Bakû Birinci Doğu Hakları Kurultayı 100. yıldönümü (2): Müslüman toplumların hassasiyeti
Bakû Kurultayı’nın en çok ders çıkartılması gereken yanlarından biri, komünist enternasyonalizmin Müslüman toplumlara yaklaşımında benimsemesi gereken hassasiyet üzerine tartışılanlardır. Daha baştan bu hassasiyetin temel nedenini açık seçik ortaya koyalım. Kapitalizm ve onun en yüksek aşaması olarak emperyalizm Batı’da, özel olarak da Avrupa’da ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Bu gelişme, geçmişte Bağdat’ta, İspanya’da ve yükseliş döneminde Osmanlı aracılığıyla uygarlık ve güç konusunda Batı ile yarışacak konumda olan, Osmanlı ile birlikte Avrupa sisteminin bir parçası haline gelen İslam dünyasının, 18. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa karşısında yenik duruma düşmesine ve bir süre sonra sömürgeleşmesine veya Osmanlı ve İran örneklerinde olduğu gibi bağımsız kalsa bile bir yarı-sömürge statüsüne düşmesine yol açmıştır.
Bütün sömürge ve mazlum halklarda emperyalistlere ve sömürgecilere karşı dehşetli bir hınç gelişir. Üstelik (örneğin Afrika veya Latin Amerika toplumlarından farklı olarak) kendini geçmişte Avrupa karşısında eşit, hatta belki de üstün gören İslam toplumlarında şimdi karşısındaki rakibin yükselişi kendisinin çöküşü gibi yaşanmaktadır. Böylece Müslüman toplumlarda Hıristiyan-Yahudi kültürünün hâkim olduğu Batı toplumlarına karşı çok keskin tepkiler gelişir.
Komünist hareket emperyalizmin ikirciksiz düşmanı olduğu için elbette İslam’ın hâkim olduğu toplumlardaki bu duyarlılığa hitap etme olanağı vardır. Ama burada da başka bir sorun doğar. Komünist hareketin ustaları ve güçlü hareketleri de emperyalist-sömürgeci Batı Avrupa’da doğmuştur. Dolayısıyla, komünizmin kendisi de bir “Batı icadı”, oranın hayat tarzının bir başka ürünü gibi görünür İslam toplumlarının gözüne.
Üstüne üstlük din sorunu komünizm söz konusu olduğunda daha da çatallaşır. Müslümanlar eskiden emperyalistlerin dini olarak gördükleri Hıristiyanlığa karşı bütün bir tarihin (Haçlı Seferlerinden İstanbul’un fethine, Viyana kuşatmalarına kadar) düşmanlıkları dolayısıyla mesafeli iken şimdi komünizmle birlikte karşılarına çıkan bir de tanrıtanımazlık olmaktadır. Henüz burjuva toplumunun sarsıntısını yaşamamış, dolayısıyla dinin ağırlığının çok güçlü olduğu bu toplumlarda bu da ek bir sorun yaratır.
İşte komünist hareket Doğu’ya, özel olarak da Müslüman ağırlıklı toplumlara yönelirken böyle zorlu bir durumla karşı karşıyadır.
“Türkistan’daki gerçek durum konusunda açık yüreklilikle konuşmalıyız”
Çarlık Rusyası dünya çapında yaşanan bu çelişkinin en belirgin hale geldiği bir coğrafyadır. Rus devletinin yayılma sürecinde tarihin değişik aşamalarında Tatarlardan Çerkeslere ve Çeçenlere, Azerilerden Taciklere ve Kırgızlara çeşitli Müslüman halkları boyunduruğu altına almış olması dolayısıyla, Rusya’nın Müslümanları, özel dönemler dışında Ruslara diş biler. Unutulmaması gerekir ki, böyle durumlarda din mazlumun sığındığı son sığınak rolü görür. Rusya Müslümanları da Ortodoks Hıristiyan Rus’un karşısında ayakta kalabilmek için İslamiyet’e sarılmışken birdenbire 1917’de karşılarına tanrıtanımaz komünistler çıkmıştır.
Burada iki sorun iç içe geçmektedir. Biri Rus’un ekonomik, toplumsal, kültürel, dil vb. alanlarda bütün bu Müslüman halkları gerçekten aşağılamış olması dolayısıyla var olan Rus’a karşı hınç ve öfkedir. Buralar Bolşevik önderlere göre Rusya’nın “iç sömürgesi”dir. Biri sömürgeci, öteki sömürge halkıdır yani. Bolşevik iktidar kurulduğunda eskiden iç sömürgelere yerleşmiş olan toprak sahipleri, kapitalistler ve adamları ile Çarlık devletinin o bölgeleri yönetmek için merkezden gönderdiği memurlar ve askerler, yeni döneme adapte olmak için “Bolşevik olmuşlardır”! Yani araziye uyarak yine aynı sömürgeci tutumlarını sürdürmüşlerdir. Bir kısmı partiye üye bile olmuşlardır. Kendini komünist ilan eden papazlar bile vardır! İç savaşın sürüyor olması dolayısıyla bu bölgelere erişim de zorlaştığından bunların dediği dedik olmuştur.
İkinci sorun ise doğrudan doğruya din ve ananeler dolayısıyla doğmaktadır. Rus’a karşı dinine sarılan Müslüman, yeni Ruslar (Bolşevikler) geldiğinde dinine sarılmaya devam edecektir. Hele onların din karşısında tutumunu öğrendiğinde daha da kıskançça.
Bakû Kurultayı’nda bu sorunlar bütün çıplaklığıyla gündeme gelmiştir. Türkistan delegesi Narbutabekov bu sorunları, Rus’un orayı hâlâ sömürgeci tavrıyla yönetmekte olduğunu “açık yüreklilikle” ortaya koymuştur. Türkistan delegesi, “dünya proletaryasının ideolojik önderleri Lenin, Trotskiy ve Zinovyev ve diğerlerine olan inancın” tam olduğunu vurgulamakta, “Müslümanlar Sovyet iktidarını terk etmeyecektir” demekte ama eklemektedir: “ama bu, Doğu halklarının kendine özgü yanları kabul edilmek ve bu yönde tedbirler Sovyet iktidarınca sadece kâğıt üzerinde değil fiilen uygulanmak koşuluyla”. (Tırnak içindeki bütün ifadeler Türkistan delegesinin kendi kelimeleridir. “Koşuluyla” kelimesinde vurgu sonradan.)
Bu işin bir yanıdır: “Doğu özel bir konumdadır, psikolojisi, kültürü, ekonomisi ve dini kadar toplumsal biçimleri ve günlük hayat biçimleri bakımından da. Bu kendine özgü noktaların mutlaka dikkate alınması gerekir.”
Sonra Türkistan delegesi öfkesini döker ortaya: “Biz Türkistanlılar söyleyelim ki Zinovyev yoldaşı ya da Radek yoldaşı ya da devrimin öteki önderlerini bugüne kadar hiç görmemiştik. Yoldaşlar gelip Türkistan’da ne olup bitiyor, kendi gözleriyle görmelidirler, yerel yöneticilerin neler yapmakta olduğunu görmelidirler. Yerel yöneticiler öyle bir politika izliyorlar ki, emekçi kitleler Sovyet hükümetine diş bilemeye başlıyor. Ben bir delege olarak bunu söylemeyi görevim sayıyorum çünkü ben ikirciksiz biçimde Sovyet iktidarının programından yanayım.”
Sonra ekliyor: “Size söyleyeyim, yoldaşlar, Türkistanlı kitleler iki cephede çarpışmak zorundalar. Bir yandan kendi içimizdeki gerici mollalara karşı, öte yandan bölgenin Avrupalılarının dar milliyetçi eğilimlerine karşı.” Sonra iyice hiddetleniyor: “Biz diyoruz ki, karşı devrimcilerinizi çekin, ulusal anlaşmazlıklar yaratan yabancı unsurlarınızı çekin, bugün artık komünizm maskesi takmış olan sömürgecilerinizi çekin!”
Burada tutanaklarda “güçlü alkış, ‘bravo’ haykırışları” yazıyor!
Konuşmacı buna rağmen konuşmasını yine de şöyle bitiriyor: “Yaşasın önderlerimiz, dünya proletaryasının önderleri—Lenin, Trotskiy, Zinovyev ve öteki yoldaşlar…”
Gerçek Bolşevik yanıt: “Rusluğumdan utanıyorum”
Türkistan delegesine cevap Komünist Enternasyonal’in başkanı ve kurultay divanına da başkanlık yapan Zinovyev’in kapanış konuşmasında gelecektir. Zinovyev Türkistan Sovyet Cumhuriyeti’nin adını da vererek, bazı Sovyet cumhuriyetleri için “acı” bir sorundan söz edeceğini belirterek girer konuya. Bunlar Rusya’nın kardeş cumhuriyetleridir. Sovyet iktidarına geçişleri çok zorlu olmuştur. Ama eski Rusya’nın bazı haşeratı bu cumhuriyetlere sızmışlardır. Çarlığın ve burjuvazinin alışkanlıklarını sürdürerek yerli halka aşağı bir ırk gözüyle bakmaktadırlar.
Zinovyev Rus yoldaşlara, Kızıl Ordu mensuplarına, Sovyet iktidarının çizgisini Doğu’da uygulamakla görevli herkese hitap ederek şöyle der: “Yapacağınız her hata, bırakın düpedüz istismarları, en ufak bir hata bile, bize çok pahalıya mal olacaktır.” “Komünist” ünvanının onurunu taşımayı bilmeleri gerektiğini belirtir Zinovyev bu insanlara hitaben. “Yerli emekçilerin bizim kardeşimiz olduğunu” asla unutmamalıdırlar. “Burjuvazi ve Çarlıktan kalan o lanetli mirastan geri dönmemecesine kopmalarını, emekçilere hakaret etmemeyi öğrenmelerini, bir adaletsizlik yapacaklarına kendi ellerini kesmelerini” tavsiye eder. Burada güçlü bir alkış alacaktır.
Rus edebiyatının tarihine referansla 19. yüzyıl yazar ve düşünürü Herzen’in Rus askerlerinin yaptıklarını görünce “Rusluğundan utandığını” hatırlatır. Bugün Rusluktan utanacak bir şey yoktur, ama aynı duruma düşmeye karşı uyarır yoldaşlarını.
Hataları düzeltmek için atılım
Konu burada kapanmamıştır. Bakû Kurultayı’nın ardından Doğu delegelerinden 27’si Moskova’ya giderek Komünist Partisi’nin günbegün işlerini yürüten organı Politbüro ile bir görüşme yapar. 22 delegenin imzaladığı uzun bir şikâyetler listesini de yanlarında getirmişlerdir. Lenin’in yakın ilgisiyle bir karar kaleme alınır.
Kararın ilk maddesi “Yüksek Sovyet adına Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nin (RSFSC) ulusal politikasının ilkelerini yeniden teyit eden ve bunların gerçek hayatta uygulanması üzerinde etkili bir denetimin kurulmasını sağlayan bir manifestonun yayınlanmasını” öngörmektedir. Bundan sonra titiz bir şekilde birçok önlem sayılmaktadır. Politbüro Bolşevik Partisi’nin ilkelerinin ve anlayışının doğru olduğundan, yanlış olanın uygulamada olduğundan emindir. Bu yüzden ilkeleri “yeniden teyit eder”.
Gerçekten de Bolşeviklerin politikası zaman zaman insanı şaşkınlığa düşürecek kadar Müslüman halkların hayat tarzını ve inançlarını korumaya yönelik tedbirlerle doludur. Lenin’in kendisi ise yeri gelmiş, kendi itibarını terazinin kefesine koymacasına bu halkların haklarını savunmuştur.[*]
İşte Arap dünyasının devrimlerle sarsıldığı, komünizmin, sosyalizmin, işçi iktidarının yeniden gündeme gelmiş olduğu bir dönemde Lenin’in ve Trotskiy’in bu konudaki tutumlarından ders çıkarmazsak o devrimler bizi pas geçebilir.
[*] Bolşeviklerin devimin ilk gününden itibaren Müslüman halklara karşı benimsediği politik tutumu yoldaşımız Sungur Savran şu yazısında incelemiştir: “Müslüman halkların Ekim’i”, Devrimci Marksizm, sayı 34, İlkbahar 2018.