Baz etkisi değil, enflasyon gaspı
İddiaların aksine enflasyon düşüş trendine girmedi, baz etkisine girdi. Baz etkisi şu: Yıllık enflasyonu bir önceki yılın aynı ayını baz alarak hesapladığınızda baz aldığınız ayda enflasyon ne kadar yüksek idiyse bu yılki enflasyonunuz da göreli olarak düşük çıkacaktır. Resmi TÜİK rakamlarıyla dahi, geçtiğimiz yıl Kasım ayı enflasyonu yüzde 3,51 gibi yüksek bir seviyedeydi. Bu yıl Kasım ayı enflasyonu bir önceki aya göre yüzde 2,88 olarak yine oldukça yüksek bir seviyede açıklandı. Ancak geçtiğimiz yıla göre daha düşük olduğu için yıllık enflasyon yüzde 85,51’den 84,39’a indi. Bu rakam daha da düşecek. Çünkü geçtiğimiz yıl tam da bu dönemde enflasyon fırlamıştı. Yıllık enflasyon için Aralık ayında yüzde 13,58, Ocak ayında ise yüzde 11,10 rakamları baz alınacak. Bu rakamların altındaki her oranda iktidar enflasyon düştü diyecek. Fiyatlar mı düştü? Hayır. Hayat pahalılığı mı azaldı? Hayır. Peki fiyatlar düşecek mi? Hayat pahalılığı azalacak mı? Hayır. Tam tersi olacak.
Çünkü Aralık ayında asgari ücret zammı belirlenecek. Normalde ücret zamlarının enflasyona etkisi belirli bir gecikmeyle olur. Ancak Türkiye’deki gibi enflasyon canavarı dizginlerinden boşanmışsa zamlar gecikmeyle değil erkene alınarak yapılır. Nitekim şimdiden bu zamları görmeye başlıyoruz. Ocak’la birlikte daha da güçlü bir zam furyasına şahit olacağız. Ama yine de iktidar enflasyon düştü diyecek. Baz etkisiyle yılı yüzde 67 gibi bir rakamla kapatacağız. Ocak ayındaki muhtemel zam furyasıyla aylık enflasyon iki katına çıksa dahi baz etkisiyle enflasyonun belki de yüzde 59’a indiğini göreceğiz. Öte yandan Ocak ayında açlık sınırı 8.500 liraya yoksulluk sınırı da 27.700 liraya çıkmış olacak. Ama iktidar yine de enflasyon düştü diyecek! İşte size algı operasyonunun şahı!
Baz etkisi üzerinden yapılan bu algı operasyonunun en kötü yanı şu: AKP iktidarı kamuoyundaki baskının azalacağını umarak enflasyonu dizginlemek şöyle dursun azdıracak politikalar izleyerek seçim sürecinin finansmanı için kesenin ağzını açmaya devam edecek. Bu politika istedikleri sonucu verir mi? Bu ayrı bir tartışma konusu. Pek kolay olmayacak. Ama faturayı işçi ve emekçilerin ödeyeceği kesin. Fayda sağlayacak kesim ise yine sermaye olacak. Algı operasyonunun düpedüz gaspa dönüştüğü yer ücretlerdir. Devlet topladığı vergi ve harçları üretici fiyatları endeksi (ÜFE) ortalaması üzerinden yüzde 123’lük yeniden değerleme oranıyla arttırırken işçi ücretleri ve memur maaşlarında TÜİK’in çok daha düşük olan resmi tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) esas alınıyor. Akademisyenlerden oluşan ENAG’ın yıllık enflasyonu yüzde 170 ya da DİSK Araştırma Merkezi’nin en düşük gelire sahip kesimin en temel ve zaruri ürünleri kapsayan gıda enflasyonunu yüzde 151 olarak açıkladığı bir ortamda memur maaşına yıl sonunda gelecek zam en fazla yüzde 15 olacak gibi görünüyor. İşçiler de yeni yılda ücret artışı istediklerinde ise patronlar işçinin karşısına TÜİK’in baz etkisiyle yumuşatılmış (yarı yarıya indirilmiş!) rakamlarını çıkaracaklar.
Buna baz etkisi denmez, olsa olsa enflasyon gaspı denir. Bu gaspa karşı işçinin emekçinin örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka bir yolu yok. Bu yüzden sendikaların asgari ücret tartışmasında rakam açıklamasının bir kıymeti olmadığını söylüyoruz. Mesele rakam açıklamak değil, o rakamları söke söke almaktır. Türk-İş’in ağası Ergün Atalay’ın kendi açıkladığı açlık sınırının bile altında olan 7.750 liradan bahsetmesi bir kepazelik. Onu geçelim. Ama yüksek rakam söylemenin de bir esprisi yok. Geçtiğimiz yıl DİSK iddialı bir şekilde 5200 net demişti. Temmuz’a geldiğimizde açlık sınırı 6800 lira olmuştu. Dolayısıyla bu yıl DİSK 13.200 lira dedi ama ekledi: “yıl içinde yeniden gözden geçirilmelidir ve esas mesele toplu sözleşmedir.”
Biz daha da radikal biçimde söyleyelim. Asgari ücret zammının artık bir önemi yoktur. Esas mesele olmanın da ötesinde tek mesele toplu sözleşmedir. Ancak sendikalı ve örgütlü olan işçi, ücretini açlık sınırına endekslenmekten kurtarabilir. Şunu da belirtelim örgütlü olmak sendikalı olmanın bir adım ötesidir. Sendikasına sahip çıkan ama onu denetleyen ve irade sahibi olan bir işçi grubu gerçekten örgütlüdür. Bir örnek! Birleşik Metal-İş’te örgütlü Gebze’deki Chen Solar işyeri yeni toplu sözleşmesini yaptı ve fabrikada en düşük işçi ücretini DİSK’in bahsettiği seviyelere çıkarabildi. Ayrıca asgari ücret zammı yüzde 45’i geçerse bu geçen kısmı doğrudan ücretlere yansıtacak bir düzenlemeyi de sözleşmeye soktu. Sendikalı ve örgütlü işçinin gücüdür bu. Şimdi sıra MESS’te. Metal işçisi asgari ücret seviyesine geriliyor ve buna karşı örgütlü gücünü mutlaka kullanmak zorunda. Örgütsüz olanlar da ne yapıp edip örgütlenmeli. Elbette örgütlenmenin de bedeli var bu ülkede. Patronlar AKP iktidarıyla el ele ne yasa ne anayasa tanıyor yapmadıkları zulmü bırakmıyorlar işçiye. Ama inanın örgütsüz olmanın bedeli örgütlü olmaktan çok daha fazla.
Tabii işyerinde ya da bir adım ötede işkolunda verilecek mücadelelerin de kazanımları sınırlıdır. Göreli olarak iyi dediğimiz toplu sözleşmeler dahi zamanla erimektedir. İşçi sınıfının hayat pahalılığına karşı ücretlere her ay enflasyon oranında otomatik zam (Eşel Mobil) talebiyle topyekûn seferberliği gereklidir. Sendikalar rakam tartışması yapmak yerine örgütlenme önündeki engellere odaklanmalı ve Eşel Mobil talebini öne çıkarmalıdır. Nihayet işçinin sorunlarının kaynağı da çözümü de eninde sonunda siyasidir. Ne istibdada boyun eğilmeli ne de Altılı Masalardan medet umulmalı. İşçi sınıfı ekmek ve hürriyet için mutlaka siyaset masasına yumruğunu vurmalıdır. Gasp düzeni ancak böyle son bulacaktır.