“Dolar neden yükseliyor?” ya da Türk lirasının baş aşağı düşüşü (3): Wall Street ile İslami finans arasında kalakalmak
Hükümetin temsilcileri ekonominin bütün sorunlarını Türkiye’ye, yani onlara göre aslında Erdoğan’a yönelik dış komploya yükleyerek halkın emperyalizme karşı öfkesinden, milliyetçi duygularından yararlanmaya çalışıyorlar. Söylenenler modern dünyayı birazcık tanıyanlar için yenir yutulur gibi değil: Türkiye halkı resmen aptal yerine konuluyor. Ama haydi onlar politikacı. AKP yanlısı iktisatçılarda hiç mi utanma duygusu yok? Söyledikleriyle çağımızın belirleyici ekonomik sistemi kapitalizmi bir kalem darbesiyle ilga ediyorlar sanki. Bu iktisatçılara sormak lazım: Siz bu iktisat teorisini nerede öğrendiniz? Türkiye ekonomisinin içine düştüğü badireyi bütün dünyanın Türkiye’ye karşı komplo kurmasına bağlıyorsunuz. Bunun teorik arka planı ne? Bırakın teoriyi, hangi ders kitabında okudunuz?
İster sağcı, muhafazakâr, liberal, ister solcu, anti-emperyalist, Marksist, bütün ekonomi teorileri finans piyasalarının işleyişinde ve finansın reel ekonomiyle ilişkisinde her biri kendine göre bir dizi nesnel, devletlerin iradesinden bağımsız, Marksistlerin kullandığı terimle söyleyelim “anarşik” olarak işleyen etkenin rolünü inceler. Siz ise kalkıyorsunuz, bu etkenlerin hiçbiri yokmuş gibi komplodan söz ediyorsunuz. Bütün dünya kriz yaşadı mı “piyasa kuralları işliyor” diyorsunuz, Türkiye kriz yaşadı mı “komplo” diye bağırıyorsunuz. Siz alemi sersem mi sanıyorsunuz?
Soruyoruz: Türkiye’ye karşı komplo var. Arjantin’e karşı da mı komplo var? Varsa neden uzun yıllardır, daha kesin olarak söyleyelim, 2003’ten bu yana “ulusalcı sol” olarak bilinen karı-koca Kirchner’lerin yerine daha birkaç yıl önce seçilmiş olan, bütünüyle emperyalizm ve piyasa dostu Maurizio Macri’ye neden komplo kuruyor emperyalizm? Yok, Arjantin’e komplo kurulmuyor diyorsanız, onun krizine yol açan türden etkenler neden Türkiye’de etkili değil? Soruyoruz: Türkiye’ye özgü bir ekonomi bilimi mi var? Türkiye’ye özgü tarih yasaları mı var?
Tabii aranızda kendisi sabah akşam komplolarla, kumpaslarla, ayak oyunlarıyla yükselmeye çalışanlar çok olduğu için, onların iktisatçı kılığında dolaşan komplo teorisyenleri olmaları kendi ruh durumlarının ürünüdür. Doğrudur, sizin gibiler 1997 Asya krizine de komplo dediler, 1999 Rusya krizine de. 2001’de Arjantin de komploya kurban gitmiştir mutlaka. Bu komploları kim kurdu? Elbette Amerika! Amerika yapabilse kurardı belki komplo. Ama dev dünya piyasasını Amerika bile bu şekilde kontrol edemez, bunu anlayamadınız hiç. Şimdi esas soruyu soruyoruz: 2008’de ne oldu? Amerika devasa bir finans krizine düştü! Amerika kendine de mi komplo kurdu?
Siz ne zannediyorsunuz? Koskoca Goldman Sachs’ler, Stanley Morgan’lar, koskoca Wall Street, Londra’nın “City” diye anılan borsası ve banka sistemi, Deutsche Bank’lar, Japon bankaları hepsi Amerikan devletinin elinde mi? Saçmalamayın! Bunlar, evet, Türkiye’den de, Arjantin’den de çekiliyorlar. Ama şehir ağası Trump onlara öyle emir verdi diye değil! Türkiye’de geleceklerini güvenli görmüyorlar. Nedenlerini bu yazı dizisinin ilk bölümünde açıkladık, tekrarlamayacağız. Ama düşündükleri Türkiye’ye komplo değil, kendi kârları. Bu kadar basit!
Bu yazının ilk bölümünde alaylı biçimde “kapitalizmin yasaları Türkiye’de hâlâ işliyor!” yazmıştık. Şimdi de aynı şeyi dünya için söylüyoruz: kapitalizmin yasaları dünyada da hâlâ işliyor! Aklınızı iktidar sahiplerine kiralayacağınıza biraz toparlansanız daha iyi edersiniz! Bütün dünyayı güldürmeyin kendinize!
Bakın Tayyip Erdoğan ekonomi hakkındaki son açıklamasında ne dedi? “Olan bitenler Türkiye ile ilgili değil. Dünyada bir sorun yaşanıyor.” Şimdi kaldınız mı ortada?
Dipsiz kuyu liberalizmi
İktidarın karşısındaki liberal iktisatçılar, rakiplerinden farklı olarak hiç olmazsa içinde yaşadığımız dünya sisteminin bir komplolar dünyası değil, bir kapitalist sistem olduğunun farkında. Ama ötekiler nasıl Amerika’nın (veya biraz daha genel olarak emperyalist bazı güçlerin) her istediği yerde kriz yaratabilecek kadiri mutlak bir güç olduğuna iman etmişse, bunlar da tamamen her türlü iradeden bağımsız bir piyasanın insanlığın kaderi olduğuna o kadar inanmış durumdalar. Piyasa tanrısı her ekonomiye sonunda istediğini dayatır. Onun yasalarının dışına çıkılamaz. Şayet siz çıkış yolunu bulamıyorsanız, yolu gösterecek bir kılavuz, yani İMF vardır. O yetmiyorsa, bazen yerli bir İMF ajanı (Kemal Derviş) bulunur. İş ki siz piyasaya, İMF’ye ve Kemal Derviş’e biat edin!
Ne tuhaftır ki, “piyasalar”ın ve İMF’nin çıkış yolu daima kemer sıkmaya, işçilerin emekçilerin kazanımlarını, mesela iş güvencesi getiren kıdem tazminatını, mesela iş cinayetleri önünde bir engel olabilecek işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatını, mesela güçlü sendikaları tasfiye etmeye ve ülkenin bütün kamu mülkiyetini yerli ve yabancı özel sektöre devretmeye dayanır. İşte bu liberal ekonomistlerden birinden (Ege Cansen) krizin çözüm reçetesi:
“Bir daha devalüasyon krizine düşmemek için, cari açığın kapanmasından başka çare yoktur. Bunun için de ücret artışlarının, devalüasyonun altında seyretmesi, esnek istihdam reformunun (taşeronluk, yarı zamanlı ve geçici işçi çalıştırma dâhil)yapılması şarttır diyorum. Topu taca atıp, adalet ve eğitim reformları yapılmadan OHAL kaldırılıp, tam demokrasiye geçilmeden ‘cari açık kapanamaz’ diye zırvalamıyorum.”
Ne doymak bilmez bir açlığınız var sizin! Ne zaman bir krize girseniz, ne zaman “rekabet gücünüz”de bir zaaf doğsa mutlaka işçiye emekçiye yüklenirsiniz. Kapitalizm dediğiniz şey dipsiz kuyu, mübarek.
Cansen kendisi dışındaki liberallerle epey bir atışmış: TÜSİAD’ın krize çözüm olarak OHAL’in kaldırılması vb önerilerini “topu taca atmak” olarak nitelemiş. Anlamıyor: OHAL TÜSİAD’ın kodamanları için bir şifredir. Onlar OHAL kaldırılsın derken “aman Batı siteminden uzaklaşıyor gibi görünmeyelim” demek istiyorlar. Dertleri demokrasi falan değildir. Dertleri bir kez Batı sisteminin dışında bir hukuk çerçevesi kabul edildiğinde Wall Street ve diğerlerinin küseceğidir. Yani OHAL’in kaldırılması Merkez Bankası’nın bağımsızlığının kod adıdır.
AKP’nin kişilik bölünmesi
“Dış komplo” teorisini savunanlar, Türkiye’nin “liberal” büyük burjuvazisini ürkütüyor. Kapılar bir açıldı mı, Merkez Bankası bağımsızlığı bir çiğnendi mi, ardından sermaye hesabının denetim altına alınacağı, döviz serbestisinin kalkacağı, hatta uç senaryolarda bütün dolar hesaplarının sabit bir kurdan Türk lirası hesabına çevrileceği türünden kaygılar alıp başını gidiyor. Şimdi buna tepkilere bakalım.
Binali Yıldırım yemin billah buna tezvirat diyor. Yiğit Bulut seçimlerden sonra da piyasa ekonomisinin devam edeceğini ısrarla söylüyor. AKP’nin en ateşli taraftarlarından biri Mehmet Barlas, dış kaynaklı komplo düşüncesine katılıyor ama ekliyor:
“Bütün bu gerçekleri göz önünde tuttuğumuz takdirde, faizlere falan takmanın anlamı yoktur. Çünkü faiz enflasyona karşı olduğu gibi son dönemde gördüğümüz olağanüstü kur dalgalanmalarına karşı da kullanılan bir araçtır. Yani dış kaynaklı algı operasyonlarına karşı uyanık olmamız gerekirken, Serbest Pazar'ın ve ekonominin temel kurallarını da aksatmamalıyız. Zaten bütün açıklamalar bunun böyle olacağını gösteriyor.”
Bu ne demektir? Uluslararası finans piyasalarına güven vermeliyiz. Oyunu kurallarına göre oynamalıyız. AKP bir kişilik bölünmesi yaşıyor. NATO ile Rabiacılık arasında, Wall Street’le İslami bankacılık arasında, faizle oynamakla Merkez Bankası’nın bağımsızlığı arasında.
Ortak hedef işçi emekçi!
Doğrusu, bu toz dumanın içinde seçimlerin ne olacağı da belirsiz, seçimlerden sonra Türkiye’nin ne yol tutacağı da. Ama bir şeyden en ufak bir kuşkunuz olmasın: Her iki kamp da seçimden sonra “hep birlikte fedakârlık yapma gereği”nden, “kemer sıkma”nın zorunlu olduğundan söz edecek, buna karşı direnecek toplumsal güçleri de bastırmaya yönelecektir.
Öyleyse ne yapmalı? Elinde değer olmadığı için, boğaz tokluğuna çalıştığı için, ay sonunu zor getirdiği için dolar veya öteki değer saklama araçlarını biriktiremeyenler cephesi ne yapmalı?
Bu dizinin son yazısında da bu sorunu ele alalım.