenler arasında, emperyalizme (çok farklı biçimler ve yollarla da olsa) zeytin dalı uzatanların önemine dikkat çekeceğiz. Şunu belirtelim. Kemal Okuyan’ın söylediğine göre yüzü aşkın partinin temsil edileceği bu toplantıya gelen örgütlerin hepsini tanımayız. Bütün partileri tek tek incelememiz hem imkânsız hem de anlamsız. Bu sebeple, karşı tarafın ana hatlarını anlayabilmek için, kıyıda köşede kalmış karikatürize unsurlarıyla tartışmayı değil, kendi ülkeleri içinde belli bir öneme sahip olan, bu toplantının ağır toplarına odaklanmayı seçiyoruz. Bunların içerisinde de, bizim daha yakından takip edip tanıdığımız partiler ister istemez öne çıkacak. Fakat bizim daha yakından takip ettiklerimiz arasında dahi, emperyalizmle böyle hayırhah bir ilişki kuranların çok olması yeterince anlamlı. Bizim bilgimizi ve dil yetilerimizi aşacak daha detaylı bir araştırmaya girişilse, örneklerin arttırılabileceğini tahmin etmek güç değil. Ama bu tartışmanın ötesinde şunu hatırlatmak gerekir. “Dünya komünist hareketleri” lafı kullanılarak anlatılan bir etkinlik bir apartman sakinleri toplantısı da değildir lise mezunlarının pilav gecesi de. Yani tartıştığımız partilerin bütünü temsiliyet kapasitesinin ötesinde, “uluslararası komünist partiler toplantısında, sadece dördü kendi emperyalizminin kuyruğuna takılmıştı” diye bir savunmanın imkânsız olduğunu hatırlatalım.

Kapitalizmi yöneten komünistler

Ama burada durup, bir konuyu açıklığa kavuşturalım. Biz Okuyan’ın çizdiği, üç kanatlı şemayı, en azından bu haliyle sorunlu buluyoruz. İşin NATO kısmında alınacak pozisyon herkes için çok daha aşikâr olsa gerek. Dünya anti-komünizminin silahlı kanadı olarak kurulan, hem açık işgallerle, hem gerici darbelerle, hem de kontrgerilla örgütlenmeleriyle dünya halklarına kan kusturan NATO insanlık tarihinin gördüğü en büyük terör örgütüdür. İşçi sınıfının ve ezilen halkların mücadeleleri zaferlerle taçlanmaya başladığında, NATO’yu ilga ve imha edeceğimiz gün öyle muştulu bir gün olacak ki, herhalde uzun yıllar bayram günü olarak kalır. Hülasa, “NATO’yu destekleyen sol”un köküne kibrit suyu. 

Ama “Çin-Rusya eksenli sol” denilince burada bir ayrım yapmak lazım. Biz, çeşitli mecralarda daha önce yazdığımız üzere, Çin ve Rusya’nın emperyalist olmadığını ve emperyalizmin saldırganlığına karşı savunulmaları gerektiğini açıkça söylüyoruz. Yani “Çin-Rusya eksenli sol” deyip, bu iki ülkeyi Batı emperyalizmiyle aynı kefeye koyarak, TKP gibi “ne ocu ne bucu” akmaz kokmaz bir pozisyon alanları gördüğümüzde, bizim burnumuza solda çok yaygın olan utangaç NATO’culuğun kokusu gelir. Ama bizim pozisyonumuzun, Çin başta olmak üzere kapitalizmi yöneten partilerin yaptığını allayıp pullayıp “yeni bir sosyalizm modeli” diye savunmaktan çok farklı olduğunu belirtelim. Restorasyonist bürokrasiye teslim olmak anlamına gelen bu pozisyonu, devrimci Marksist geleneği bayrak edinen Devrimci İşçi Partisi net bir şekilde mahkûm etmektedir. Tam tersinden, dünya kapitalizminin önemli bir kısmını yöneten komünist partileri elinde çiçeklerle karşılamak TKP’ye kısmet olmuş görünüyor.

Yukarıda yazdığımız üzere bu partileri burada tek tek ve detaylı biçimde incelemeyeceğiz. Çin’e bir sonraki alt bölümde kısaca değineceğiz. Diğer davetli bürokratlar için genel bir hatırlatma yapmak gerekirse, Che’nin, Fidel’in partisi Küba Komünist Partisi (KKP), bugün Küba’nın kahramanca savunduğu işçi devletinin kazanımlarını tasfiye etmeye girişmiş vaziyette. Yeni anayasa süreci bunun en çarpıcı örneklerinden biriydi. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin mirası üzerine kurulmuş olan Rusya Federasyonu Komünist Partisi ve partinin tarihsel lideri Genndaiy Juganov, Rusya’da Vladimir Putin iktidarının emniyet supablığını yapmakta, “majestelerinin muhalefeti” rolünü oynamaktadır.  Bu partiler en azından (bazen kendi tercihleri dahilinde olmayan çeşitli sebeplerle) emperyalizme husumet etme erdemine sahip. İktidarda olan Vietnam Komünist Partisi, kapitalizmi yönetmenin yanına, ABD ile gitgide daha yakın ilişkilere sahip olan bir komünist parti olma vakfını da eklemiştir. İronik biçimde, tam da Kemal Okuyan’ın yukarıda andığımız basın açıklamasını yapıp, Vietnam Komünist Partisi’ni de katılımcılar arasında saydığı gün, yani 10 Eylül 2023’te Vietnam’ı ziyaret eden başemperyalist, ABD Başkanı Joseph Biden ile Vietnam yönetimi bir antlaşma imzalayarak, iki ülke arasındaki ittifakı, Vietnam devletinin kullandığı kategorilerde en ileri seviye ittifaka karşılık gelen “kapsamlı stratejik ittifak”a yükseltmiş bulunuyor.[2] Bu dahi, Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı’na dair bir ilk fikir edinmek için yeterli olsa gerek.

ÇKP ve tutarsızlıklar silsilesi

Çin Komünist Partisi konusundaki tutumumuza yukarıda kısaca değinmiş bulunuyoruz. Fakat davetliler arasında muhtemelen en dikkat çekeni olan bu partiye ve özellikle bu parti konusunda ev sahibi TKP’nin tutarsız pozisyonuna işaret etmemiz elzem. Yukarıda yazdık, biz Çin’i (aynı Rusya’yı olduğu gibi) emperyalizme karşı savunma konusunda en ufak bir ikirciklik içerisinde değiliz. Fakat bu pozisyonumuz, Çin’in karakterine dair herhangi bir yanılsamadan kaynaklanmıyor. Şöyle açalım. Bizim Çin’i emperyalizme karşı savunmamız, bütün yozlaşmışlıklarına rağmen, hala kapitalizmin ilga edilmiş vaziyette bulunduğu Kuzey Kore ve Küba’yı savunmamızdan niteliksel olarak farklıdır. Küba’da, KKP açıkça restorasyonist eğilimler gösteriyor. Ama bu restorasyonist eğilimler, henüz ülkenin iktisadi yapısında ve mülkiyet ilişkilerinde geri dönülmez bir değişim yaratmış değil. Yalnızca, önderlik bugünün parti bürokratlarının yarın kapitalistleşmesinin koşullarını yaratabilecek ilk adımları atmıştır. Kuzey Kore ise devasa çarpıklıklarla malul. Devletin başında tek bir parti değil, tek bir aile var ve 1948’de resmî adıyla Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana devleti bu ailenin üç kuşak fertleri yönetiyor. Fakat bu çarpıklıklara rağmen, her an emperyalizmin ve işbirlikçilerin askerî müdahalesiyle karşılaşma riski altında yaşayan Kuzey Kore’de kapitalizme verilen her taviz emperyalizme iç müttefikler vererek ülkenin askerî yenilgisinin şartlarını hazırlayacağı için, Kore İşçi Partisi (KİP) içerisinde en azından açıktan görülebilir restorasyonist eğilimler mevcut değil. Yani muhtemelen kapitalizm ile işçi devleti arasındaki mücadele, aynı zamanda Kuzey-Güney ayrımıyla ve ulusal bölünmüşlükle de da iç içe geçtiğinden, Kuzey Kore kendi varlık sebebini yadsımadan restorasyona yanaşamaz (bu, bürokrasi bir noktada Kuzey Kore’nin varlığını ortadan kaldırmayı kabul edemez anlamına gelmiyor). Yani bu iki farklı biçimiyle, Küba ve Kuzey Kore’de hâlâ bürokratik işçi devletleri mevcut. Bu şartlar altında biz, doğrudan emperyalist saldırı olmasa dahi, varlığı yokluğuna yeğ olan işçi devletlerini dış tehditlere karşı savunmayı görev biliriz.

Çin’de ise ÇKP, 1970’lerin sonundan bu yana kapitalizme geçişi yönetmiş bir partidir. Yani çarpıklıklarına işaret ettiğimiz KKP’nin ve KİP’in aksine, ÇKP’nin boynunda sosyalizmin tedricen yıkılışını yönetmek gibi bir günah asılı duruyor. ÇKP’nin tek “başarısı”, Sovyetlerde yaşananın aksine kapitalizme geçişi tek parti iktidarını kaybetmeden yürütebilmiş olmak, bürokrasinin burjuvalaşmasını ise adeta parti önderliğinde başarmak. “Parti önderliğinde” ifadesini, ironik biçimde de olsa, özellikle kullanıyoruz. 2006 yılında yapılan bir araştırmaya göre, 15 milyon Amerikan dolarından fazla serveti olan 3200 Çin vatandaşının 2900’ü devlet ya da parti bürokrasisinin akrabaları. ÇKP “servet düşmanı” olmaktan o denli uzak ki, milyarderlerin servetlerinin toplam milli gelir içerisindeki payı 2019’da yüzde 7 iken 2021’de yüzde 15’e çıkmış durumda.[3] Kısacası, işçi devletini başarıyla tasfiye etmiş olan ÇKP’ye bu anlamda ilerici bir misyon atfetmek mümkün değil. Devrimci Marksistler, bütün çarpıklıklarına rağmen KKP ve KİP ile, ya da bu partilerin içerisindeki işçi devletini savunma yanlısı kanatlarla gerektiğinde işçi devletini savunmak amacıyla birleşik cepheler içerisinde yan yana dahi gelebilir. ÇKP ise açıkça barikatın öteki tarafına geçmiş vaziyettedir. Yani komünist bir partinin, ÇKP’den siyasî mücadelede, bir ittifaklar politikası kapsamında dahi olsa hayır beklemesi abesle iştigaldir. Çin’i (ve Rusya’yı) emperyalizme karşı savunmamızın sebebi, bu ülkeye ve başındaki partiye dair bir yanılsama içinde olmamız ya da bunları işçi devletleri olarak savunmamız değil, emperyalizmin diz çöktürmek istediği ülkeleri, emperyalist saldırganlığa karşı savunma gerekliliğidir. 

Dahası, Çin’i emperyalizme karşı savunmamız, ÇKP’nin tutarlı bir anti-emperyalist güç olduğu anlamına da gelmiyor. Bilakis, ÇKP kapitalizmin restorasyonunu yöneterek, bizzat Çin’i emperyalizm karşısında zayıflatmıştır. Bir yandan, içeride çıkarları Batı emperyalizmi ile olan ticarî ve finansal bağlarını korumaktan yana olan bir burjuvazinin varlığı, emperyalizmin Çin’in içinde her zaman olası işbirlikçilere sahip olmasına yol açmaktadır. Emperyalizm ve Çin arasındaki olası bir savaşta, bu durum Çin’in iç cephesini çok daha zayıf kılmaktadır. Bu nesnel zayıflığın ötesinde, ÇKP’nin bazı öznel tercihleri de emperyalizme olası kozlar vermektedir. Uygur azınlığın yaşadığı, ülkenin batısında fakir Sincan bölgesine ülkenin Han ulusal çoğunluğundan yerleşimciler yollayarak Uygurları asimile etme çabası ve bu azınlığın dinine yönelik baskılar, Uygurları hem emperyalizmin hem de tekfirci örgütlerin etkisine açık hale getirmektedir. Yani ÇKP’nin ulusal sorundaki şoven pozisyonu, emperyalizmin eline bir koz daha vermektedir. Bunlardan çıkarılacak sonuç açık olsa gerek. Biz ÇKP önderliğindeki Çin emperyalizm ile karşı karşıya geldiğinde Çin’in zaferi için mücadele ederiz. Ama bu mücadelede Çin’in zayıf karnını bizzat ÇKP önderliği oluşturmaktadır. ÇKP önderliğindeki Çin emperyalistlere karşı tekil bir savaşı kazanabilir, biz de bunun için emperyalizme karşı mücadele ederiz. Ama bu önderlik, emperyalizmi yenme görevini başarıya ulaştırma kapasitesinden yoksundur. Bunun için, son yıllarda kahramanca mücadeleler veren Çin işçi sınıfının, yeni ve tutarlı biçimde anti-emperyalist bir önderlik olarak öne çıkması gerekir. Yani emperyalizme karşı mücadelenin çıkarları dahi, ÇKP’nin (dış müdahaleyle değil, içeride işçi devrimiyle) yenilmesini gerektirir.

Biz, bu yönelttiğimiz suçlamaların, adı “Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı” olan bir etkinliğe ÇKP’nin davet edilmemesi için yeterli olduğu görüşündeyiz. Değil komünist partiler toplantısına buyur etmek, gözümüzün bebeği işçi devletini yıkarak dolar milyoneri ve hatta milyarderi olan bürokratlarla bizim alacak verecek selamımız bile olamaz. Çin’i emperyalist saldırganlığa karşı savunuruz, ama o kadar. 

Başka şartlar altında, bu ağır suçlamayı, yani sosyalizmin mezar kazıcılarını komünist diye memlekette ağırlama suçlamasını TKP’ye yönelttikten sonra karşı tarafın verecek cevabı olup olmadığını beklemek gerekirdi. Ama garip biçimde, TKP buna 2017 yılında zaten dolaylı bir cevap vermiş. 2017’de yayınladığı bir kongre metninde TKP, biraz yarım ağızla ve utangaç da olsa Çin’in ve Rusya’nın emperyalist ülkeler olduğu saptamasını yapmış bulunuyor! Bakınız ne diyor TKP: “Hem Rusya hem de Çin’in dünya kapitalist sistemi içinde tuttuğu yer, bu ülkeleri emperyalist ülkeler kapsamında incelemeyi zorunlu kılmaktadır. Rus ekonomisindeki dengesizlikler ve yine Rusya ve Çin’in finansal yapısındaki zayıflıklar her iki ülkenin emperyalist karakterini ortadan kaldırmaz.[…] Türkiye Komünist Partisi şu ana kadar emperyalist nitelemesini hâlâ en tehlikeli ve saldırgan unsur olarak sistemin tepesinde duran ABD ve Avrupa Birliği’nin sürükleyici ülkeleri için kullanmıştır. Ancak parti, bir noktadan sonra ve gerektiğinde, sistemin içinde yapısal olarak emperyalist bir pozisyonda duran Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti için yapacağı siyasi değerlendirmelerde emperyalist nitelemesini kullanmaktan çekinmeyecektir.”[4]

Madem Çin ve Rusya emperyalist, o zaman TKP neden bu ifadeyi “bir noktadan sonra ve gerektiğinde” kullanmaya başlayacakmış, bunu biz anlamadık. Ama bu ilginçliğin ötesinde, TKP açıkça, Çin’i emperyalist saydığını ilan etmiş bulunuyor. Olabilir, saysınlar, bu açıkça yanlış bir pozisyondur ama solun önemli bir kesiminin takındığı bir yanlış pozisyondur.[5] Bizim burada vurgulamak istediğimiz husus farklı. Madem TKP, Çin’i emperyalist bir ülke, dolayısıyla ÇKP’yi de emperyalist bir ülkenin önderliği saymaktadır, o zaman bu partinin, sizin ev sahipliği yaptığınız komünist partiler toplantısında ne işi var? Altını çizelim, biz Çin emperyalist değildir diyoruz, dolayısıyla emperyalizme karşı tereddütsüz Çin’i savunuyoruz. TKP’nin emperyalizme karşı Çin’i böylesine rahatlıkla savunamadığı ve savunamayacağı, hem Çin’in emperyalist olduğunu söylemesinden, hem de Rusya-NATO savaşındaki orta yolcu pozisyonundan rahatlıkla anlaşılıyor. Ama aynı TKP, savaşta emperyalistlere karşı savunmaya bile hazır olmadığı Çin’i ve ÇKP’yi komünist partiler toplantısında, komünisttir diye ağırlamaya hazır! Biz bu garabet pozisyonun, bu tutarsızlığın neresinden tutulabileceğini, ne çeşit bir Leninizmle açıklanabileceğini bilmiyoruz. İnsanın “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diye soracağı geliyor.

Emperyalizmin utangaç dostları İzmir’de: Irak’ın Damat Ferit Paşa hükümeti

Emperyalizm meselesine değinerek, konunun en can alıcı kısmına gelmiş bulunuyoruz. Tartışacağımız partilerin başında Irak Komünist Partisi (IKP) geliyor. Konuya yabancı olan okur Irak Komünist Partisi denilince burun kıvırmasın. 20. yüzyılın iktidara gelememiş en büyük komünist partileri sıralansa, bu listede mutlaka Irak partisinin de olması gerekir. Niyetimiz IKP tarihi yazmak değil, detaya girmeyeceğiz, ama şu kadarını söylemekle yetinelim. Ortadoğu’daki diğer komünist partilere göre geç kurulan bu parti, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkenin en büyük siyasi güçlerinden biri haline geldi, hatta bir noktada muhtemelen ülkenin açık ara en büyük siyasi örgütüydü. Parti özellikle Irak’ın Şii halkı arasında büyük destek kazandı. Partinin 1948’de darağacına yollanarak şehit olan IKP Genel Sekreteri Yusuf Salman Yusuf, ya da parti adıyla Fehd (Arapça “panter”) başta olmak üzere (başka çok büyük sıkıntılarına rağmen) yiğitliklerle dolu bir tarihi vardı. Bunları, bu ülkenin komünist hareketinin tarihine nasıl bir önem verdiğimizi belirtmek için sayıyoruz. 

Ama bu partinin tarihinde, ABD emperyalizminin 2002’deki Irak işgali bir kırılma noktası olmuştur. İşgal, genelde her komünist parti için bir kırılma noktasıdır. Fransa ve İtalya’dan Çin’e ve Vietnam’a kadar, bizim bölgemizde de Lübnan’da, Filistin’de, Cezayir’de tarih ulusal kurtuluş mücadelesinin içinde (bazen en başında) elde silah dövüşen komünistlerin hikayeleriyle dolu. IKP ise 2002 sonrası ABD işgali sırasında bunun tam tersini yaptı. Rüşvet-i kelam olarak ABD işgalini istemeyeceğini söylese de, ABD emperyalizminin işgal sonrası kurduğu işbirlikçi rejimde bilfiil görev aldı, bu da yetmedi işgalci rejimin kukla hükümetine bakan verdi.  Özetle Irak’ın Damat Ferit hükümetinde bir de komünist bakan bulunuyordu. Bunu yaparak, hem ABD emperyalizminin kendini tüm dünyada “bakın biz demokrasi getiriyoruz” diye pazarlamasına büyük bir katkı sundu hem de anlı şanlı “komünist” adını beş paralık etti. Abarttığımızı düşünüyorsanız, bizden değil, 2005’te konuşan Kemal Okuyan’ın kendisinden dinleyin: “[İ]şgalde direnişin en ön saflarında yer almakla övünen Paris ve Yunanistan’da direnişleriyle örnek gösterilen komünistler için, Irak yüz karası oldu. […] Dünyada ilk defa kendilerine komünist diyenler, ülkeleri işgal altındayken, hükümete ortak oldular.”[6] Doğru söze ne hacet! Okuyan bunları söylerken, IKP ile bütün ilişkilerini kestiklerini de eklemiş. Kendine komünist adını veren bir partinin, böylesi bir ihanet karşısında en azından bu tepkiyi vermemesi şok edici olurdu.

Şimdi filmi ileri saralım, 2019’a gelelim. Yine TKP’nin ev sahipliği yaptığı ve yine İzmir’de gerçekleşen Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı’nın katılımcıları arasında IKP’yi de görüyoruz. Etkinliğin internet sitesine göre, 2023 Ekim ayı toplantısında da IKP hazır bulunacak. Şu soruyu sormak boynumuzun borcu, 2005’ten 2019’a ne olmuştur da daha 14 sene önce emperyalist işgalciyle aktif iş birliği yapan bir parti, Türkiye’de komünist diye (hem de ironik biçimde, Millî Mücadele sırasında işgalcinin kovulmasıyla özdeşleşmiş bir şehirde) ağırlanıyor? Kimse aradan 14 yıl geçmiş demeye cüret etmesin! Yüz binlerce gariban Iraklının kanını döken emperyalist işgale işbirlikçilik yapmak top oynarken cam kırmak mıdır ki köşede tek ayak üstünde bekleyince affedilsin? Dahası, ortada gerçek bir nedamet sürecinin olmadığı da açık.

Bunu söylemek için üç sebebimiz var. Birincisi, birlikte çalıştığımız, ABD emperyalizmine karşı yiğitçe mücadele eden ve farklı ülkelerden olan bir dizi Arap devrimcisinin bu partiye hâlâ hain olarak baktığını biliyoruz. İkincisi, IKP şu anda ABD karşıtı bir dil kullansa ve Irak siyasetinde ABD karşıtı Mukteda el-Sadr’ın hareketiyle beraber çalışsa da “Batı demokrasisi” ile hayli problematik bir ilişkiye sahip olduğu görülüyor. Daha 2022 Aralık ayında, kendi sitelerinde övünerek duyurduklarına göre, partinin genel sekreteri Raid Fehmi, Viyana’ya giderek Avrupa Sol Partisi’nin toplantısına katılmış. Syriza ve (biraz sonra bahsedeceğimiz) PCF gibi partilerin toplantısında, hazır bulunup, Jeremy Corbyn dair bir dizi siyasetçiyle görüşmüş.[7] Pek güzel, Irak halkına ihanet eden IKP, Yunanistan halkına ihanet eden Syriza ile yan yana omuz omuza. 

Ama asıl belirleyici olan üçüncü delil. IKP uluslararası “komünist” toplantılara ne zaman dönmüş diye baktığımızda daha 2008 yılında, TKP’nin bu partiyle ilişkisini keseceğini söylemesinden üç yıl sonra IKP’yi bu toplantıda görüyoruz.[8] Dahası var, 2005’te yapılan toplantıda, IKP’nin kendisi yer almasa da, Atina’da yapılan toplantı bileşenleri “kardeş Irak Komünist Partisi’ne” selam yolluyor![9] Okuyan’ın ilişkileri kesme açıklaması Şubat 2005, Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı’nın işbirlikçi IKP’yi selamlaması Kasım 2005, yani sadece 8 ay sonrası! Şunu belirtelim, TKP, uluslararası toplantıya katılsa da bu mesaja imzacı olmamış. Yani kendi mesafesini kısmen korumuş. Ama müsaade edin soralım, emperyalizmin işbirlikçilerine selam yollayan, bu işbirlikçileri birkaç sene sonra ağırlayan bir toplam hâlâ utanmadan bunun uluslararası komünist hareket olduğunu söyleyebilir mi? 

Fransa NATO’dan ne zaman çıkabilir?

Şimdi Irak’ı bırakıp, gözümüzü Avrupa’ya çevirelim. Davet edilen Avrupa partilerinin (belki Portekiz partisi ile birlikte) muhtemelen en güçlüsü Fransız Komünist Partisi’dir (PCF). Fransız Komünist Partisi, yıllarca (diğer Batı Avrupa partilerinin çok önünde) Stalinizmin kalesi oldu. Daha sonra, daha Sovyetler Birliği çökmezden evvel emperyalist-kapitalizme zeytin dalı uzatmanın süslü adı olan Avro-komünizmini benimsedi, bu ihanet hareketinin ilk geliştiği İtalya ve İspanya partilerinin hemen ardından Avro-komünizmin bayraktarlığına girişti. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından ise, tüm dünyanın resmî komünist partilerini saran sağcılaşma ve düzene mutlak teslimiyet rotasına girdi. Bu rotaya girdi girmesine ama “merkez sol” denilebilecek siyasi alanı Fransa’da Sosyalist Parti zaten doldurduğu için, örneğin İtalya’da olanın aksine partinin adını amblemini tamamen değiştirip, “komünizm gömleğini çıkardık” deme fırsatı olmadı. Buna rağmen, gitgide artan bir sağcılaşma sürecine girdi. Bu gidişat, 2018’de partinin başına geçen Fabien Roussel döneminde doruk noktasına ulaştı. Bu şahsın ve partinin bir dizi başka konudaki rezilliğini ve Fransız işçileri tarafından “Versaylılar defolun” sloganlarıyla protesto edilmesini, başka bir vesileyle Hasan Refik yoldaşımız yazmıştı.[10]

Biz burada işin başka bir boyutuna, partinin yeni bulduğu ve çabuk benimsediği NATO muhipliğine değineceğiz. PCF uzun yıllar boyunca, bütün zaaflarına rağmen NATO karşıtı bir çizgide ısrar etmişti. NATO’dan çıkılması gerektiğine dair yayınladıkları metinler sitelerinde hâlâ mevcut. Bu tavrı dolaylı olarak değiştirdiklerini kamuya duyurmaları, tam da 2022’de Ukrayna’daki NATO-Rusya savaşının başlamasıyla, yani NATO’nun savaşa girmesiyle oldu. Her kırılma noktasında, sağcı Fransız siyasetçileriyle “ben sizden daha gericiyim” ekseninde bir rekabete girişmeyi âdet haline getiren Roussel, savaş başlayınca da televizyondan televizyona koşar oldu. Önce, Batı’da ve Avrupa’da oluşan Rus karşıtı histeriye ve Rusya karşıtı kutsal ittifaka biat ettiği konusunda bir tereddüt bırakmamak için Rus kapitalistlerinin mal varlıklarına ve teknelerine el koyma planlarını anlatmaya başladı. Arkasındaki niyeti görmek zor olmasa da, buraya kadar genel olarak Rusları değil, Rus oligarkları hedef aldığı söylenerek, kendi içinde savunulabilir bir pozisyondu. Ama yetmedi. Bu sefer Roussel, partisinin geleneksel NATO’dan çıkma konusundaki pozisyonu sorulunca Fransa’nın en gerici kanallarında (CNews ve BFM TV), göğsünde Ukrayna bayrağının renklerini taşıyan rozetle, NATO’dan çıkmayı konuşmanın zamanı şimdi değil demeye başladı.[11] Günah çıkarma pozisyonu öylesine aşikârdı ki, şu anda Fransa’nın ihtiyaç duyduğunun “kolektif güvenlik” olduğunu söyleyerek NATO ağzıyla dahi konuşmaya başladı. Roussel’in Fransız burjuvazisi önünde günah çıkarırken kullandığı mantığın altını çizmek isteriz. Dünyanın en büyük terör örgütü olan NATO’dan çıkmanın konuşulamayacağı an, tam olarak da NATO’nun Üçüncü Dünya Savaşı kışkırtmalarının sıcak savaşa dönüştüğü anmış! Önce NATO Üçüncü Dünya Savaşı’nda dünya halklarının kanını döksün, ondan sonra konuşuruz! Yani Rosa Luxemburg’un bir dönem “dünyanın işçileri barışta birleşin, savaşta birbirinizi boğazlayın” diye dalga geçtiği İkinci Enternasyonal pozisyonunun 21. yüzyıla uyarlanmış versiyonunu öneriyor bize Roussel: “Fransız işçileri, barışta emperyalizme karşı mücadele edin, savaşta kendi emperyalizminizin arkasına dizilin!” Ne ala komünizm!

Emperyalist askere ve petrol tekeline selam duranlar

PCF, davet edilen en büyük Avrupalı parti olarak özel bir öneme sahip. Ama kendi burjuvazisinin peşinden tıpış tıpış gitme konusunda kesinlikle tek değil. Avrupa’dan bir başka örneğe, İtalyan siyasetinde garip biçimde sesi çok duyulan ve bizdeki Doğu Perinçek ile kıyaslanabilecek Marco Rizzo’nun kurucusu olduğu Partito Comunista’ya (PC), yani Komünist Parti’ye geçelim. PC’nin çizgisi, yukarıda tartıştığımız Fransız Komünist Partisi’nden oldukça farklı. PC, AB’ye de NATO’ya da, emperyalist oluşumlar olarak açıkça muhalefet ediyor. Fakat bunu açıkça, utanmaz bir İtalyan milliyetçiliği üzerinden ve NATO’dan ve AB’den bağımsız olması gerektiğini hayal ettiği emperyalist İtalyan devletinin savunusu üzerinden yapıyor. 

İki örnekle yetineceğiz. İtalya’nın Hindistan ile yaşadığı bir kriz ülkeyi uzun süre meşgul etmişti. 2012 yılında, Hindistan'ın Kerala eyaletinde bulunan bir İtalyan ticaret gemisindeki iki İtalyan askeri, korsan sandıklarını söyleyerek, iki Hint balıkçıyı öldürmüştü. Bunun üzerine Hint donanması bu İtalyan gemisinin ülkeden çıkışına engel olarak, iki askeri tutuklamış ve 2 buçuk yıl kadar Hindistan’da alıkoymuştu. Olayın polisiye kısmı ve yargı ayağı burada bizi doğrudan ilgilendirmiyor (askerler salındıktan sonra dahi yargı süreci on yıl kadar sürdü). Fakat, bir emperyalist devlet olan İtalya’dan bakan hiçbir anti-emperyalist, bu olaya gariban Hint balıkçılarını vuran iki emperyalist askerinin elini kolunu sallayıp gidememesi açısından bakıp gözyaşı dökmez, dökemez. Hele bir de bu insan komünistse, Hindistan’ın en yoksul eyaletlerinden biri olan ve halkı hâlâ büyük bir çoğunlukla komünist partiyi destekleyen Kerala’nın yiğit halkından ar eder. Ama eğer bu insanın (ya da örgütün) göstermelik anti-emperyalizmi yalnızca İtalyan milliyetçiliğini örten yaldızlı bir kılıf ise, tam da Marco Rizzo gibi, İtalyan askerinin Hint köylüsünü öldürebilme hakkının savunusuna girişir. Savunmanın da hayasızlığına bakın. Fotoğrafta gördüğünüz 2015 tarihli Twitter mesajında, Rizzo “Sorumluluğun ötesinde, ortaya çıkan şey şu: İtalya kendi askerlerini savunamayan bir ülke. SSCB olsa böyle olmazdı.” Sorarsan yurtseverlik nişanesi. Yurtseverliğin, bazı bağlamlarda (emperyalist işgal altındaki bir ülkede ya da bir sömürgede) çok ilerici roller dahi üstlenebileceği doğrudur. Ama emperyalist İtalyan askerini, gariban Hint balıkçısına karşı savunana bizde yurtsever değil adıyla sanıyla sosyal şoven derler.

rizzo

İkinci örneğimiz 2022’den. 27 Ekim’de, Rizzo, Enrico Mattei’yi yâd ediyor. Hem de ne büyük sözlerle: “Şan olsun ENI’nin kurucusu, antiemperyalist kahraman, yurtsever Enrico Mattei’ye.” Rizzo’nun mesajını okuyup, ENI’yi İtalyan partizanların Nazilere karşı savaşmak için örgütlediği bir tugay sanmayın. ENI, bugün de (özel bir şirket olarak) dünyanın en büyük petrol şirketlerinden biri olan o dönem İtalyan devletine ait petrol tekeli. Enrico Mattei de bu şirketin kurucusu, anti-komünist ve Amerikan yanlısı Hristiyan Demokrat Parti’nin milletvekili. Neden “anti-emperyalist kahraman” olasıymış Mattei? Çünkü Ortadoğu petrolünü ve gazını sadece Amerikalılar ve Britanyalılar çalmasın, İtalya da çalsın diye çabalamış, kendisi petrol üreticisi olmayan İtalya’nın enerji şirketi ENI’yi de dünyanın büyük haydutlarıyla masaya oturabilsin diye uğraşmış. Alın size PC’nin ve Rizzo’nun anti-emperyalist kahramanı! Bunun adı komünizm falan değil, en iyi ihtimalle bir çeşit İtalyan Golizmi (eski Fransız Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’e referansla) olabilir. Ama kendi burjuvazisinden anti-emperyalist kahraman yaratan bu tavır Türkiye’den bakan devrimciler olarak bize ister istemez, De Gaulle’ü falan değil, başka bir ibretlik hikayeyi anımsatıyor. Kendi burjuvazisinin ilericiliğine ikna olan Rizzo’nun pozisyonu, bizim gözümüzde, sıkıyönetim mahkemelerinin karşısında nedamet getirip Mahir Çayan ve yoldaşlarına ihanet eden, Adnan Menderes ve Süleyman Demirel ilericidir, asıl devrimci onlardır diye kendini paralayan Yusuf Küpeli-Ramazan Münir Aktolga çizgisinin bir emperyalist ülkedeki izdüşümüdür. İsteyen buyursun İtalya’nın Münir Aktolga’larıyla toplansın hasbihâl etsin, ama bağrından Mahir Çayanları çıkarmış bir memlekette, kimse bize bunlar komünisttir diye anlatmasın.

Aliyev’in Juganovları

Okurun sabrını daha fazla sınamadan, bölgemizden son bir örnekle bu yazıyı tamamlayacağız. Başta da vurguladığımız üzere, bu noktaya kadar, bu toplantıya çağrılanlar arasında belli bir gücü olan, bir temsiliyet vasfı olduğu söylenebilecek partileri tartıştık. Bu son örnekte, söz konusu ülkenin hem Türkiye hem de bölge için önemi sebebiyle bu kuralın dışına çıkıp toplantının daha güçsüz davetlilerinden birinin üzerinde duracağız. Tartışacağımız parti Azerbaycan Komünist Partisi. Gerçek gazetesinin okurları, bizim Azerbaycan’a verdiğimiz önemi ve bu ülkeyle çarpık bir abi-kardeş biçiminde değil, enternasyonalist temellerde kurduğumuz ilişkiyi biliyorlar. Azerbaycan’da işçi iktidarının kuruluşunu ve bu sürecin iki tarihsel önderi olan Stepan Şaumyan ve Neriman Nerimanov biz her daim el üstünde tutarız. Ne mutlu bize ki, el ele enternasyonali inşa etme mücadelesi verdiğimiz Azerbaycanlı devrimci Marksistler sayesinde, bu bayrağın Azerbaycan’da, henüz genç olduğu için sınırlı bir güçle de olsa dalgalandığını biliyoruz. Ama tam tersinden, üzülerek söyleyelim ki, Azerbaycan Komünist Partisi adını taşıyan yapı, bu geleneğin lafzını sahiplense de (geçerken söyleyelim, bu partinin gözümüzün bebeği, Kafkasların Lenin’i, Bakülü Ermeni komünisti Şaumyan’ı sözde dahi olsa sahiplendiğini gösteren bir şey de görmüş değiliz) özüne boydan boya ihanet etmiştir.

Azerbaycan Komünist Partisi, bir anlamda yukarıda kısaca değindiğimiz, Putin’in hınk deyicisi KPRF ve Juganov’un Azerbaycan’daki izdüşümüdür. Ama KPRF’inki bir trajediyse Azerbaycan partisininki ancak komedi olabilir. Zira Juganov Putin’in kuyruğuna yapışmışken, tarih Azerbaycanlı yoldaşlarına, peşine takılmak için ancak bir İlham Aliyev vermiştir. Kimine Bonapart, kimine yeğeni! Ama Azerbaycan Komünist Partisi, bu komedideki rolünü oynamaktan imtina etmiyor. Vakitlerinin çoğunu işgal ettiği anlaşılan, Stalin, Nerimanov anmaları ve ÇKP’ye yollanan tebrik mesajları arasında, İlham Aliyev’in Siyonizmin silahıyla kapıldığı bölgesel güç olma hezeyanlarını alkışlamayı da ihmal etmiyorlar. Yakın zamanda, Gerçek gazetesinin dikkat çektiği durum,[12] yani Aliyev istibdadının İran’a karşı Siyonizmle iş birliği yapıp kendine alan açması, belli ki pek sevindirmiş bu komünistleri. İran’a cepheden taarruz edip bu ülkeyi “anti-İslam” ilan ettiği ama konuyu emperyalizme ve Siyonizme getirmemek konusunda büyük dikkat sergilediği bir yazının sonlarında, çözümü sevinçle haykırıyor “komünistler “Lakin artıq regionun geosiyasi lideri mövcuddur- Azərbaycan!” “Artık bölgenin jeopolitik lideri mevcuttur – Azerbaycan!”[13] Siyonistin silahıyla İran’a kafa tutan komünistler! Filistin için ya da emperyalizme karşı ağızlarını bile açmadıklarını eklememize gerek var mı? 

Bizim alternatifimiz

İşte TKP’nin göğsünü gere gere memlekete topladığı Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Toplantısının komünistleri bunlardır. Bizim derdimiz, ne bizden farklı geleneklerden gelen komünistlerle tefsir yarıştırmak, ne alt metin arayıp kelimelerin üstünde tepinmek. Ama Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğine gelmiş, emperyalist terörün had safhaya ulaştığı bir dünyada, bu memleketin devrimcileri olarak, komünist adının böyle kirletilmesine sessiz kalmamız düşünülemez. İsteyen istediğini davet etsin, ama kimse ABD işgalinin işbirlikçilerini, NATO’da kalmak için bin bir takla atanları, İtalya’nın Münir Aktolga’larını, Siyonistin silahıyla bölge halklarına dayılananları ve her nevi bürokratı bir sahneye toplayıp bunlar komünisttir demesin! 

Bunları neden biz görüyoruz da TKP görmüyor ya da görmezlikten geliyor? Çünkü biz komünizmin, Bolşevizmin, Leninizmin devrimci enternasyonalist doğrultusunun takipçisiyiz. 1930’lu yıllarda Sovyetler Birliği yeni devletin içinden gelip ayrıcalıklara kavuşan bir bürokrasinin hâkimiyetine girdiğinde, Lenin’in partisi 1936-38 arasında tarihe “Büyük Temizlik” olarak geçen komünist katliamıyla tanınmaz hale getirildiğinde, enternasyonalizmi terk edip “tek ülkede sosyalizm” denen deli gömleğine hapsedildiğinde, biz, en başta Kızıl Ordu komutanı Lev Trotskiy olmak üzere, hem Ekim devriminin ülkesinde hem dünyanın geri kalanında binlerce, on binlerce komünist olarak Stalinizme ve Komünist Enternasyonal’in dağıtılmasına karşı yeni bir Dördüncü Enternasyonal’i kuranların izleyicisiyiz. 

Biz, bugünün TKP adını taşıyan partisinin öncülü hareket gibi Gorbaçov’ları bir aşamaya kadar desteklemedik. Biz Gorbaçov’un restorasyonist yola girdiğini ilk günden saptadık ve bu yolu karşımıza aldık, teşhir ettik. SSCB’nin ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin başındaki “komünist” adını taşıyan restorasyonistler bizim için kardeş partiler değildi, kapitalizmin yanına geçmiş hasımlardı. SSCB’yi son güne kadar savunduk.

Çünkü biz sadece Lenin’in değil, enternasyonalist devrimci komünist Mustafa Suphi’lerin de torunuyuz. 1920’nin Türkiye Komünist Fırkası’nın dünya devrimi programına sadığız.

Peki ne öneriyoruz, ne yapıyoruz? Devrimci İşçi Partisi, genç kollarındaki mütevazı güçle, günbegün hem Türkiye’de gerçek bir işçi sınıfı partisi örmek, hem de dünya devriminin öncü partisini, yani Enternasyonal’i kurmak için taş üstüne taş koymaktadır. Biz adında komünist olana İzmir’e uçak bileti almakla uluslararası komünist harekete katkı sunulmayacağının bilincindeyiz. Bilakis, emperyalizme ve NATO’ya göz kırpanlarla değil, kanlı bıçaklı düşman olan uluslararası dostlarımız ve yoldaşlarımızla, emperyalizmin mezar kazıcılığını yapmaya gönüllüyüz. Uluslararası komünizmi gerçekten örgütlemeye niyeti olanlara davetimiz, bu inşa sürecinde bize omuz vermeleridir.


[1] “TKP Genel Sekreteri yeni dönem siyasetini açıkladı (…)”, https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/tkp-genel-sekreteri-yeni-donem-siyasetini-acikladi-kimileri-komunistlerle-kemalistlerin-ittifaki-diyor-2117818, 10 Eylül 2023.

[2] “Biden Forges Deeper Ties with Vietnam as China’s Ambition Mounts”, https://www.nytimes.com/2023/09/10/us/politics/biden-vietnam-hanoi.html, 10 Eylül 2023.

[3] Son iki cümledeki bilgileri aktaran Burak Gürel, “ÇKP 20. Kongresi, Kasım 2022 eylem dalgası ve Çin’in geleceği”, Devrimci Marksizm, No: 51/52, 2022-2023, s.66-67 ve 71.

[4] “Rusya ve Çin ekseninde emperyalizm üzerine 2017 tezleri”, 31 numaralı tez,  https://www.tkp.org.tr/temel-metinler/rusya-ve-cin-ekseninde-emperyalizm-uzerine-2017-tezleri/, 7 Eylül 2017.

[5] Çin’e değil Rusya’ya odaklansa da, emperyalizm tartışmasında bizim pozisyonumuzu anlatan bir metin için, Levent Dölek yoldaşımızın şu yazısına bakılabilir; Levent Dölek, “Rus emperyalizmi efsanesi: Ukrayna savaşında tarafsızlık politikası neden yanlıştır?”, Devrimci Marksizm, No: 51/52, Sonbahar-Kış 2022-2023, s. 51-56.

[6] “TKP: Iraklı komünistler hepimizin yüzkarası”, https://www.hurriyet.com.tr/gundem/tkp-irakli-komunistler-hepimizin-yuzkarasi-38689255, 22 Şubat 2005.

[7] “El-mutamur el-sebi li-hizb el-yesari el-evrubiyi (…)”, https://www.iraqicp.com/index.php/sections/orbits/63376-2022-12-26-16-14-39, 1 Aralık 2022.

[8] “10th International Meeting of Communist & Workers' Parties “, http://solidnet.org/meetings-and-statements/imcwp/10th-international-meeting-of-communist-and-workers-parties/.

[9] “ 7th IMCWP, Solidarity Statement With The People And Democratic Forces of Iraq”, http://solidnet.org/article/7th-IMCWP-Solidarity-Statement-With-The-People-And-Democratic-Forces-of-Iraq/, 18 Ekim 2005.

[10] Hasan Refik, “Fransa’da kent yoksullarının isyanı (4): Solun sefaleti”, https://gercekgazetesi1.net/uluslararasi/fransada-kent-yoksullarinin-isyani-4-solun-sefaleti, 29 Ekim 2023.

[11] “Fabien Roussel: "L'heure n'est pas à dire qu'il faut sortir de l'OTAN maintenant"”, https://www.dailymotion.com/video/x89ewd7; “Fabien Roussel : «Quitter l'OTAN oui, mais absolument pas maintenant»” https://www.dailymotion.com/video/x88r2gi.

[12] “Siyonizmin dronuyla etnik arındırma”, https://gercekgazetesi1.net/uluslararasi/siyonizmin-dronuyla-etnik-arindirma, 8 Ekim 2023.

[13] Hacı Hacıyev, “Azərbaycan Kommunist Partiyasının İran haqqında bəyanatı”, https://www.azkp.org/yazi/azerbaycan-kommunist-partiyasinin-iran-haqqinda-beyanati, 17 Kasım 2022.