Kodamanlar keyfine test yaptırıyor, işçiler ölümüne çalışıyor
Koronavirüs salgınında rakamlar tüm dünyada hızla yükselmeye devam ediyor. Bu zamana kadar resmi rakamlara göre dünya çapında vaka sayısı 25 milyonu aştı, hayatını kaybedenlerin sayısı 900 bine doğru ilerliyor. Türkiye’de Sağlık Bakanlığının verilerine göre 4 Eylül itibariyle vaka sayısı 276 bin, yaşamını yitirenlerin sayısı ise 6.564. AVM’lerin açılması ile başlayan, 1 Haziran’dan itibaren de turizm patronlarını ayakta tutmak amacıyla devletin açıkladığı “normalleşme” adımlarının ardından vaka sayıları yeniden hızlı ve kontrolsüz bir şekilde yükselmeye başladı. Eylül ayı ise çok daha kritik bir ay. Salgının ilk gününden beri, bir koro halinde “evde kal”, “hayat eve sığar” çağrılarının yapıldığı zamanlarda, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı hafta sonlarında bile işçiler, emekçiler patronların kâr hırsı için, tabur tabur fabrikalara, iş yerlerine gitti, gitmeye de devam ediyor. Şimdi onlara bir de okulların açılması, sonbaharla birlikte grip mevsiminin başlaması ekleniyor. Evet kritik bir dönem yaklaşıyor ve Mart ayından beri yaşananlar salgınla mücadelenin tweet atmakla olmayacağını çoktan göstermiş durumda.
Normal şartlarda, salgın devam ederken yaz tatili için son zil çaldığı andan itibaren Eğitim Bakanlığından ne yapmasını beklersiniz? Salgının seyrine göre farklı senaryolar üzerinde çalışması, bu senaryolar doğrultusunda gerekli her türlü teçhizatın bu süre içinde sağlanması, okullarda salgınla mücadele anlamında altyapı eksikleri varsa giderilmesi, buna uygun olarak gerekli öğretmen atamalarının ve diğer istihdamın yapılması… Olması gereken bu da gerçekte olan ne? Bırakın sınıf mevcutlarını düşürmeye yönelik bir adım atmayı, devlet, okullara temizlik personeli ve hatta temizlik malzemesi bile göndermiyor. Okullara “önlem alın” yazısı göndermekle önlem alınmış olmuyor.
Okullarda durum bu da hastanelerde farklı mı? Birinci basamak olarak anılan Aile Sağlığı Merkezlerine (ASM) yönelik Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) yaptığı araştırma bile tabloyu ortaya koymaya yeter de artar bile. TTB’nin düzenlediği araştırmada sorular 53 ilden 410 Aile Sağlığı Merkezi tarafından yanıtlanmış. ASM’lerin %71’i kişisel koruyucu ekipmanları yetersiz bulduklarını, %82’si ise kendi imkânları ile temin ettiklerini söylüyor. Aynı araştırma söz konusu ASM’lerin %81’inde sağlık çalışanlarına bu zamana kadar kontrol amaçlı PCR, %84’ünde ise kontrol amaçlı antikor testi uygulanmadığını, her 100 ASM’nin 11’inde ise bir veya daha fazla sağlık emekçisinin enfekte olduğunu ortaya koyuyor. Salgına karşı ön cephede çalışan sağlık emekçilerinin temel talepleri, yaygın test ve üzerlerindeki yükün nitelikli bir sağlık hizmeti verilebilecek seviyede olması için sağlık alanında istihdamın arttırılması. Türkiye zaten normal şartlarda bile dünya ortalamalarının gerisinde. 100 bin kişiye düşen hekim sayısı OECD üyesi ülkelerde ortalama 348 iken Türkiye’de bu sayı 187. Ebe-hemşire sayısında ise fark daha da büyük. Türkiye’de her 100 bin kişiye düşen ebe-hemşire sayısı 301 iken, OECD ülkelerinde bu ortalama 938. Birinde yarısı, diğerinde üç katı fark var. Sağlıkta dönüşüm adı altında daha az sağlık emekçisiyle daha çok işin yapılmasını zorlayan politika, salgın döneminde hem sağlık emekçilerinin hem de halkın sağlığını tehdit ediyor.
Sağlık emekçilerine bir türlü yapılmayan testler de belli ki patronların, iktidarın yakın çevresinin elinde oyuncak olmuş durumda. AKP’nin Hatay Milletvekili Hacı Bayram Türkoğlu’nun 8 kez test yaptırdığı, sekizinci testte pozitif sonuç geldiği ortaya çıktı. Hava-İş’in örgütlediği iş bırakma sonrası 305 işçiyi işten atan THY’nin o zamanki Genel Müdürü, şimdi Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) Genel Müdürü olan Temel Kotil düzenli olarak test yaptırdığını açıkladı. Sağlık Bakanlığı tablo kötüleşmeye başlayınca Temmuz ayının ortasında her gün açıkladığı tablodan bir anda yoğun bakım ve entübe hasta sayısı rakamlarını çıkarmıştı. O zaman Gerçek’in sayfalarında bu rakamların tablodan neden çıkarıldığını sormuş, esas sebebin dedikleri gibi uluslararası standartlara uygun hâle getirmek olmadığını ortaya koymuştuk. Testlerle ilgili ortaya çıkan tablo karşısında da soruyoruz: Sürekli test yapılan kişiler kimlerdir? Testler hangi kriterlere göre kimlere yapılmaktadır? Temaslı kişilere bile belirti göstermediğinde test yapılmayan bir ortamda 8 kez test yaptırabilmek için AKP milletvekili olmak dışında aranan koşullar nelerdir?
Patronlar ve onların siyasi temsilcilerinin canı kıymetli tabii. Sağlık emekçilerinin ulaşamadığı testleri her istediklerinde yaptırırken ceplerini doldurmak için fabrikalara, iş yerlerine sürdükleri işçiler, emekçiler arasında hastalık yayılmaya, can almaya devam ediyor. Fabrikalarda yaşanan vakaların en yoğun olduğu kentlerden biri olan Antep’te Organize Sanayi Bölgesi’nde, DİSK Tekstil’in yaptığı açıklamaya göre bu zamana kadar vaka çıkmamış fabrika neredeyse yok, son dönemde fabrikaların yarısından çoğunda vaka tespit edilmiş, en az 10 işçi de yaşamını yitirmiş durumda. Ağustos ayında fabrikalar cephesinde en çarpıcı durum Vestel’de yaşandı. İki tane fazladan beyaz eşya üretip satma derdindeki Vestel, işçilerin hayatını hiçe sayarak üretime devam edince 1000 civarında işçide Koronavirüs görüldü ve fabrika yönetimi 2 işçinin öldüğünü söylese de işçilerin ifadesine göre 7 işçi yaşamını yitirdi. Vestel’deki vakalar gündemdeyken, 19 Ağustos günü, Manisa Valiliği, il genelinde Koronavirüsle mücadele anlamında alınan tedbirlerle ilgili yaptığı denetimlerde 36 bin 439 lira para cezası kesti. Tabii Vestel’in payına 1 lira bile düşmemiş! 14 kişiye maske takmamaktan ceza kesilen denetimler işçilere ayda iki tane bez maske dağıtan Vestel’e uğramamış!
İktidarın Koronavirüs politikası hakkında, “salgına karşı mücadele lafta kalıyor, pratikte uygulanmıyor” bile denemez. Bugünkü uygulamalar özel okulundan turizme, salgın fırsatçılığı peşindeki özel hastanelerden fabrikalara sermayenin çıkarlarını korumak pahasına emekçi halkın, milyonların sağlığını tehdit ediyor. Halkın sağlığını düşünerek salgınla mücadele etmek isteyen, test sayısını da, test yapan merkez sayısını da, bu merkezlerin çalışan sayısı da dâhil her türlü kapasitesini arttırır. Sağlık emekçilerinin salgınla mücadeleye ilişkin taleplerini karşılayacak planlamalar yapar. Salgınla ilgili gerçeklerin konuşulmasını değil, kendi çıkarı uğruna fabrikasındaki, iş yerindeki işçinin sağlığını riske atan patronları, her türlü kayırmacılığı hedef alır, cezalandırır. Tüm kaynakları ve üretimi, patronların insafına bırakmadan, salgınla mücadele başta olmak üzere toplumun temel ihtiyaçlarını gözeterek planlar. Ama tam tersi yapılıyor ve bu da iktidarın burjuva sınıf karakterini apaçık ortaya koyuyor. Salgına karşı mücadele bir sınıf mücadelesi olarak yaşanmaya devam ediyor. Dört gözle aşı çıksın diye bekliyoruz. Ama aşı yarın çıksa bile sorunun esas kaynağı olan bu düzen devam ettikçe kimse güvende olmayacak. O yüzden salgına karşı da sınıf mücadelesini yükseltmeliyiz!
Bu yazının kısa bir versiyonu Gerçek gazetesinin Eylül 2020 tarihli 132. sayısında yayınlanmıştır.