Tutsak milletvekili ve zincirli meclis
TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tahliyesi reddedildi. Reddeden, kağıt üstünde Yargıtay 3. Ceza Dairesi olarak görünüyor. Oysa bunun sadece bir yargı kararı olmadığını, istibdad rejiminin bir siyasi tasarrufu olduğunu biliyoruz. İçeride tutulmasının da tamamen bir siyasi cezalandırma olması gibi… Hukuki hakların sonuna kadar savunulması elbette ki gerekli ve yapılıyor da. Ama bu meselenin anayasal ve daha genel anlamda hukuki bir değerlendirmesini yapmanın artık en ufak bir anlamı yok. 14-28 Mayıs seçimleri arasında Hablemitoğlu cinayeti ile ilgili tutuklu bulunan sanıkların tahliyesi, içeride kalan son sanık Nuri Gökhan Bozkır’ın da “firar” et(tiril)mesi, son üç senede 58 Hizbulkontra elemanının Yargıtay tarafından onanmış ağırlaştırılmış müebbet cezalarına rağmen serbest bırakılması ve alınan yeniden yargılama kararları ne kadar hukuki ise, bu karar da o kadar hukuki.
Sevgili Can Atalay’la dönemin ABD Başkanı Clinton’u Kadıköy’de protesto ederken birlikte gözaltına alındığımızda tanıştık. O gün polis otobüsü gözaltıları almış tam hareket edecekken Can gelip otobüsün kapısını yumruklayıp açtırmış, kendini zorla gözaltına aldırmıştı. Çünkü dışarıda kimse kalmamıştı mücadele karakolda devam edecekti. O da mücadele neredeyse orada olmayı seçmişti. Şimdi de bulunduğu yerde yine parmaklıklar ardında hürriyet mücadelesini sürdürüyor. Onunla dayanışma içindeyiz ve mücadelesini selamlıyoruz.
Sadece bir milletvekilinin tutsaklığıyla değil zincire vurulmuş bir meclisle karşı karşıyayız. İstibdad rejimi inşa edilirken meclisin yetkileri azaltılmış ve milletvekilleri bütçe denetimi bile yapamayan figüranlara dönüştürülmüştür. Şimdi Can Atalay serbest bırakılsın derken, gelsin ve mecliste figüranlık yapsın mı diyoruz? Elbette ki hayır. Meclis kürsüsünü bu haliyle bile emekçi halkın sesini yükseltmek için kullanmak mümkündür. Can Atalay da bunu yapabilecek olanlardandır. Mahkeme salonlarında maden işçisini savunduğu gibi meclis kürsüsünde de emekçiyi ezileni savunacaktır. En önemlisi de milletvekili olarak seçildiği Hatay halkının, bilhassa da depremin ardından soracağı bir hesap vardır. Tüm bunlar için Can Atalay özgür olmalıdır. Can Atalay’ı tutsak edenler tüm bunları da engellemektedir. İstibdad rejimi, Can Atalay’ın şahsında işçiye, emekçiye, ezilenlere düşmanlığını göstermektedir.
Bu koşullarda TBMM Başkanı sıfatını taşıyan, istibdad rejiminin unsuru Numan Kurtulmuş’tan TBMM üyesi Can Atalay’ın hakkını ve hukukunu savunmasını, millet iradesine sahip çıkmasını beklemek bu doğrultuda açıklamalar yapmak, tam da zincirli meclisin figüranı olmayı kabullenmektir. Bu tür çağrılar ancak Numan Kurtulmuş’un aslında zincirli meclisin AKP’li gardiyanından başka bir şey olmadığını herkese göstermenin bir vesilesi olarak anlamlıdır. Nitekim Can Atalay’ın meclis başkanlığına hitaben “ben yemin etmeye meclise gelemiyorsam siz buraya gelin" mealindeki sözleri Numan Kurtulmuş’un gerçek yüzünü gösteren bir çıkış olarak yorumlanabilir. Çünkü Numan Kurtulmuş konu açıldığında “meclisin tutumu belli” diyerek yarım ağızla destek veriyor ama kılını kıpırdatmıyor. Bununla birlikte istibdadın tam da siyasi rehine tutma mantığına uygun tutumla Can Atalay’ın tahliyesini de bir hukuk reformu yönelişinin parçasıymış gibi paketlemesine karşı da uyanık olmak gerekir. Örneğin Abdülkadir Selvi geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın NATO zirvesinde İsveç’in NATO üyeliğine karşılık Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine destek sözü almasını köşesine şu ifadeyle taşımıştır: “En azından festivallerde sanatçıların konserlerinin iptal edildiği, seçilmiş milletvekili Can Atalay’ın hapiste tutulmaya devam edildiği bir Türkiye olmaktan çıkarız.” Bu sözler sanırım istibdadın siyasi rehine karşılığında nasıl bir fidye düşündüğü hakkında da bir fikir vermektedir.
Burada çok ciddi bir tuzak söz konusudur. İstibdada karşı hürriyet için AB’yi, NATO’yu birer demokrasi odağı olarak pazarlayan CHP’nin başını çektiği Amerikan muhalefeti, emekçi halkı bu tuzağa çekmek için göreve hazırdır. Aman dikkat! Birkaç göstermelik adıma kanmayın. Erdoğan Batı’ya doğru yüzünü özgürlükler için değil, dolar ve avro için dönüyor. Batı’nın Erdoğan’dan talebi de, ne dün ne de bugün demokrasi olmuştur. Avrupa Birliği bırakın demokrasiyi savunmayı, Ukrayna örneğinde olduğu gibi doğrudan Nazizmi himaye etmektedir. Fransa’da yaşananlar da ortadadır. Avrupa Birliği yıllarca solun afyonu olmuştur. Oysa hak ve özgürlükler namına ne kazanılacaksa mücadele ile kazanılacaktır. Bir gericilik odağı olan Avrupa emperyalizmine rağmen ve ona karşı kazanılacaktır! Can Atalay ile ÖDP içinde Sosyalist Emek İnisiyatifi isimli sol kanat platformu ile sol liberal Avrupa Birlikçi sapmaya karşı birlikte aynı saflardaydık. Onun AB’den demokrasi bekleyenlerden olmadığını biliyoruz!
Atalay’ın Gezi davası dolayısıyla rehin tutulması da burada ayrı bir anlam kazanıyor. Çünkü Gezi bir halk isyanıydı. Halkın tiyatro izlemeyi reddedip tüm gövdesiyle 81 ilin 80’inde milyonlarla sahneye çıkmasıydı. Gezi’ye komplo teorileriyle yabancı parmağı var diye kara çalmaya çalışıyorlar. Evet, tabii ki Avrupa Birliği’nden de başka emperyalist merkezlerden de Gezi sürecine müdahale edilmek istenmiştir. Ama bu müdahaleler halk isyanının devrimcileştirilmesi yönünde değil evcilleştirilmesi yönünde olmuştur. Yani amaçları iktidarı devirmek değil onunla anlaşmak olmuştur. Kaldı ki isyan eden halk devletin gazıyla, copuyla, ölümcül şiddetiyle karşılaşmıştır. Eski yol arkadaşı olup sonraları kötülemeye başladıkları Soros gibileri ise her daim iktidar sahiplerine bir telefon kadar yakın olmuştur.
Gezi hakkında ne diyorlar? Çok masum taleplerle başlamıştı ama sonradan provoke edildi vs. Halkın kendi kaderini kendi eline alması, hürriyet için ayağa kalkması ve kendisine sunulan figüranlara oy vermek dışında da siyasette var olabileceğini göstermesi onlar için masumiyetin aşılmasıdır. Oysa siyaset için tek meşru yol sandıktır diyenlerle parmak boyasını kaldıranlar, mühürsüz oyları sayanlar, kaybettikleri seçimleri iptal ettirenler yani sandıkların başında sopayla dikilenlerdir. Sandık da meşrudur ama eylem de, miting de, yürüyüş de, grev de, direniş de meşrudur. Halka zulmeden bir rejimi ya da iktidarı değiştirmek için sadece meşru değil aynı zamanda en demokratik yöntemlerdir bunlar. "Efendim hakkımızı hukuki yollardan arayalım…" Arıyoruz işte! Sonuç? Her Cumartesi günü Cumartesi Anneleri düzenli olarak gözaltına alınıyor, her 1 Mayıs’ta Taksim işçilere yasaklanıyor. Grevler yasaklanıyor. Hepsiyle ve daha pek çok başka baskıcı uygulamalarla ilgili devletin hak ihlali yaptığına hükmeden Anayasa Mahkemesi kararları var. Hakkında kesinleşmiş bir hüküm olmayan, YSK tarafından milletvekili seçilmesine herhangi bir hukuki engel olmadığı tescil edilmiş olan Can Atalay’ın da meclis dokunulmazlığından faydalanmasına yönelik emsal kararlar fazlasıyla mevcut. Sonuç ortada! Demek ki sadece hukuki yollar yetmiyormuş.
Keyfi ve baskıcı bir yönetim, yani istibdad rejimi altındayız. Peki bu istibdadı nasıl aşacağız? Hürriyete nasıl kavuşacağız? Yaşananlar bu sorulara cevap aramamıza vesile olmalı. Mahkeme kararlarıyla olmuyor, mücadeleyle olacak. Basın açıklaması yapmak da mücadelenin parçası olarak görülebilir ama daha fazlası gerektiği sanırım açık. Biz “hürriyet işçilerle gelecek” diyoruz. Mücadele olarak da Erdoğan’ın keyfi grev yasağını fiili grev yaparak yırtıp atan Bekaert ve Schneider işçilerinin açtığı yoldan gitmeyi öneriyoruz. Grev yasaklarının Anayasa’ya aykırı olduğuna dair mahkeme kararının tarihi 2018! Ama grev yasağının fiilen aşılması için Anayasa Mahkemesi kararı yetmedi, ancak dört yıl sonra metal işçileri sendikaları Birleşik Metal-İş ile birlikte grev yaparak grev hakkını tekrar kazandı. İşçi sınıfı istibdada karşı hürriyet için bizim dayanacağımız esas güçtür. Grev hakkının kazanılmasından hürriyetin kazanılmasına giden yolda fabrikalardan yükselen mücadelenin emekçi halkı etrafında birleştirmesi gerekiyor. Emekçi halk böyle bir mücadeleye girdiğinde zincirli mecliste oynanan tiyatroya dönüp bakmayacaktır. Yasaksız, barajsız, sopasız, hür seçimlerle halkın iradesini temsil edecek zincirsiz bir Kurucu Meclis’e yani geleceğe yüzünü dönecektir. Şöleni o zaman görün!