Cemevine saldırı, cenaze kaçırmak, faşist provokasyonlar, televizyondan yapılan ölüm tehditleri… Ne münferit ne tesadüf!
2019 yılının Kasım ayında Alevilerin evlerine defol yazıldığında devlet sarhoşların çocukların işi demişti. Alevilerin bu olanları basit bir olay olarak değil, gerçek bir tehdit olarak görmesi boşuna değildi. Nitekim aylar geçti ve ne sarhoşlar ne de çocuklar, bizzat devletin resmi güçleri Cemevine gaz bombalarıyla saldırıp morgun kapısını kırdı. Sadece çok sayıda insan gözaltına alınıp cenaze kaçırılmadı, aynı zamanda Aleviler başta olmak üzere bu toprakların tüm ezilenlerine son derece kötücül niyetlerle bir gözdağı verildi.
Gazi’den Kayseri’ye devlet ve faşistler birlikte
Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek’in cenaze törenini engellemek isteyen polis Gazi Cemevi’ne gaz bombalarıyla saldırdı ve içerde bulunanları gözaltına aldı. Devletin bu tutumunun yol verdiği faşistler ise provokasyonu, defnedilmek üzere cenazenin gönderildiği Kayseri’de devam ettirdi. Yol kesen faşist güruh, cenazenin Kayseri’de defnedilmesini engellemek istedi. Güruhun bu saldırı sırasında “gömseniz bile çıkarır yakarız” diye tehditler savurması, faşizmin terör (yıldırı) maksatlı bir provokasyon içinde olduğunu gösteriyordu. Bu girişim tamamen örgütlüydü. Kayseri Ülkü Ocakları Başkanı Serdar Turan sosyal medyadan açıkça “kafa kesme” tehditleri savurdu. Devletin cenazenin güvenliğini sağlamakla yükümlü valisi ise güruha MHP milletvekili Baki Ersoy aracılığı ile selam yolluyor ve cenazenin faşist gösterinin yapıldığı Başakpınar’da yapılmayacağını duyuruyordu.
Sarhoşların çocukların işi değil…
İbrahim Gökçek’in cenazesi tamamen hukuk dışı bir şekilde terörize edilmişti. Öyle ki cenazede hiçbir yasadışı durumun olmadığı gözaltına alınanların “sosyal mesafeye uymamaktan” bin lira ceza kesilip serbest bırakılmasından da belliydi. İbrahim Gökçek’in cenazesi sevenlerinden hatta ailesinden adeta kaçırılarak Kayseri’ye götürülürken tüm bu apaçık zulüm devletin bir gözdağı, gövde gösteri şeklinde sunulurken elbette ki meselenin bu cenazeyle sınırlı kalması beklenemezdi. Bakırköy’de bir Ermeni Kilisesi’nin kapısının yakılmasının da aynı zamana denk gelmesi tesadüf olarak görülemez. İktidar yanlısı birilerinin televizyona çıkıp “liderimizi yedirmeyiz” açıklamasıyla birlikte oturduğu sitede 3-5 kişilik bir ölüm listesi hazırladığını söyleyerek yaptığı provokasyon, siyasi iktidar eliyle yaratılan bu ortama hiç de yabancı bir davranış değildir.
Türkiye’nin yakın tarihi bu yaşananların tesadüf ya da münferit olmadığını gösterir
Bu yaşananlar Türkiye’de ilk defa olmuyor. Alevilerin kapılarına işaret konulmasını, cenazelere yapılan saldırıları, Maraş katliamından hatırlıyoruz. Ekonomik krizin derinleştiği, Türk lirasının değer kaybının önlenemez noktalara geldiği bir yerde, birilerinin Türkiye’nin tarihine yabancı olmayan hesap ve planlamalar içinde olması kimse için şaşırtıcı olmaz. Burjuva siyasetinde “biz darbelere karşıyız” edebiyatının, iktidarı ve muhalefeti ile istisnasız tüm burjuva partileri için koskoca bir yalandan ibaret olduğunu yaşananlarla defalarca tecrübe ettik. Bugün darbelere ve askeri vesayete karşı kurulduğu iddia edilen ama özünde yarı askeri nitelikte bir istibdad rejiminde yaşıyoruz. Bu açıdan Türkiye’de Amerikan muhalefetine de tabii ki hiçbir zaman kefil olmayız. Ancak muhalefetin konuşmalarından “darbe iması” çıkartanların, asıl dönüp kendi yaptıklarına bakmaları gerekir. Türkiye tarihini birazcık bilen herkes darbe ve benzeri süreçlerin imalarla değil bu tür icraatlarla hazırlanmış olduğunu bilir. Kimin kime karşı ne planlar içerisinde olduğunu bilemiyoruz ancak darbelere gerçekten karşı olanın bu tür provokasyonları yapmak ve cesaretlendirmek yerine önlemesi beklenir.
İstibdada, faşizme, mezhepçiliğe, provokasyonlara karşı safları sıklaştırın!
Her halükârda bu provokasyonların salgın ve ekonomik kriz koşullarında hayatı giderek güçleşen ve ekmek mücadelesi veren milyonların bastırılması için bir vesile olarak kullanılacağı kesindir. Bu tür zamanlar her dilden, memleketten, inançtan işçi emekçi milyonların birlik olması gereken zamandır. Bu yüzden de hâkim sınıflar halkı bölüp birbirine düşman edecek provokasyonlarını her zaman bu dönemlerde sahnelemektedir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin bu süreçte hâkim sınıfların kendi içindeki hesaplaşmaların tarafı olmadan, mezhepçiliğe ve faşizme karşı birleşik işçi cephesiyle safları sıklaştırmaları, her türlü ırkçı-mezhepçi provokasyonu işçilerin birliği ve halkların kardeşliği şiarını yükselterek boşa çıkarmaları gerekiyor.