Depremle yaşamak zorundayız ama bu düzenle yaşamak zorunda değiliz
İzmir’de yaşanan 6,9 şiddetindeki deprem hem bir deprem ülkesinde yaşadığımızı hem de depreme hazırlıksız olduğumuz gerçeğini bir kez daha hatırlattı. Depremin şiddetini en uzaktakilere bile hissettiren deprem anında çekilmiş görüntüler, gözümüzün önünde yıkılan binalar, enkaz altından yükselen yardım sesleri, yıkılan binalardan çıkarılan cansız bedenler… Bir deprem felaketinde daha kayıplar verdik ama canımızı alan daha öncekilerde olduğu gibi bu kez de deprem değil, müteahhitlerin daha çok kazanmak için yaptığı çürük yapılar, bina yapımı için hele hele yüksek binalar için uygun olmayan zeminlerin imara açılması, kaçak yapılar için getirilen imar afları, denetimlerin yetersizliği, önlemlerin alınmaması oldu.
Jeoloji Mühendisleri Odası’nın açıkladığı rakamlara göre Türkiye topraklarının %93’ü deprem bölgesi sınıfında. Türkiye nüfusunun %98’i deprem bölgelerinde yaşıyor. Deprem gerçeği de, yarattığı risk de apaçık ortada. Yapılacak tespitler, alınması gereken önlemler de sır değil; mühendis odaları, emekçi halkın güvenliğini düşünen bilim insanları durmadan söylüyor. Deprem o zaman mı olur bu zaman mı olur diye tahmin yürütmek, beklenen depremin büyüklüğü hakkında iddiaya tutuşmak yerine, depreme hazırlık yapmak gerektiğini anlatıyorlar. Binlerce insanın yaşamını yitirdiği 99 Gölcük depreminden beri 21 yılı aşkın süredir, her yıkıcı depremin ardından bir kez daha …
İzmir İnşaat Mühendisleri Odası, depremin sonuçlarını İzmir için bu yıl Ocak ayında hazırladığı bir raporla açıklamış. Hem de son yaşanan depremin merkez üssü Seferihisar ile birlikte Balçova ilçelerini örnek alıp, bu ilçelerdeki durum üzerinden İzmir geneline dair bir öngörü oluşturarak. Araştırma raporu, İzmir’de gerçekleşecek 7 ve üzerindeki şiddette bir depremde 670 bin binadan 70 bininin yıkılacağını ya da ağır hasar göreceğini ortaya koyuyor. Yani mevcut binaların %12-13’ünün risk grubunda olduğu tespit edilmiş. Raporda kentin yapı stok envanterinin yapılması gerektiği, bunun 2017 yılına kadar çalışmasının yapılması için 2012 yılında karar alındığı, bu kararın altında bakanlıkların imzası da olduğu halde bugüne kadar adım atılmamış olmasına dikkat çekilmiş. 6,9 şiddetindeki deprem bu ihmallerin bedelinin ne kadar ağır olacağını bir kez daha gösterdi.
Deprem, bu çalışmalar başlamış ve henüz tamamlanmamışken de sarsabilirdi pekâlâ. Ama yıkılan binalarda can verenlerin katili değişmez, yine kâr, rant ve sömürü düzeni olurdu. Türkiye’de bugün 1 milyon konut fazlası varken, emlak ve gayrimenkul zenginleri servetlerini arttırmak için boş evleri ellerinde tutuyorken, emekçi halkın depreme dayanıksız birer tabut haline gelmiş evlerde yaşamasının tek sebebi bu. Evet nüfusun %98’i deprem bölgesinde yaşıyor ama %1’lik kesim oturacağı binaları seçme, denetlenmesini sağlama imkânına sahipken bu toplumun %99’unu oluşturan emekçi halkın böyle bir şansı yok. Hem bu çelişkinin çözümü hem de emekçilerin vakit kaybetmeden depreme karşı güvenli ve nitelikli barınma ihtiyacının karşılanması için mevcut konut fazlası derhâl kamulaştırılarak planlama ile ihtiyacı olan halka devlet tarafından tahsis edilmelidir. Kirada olup da deprem tehlikesi vb. sebeplerle bu konutları değiştirmek zorunda olmayanlar için ise “evler oturanlarındır!”.
Salgının, deprem bölgesinde daha hızlı ve kontrolsüz şekilde yayılmasını engellemeye yönelik özel tedbirler vakit kaybedilmeden alınmalı ve bunlar için gerekli kaynaklar derhâl sağlanmalıdır. “Harcanması gereken yere harcadık, bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanımız yok” denilen deprem vergilerinin nereye harcandığının açıklanmasının zamanı bir kez daha gelmiştir.
Deprem yine sarsacak, bunu engellemek mümkün değil. Binaları yıkan ise bir avuç sömürücü asalağın düzeni olacak ve biz bu düzeni değiştirebiliriz! Değiştirmeliyiz! Depremle yaşamak zorundayız ama bu düzenle yaşamak zorunda değiliz. Bir tarafta bu düzenden nemalanan ve bu düzenin bekçiliğini yapanlar, diğer tarafta kıdem tazminatı ve ücretlerini alamadıkları için eylemlerine devam ederken arama kurtarma çalışmalarına katılmak üzere İzmir’e giden Somalı maden işçileri… Depreme ne kadar hazırlıklı olduğumuzu da bu iki tarafın arasındaki mücadele belirleyecektir. Soru sermayenin mi işçi sınıfının mı iktidarında daha güvende olacağımız sorusudur. Cevap belli. O hâlde hayatta kalmak, geleceğimizi kurtarmak için örgütlenelim!