ABD ziyareti ve fotoğraf savaşları
Erdoğan’ın BM Genel Kurulu vesilesiyle ABD’ye gidişi bir dizi büyük sorunun gölgesinde gerçekleşti. Bunların başında ucu Erdoğan’a ve ailesine kadar uzandığı söylenen Zarrab davasının Halkbank Genel Müdürü ve eski bakan Zafer Çağlayan hakkındaki tutuklama kararları ile fazlasıyla ısınmış olması geliyordu. Ayrıca Erdoğan, bir önceki ziyaretinde korumalarının karıştığı kavga dolayısıyla açılan dava yüzünden bu korumalarını yanında getiremedi. Ayrıca ziyaret öncesinde BM Genel Kurulu'na ev sahipliği yapan ABD, Erdoğan’ın “terörist” olarak suçladığı YPG’ye silah yardımını arttırmış askeri ve siyasi işbirliğini de tahkim etmişti. Ayrıca ziyaretin hemen öncesinde ABD Senatosu Bütçe Komisyonu, Erdoğan’ın korumalarına silah satışını yasaklayan bir tasarıyı onayladı. Bu kararla 1 milyon 200 bin dolar değerinde yarı otomatik tabanca ve mühimmat satışı askıya alındı.
Erdoğan bu gelişmeler karşısında sitem dolu beyanatlar vererek ABD’ye yola çıktı. Elbette tüm bu gerilim başlıkları bir anda ortaya çıkmış değildi ve ne BM Genel Kurulu ne de bu vesileyle yapılacak ikili görüşmelerin bu sorunları çözmesi bekleniyordu. Bu başlıkların hiçbirinde istediği sonuçları elde edemeyen Erdoğan, bir konuşması sırasında yapılan protestoya saldıran iki taraftarını daha kaptırıp (tutuklandılar) geri döndü. Tek somut gelişme THY’nin Amerikan Boeing şirketinden 11 milyar dolarlık uçak alımı anlaşması oldu. Trump’ın vaktiyle ABD’nin borçlarını Ortadoğu ülkelerine ödetmek üzere seçim vaatlerinde bulunduğu hatırlandığında Katar krizinden 12 milyar dolarlık uçak satışıyla çıkan Trump’ın bu konuda da kendini kazançlı taraf olarak gördüğüne şüphe yok.
Amerikancı istibdadın ve Amerikan muhalefetinin ortak hissiyatı
Bu koşullar altında Erdoğan’ın gezisi aslında çok öncesinden bir prestij mücadelesine dönüşmüştü. Ziyaret öncesinde CHP kanadı Kılıçdaroğlu’nun ağzından bunu şöyle ifade etmişti: “Kimse sizinle fotoğraf vermek istemiyor. Bürokratlar bir araya gelinmemesi için uğraşıyor. Kimse yan yana fotoğraf çektirmek istemiyor.”
Kılıçdaroğlu doğal olarak Amerikan muhalefetinin ve tekelci büyük sermayenin emperyalist dünyayla bütünleşme, emperyalizm tarafından kabul edilme arzusunu yansıtan bir muhalefet diliyle sürece yaklaşmayı seçti. Bu gayet doğaldı. Erdoğan ve AKP iktidarı ise halka sunduğu milliyetçi profilin bir gereği olarak “biz fotoğraf çektirmeye değil milli menfaatlerimizi savunmaya gidiyoruz” bile demedi, diyemedi. Kılıçdaroğlu’nun ve Amerikan muhalefetinin emperyalist muhalefetine kendini emperyalistlere kabul ettirmeye çalışarak karşılık verme yoluna girdi.
Fotoğraf savaşları
Erdoğan’ın ABD gezisi adeta Japon turistlerin Sultanahmet gezisine dönüştü. Ne kadar çok fotoğraf o kadar iyi! Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Varank, liderlerin ikili fotoğraf vermek istemediğini söyleyen Kılıçdaroğlu’na nazire yaparcasına twitter hesabından Erdoğan’ın 12 fotoğrafını koyup üstüne de şöyle yazdı: “Cumhurbaşkanımızın New York’da bir günü: On ikili görüşme ve kabul.” Bir süre önce verdiği bir demeçte Erdoğan’la görüşmek zorunda kalmaktan yakınan Fransa’nın liberal lideri Emanuel Macron ile Erdoğan’ın fotoğrafı bir zafer vesikası olarak istibdad medyasında yerini aldı. Daha önce kendine hakaret-küfür dolu şiirler yazan İngiliz emperyalist dışişleri bakanı Boris Johnson’a hediyeler sunmaktan gocunmayan Erdoğan için aslında bu hiçbir şey…
Ancak fotoğraf mücadelesinde kesin bir zafer için mutlaka Trump’la aynı kareye girmek gerekliydi. Trump istediğini Erdoğan’a verdi hem de fazlasıyla. Yemek masasında koltukta türlü türlü pozlar verdikten sonra bir de üstüne “hiç bu kadar yakın olmamıştık” deyiverdi. Devletin haber ajansı da zafer edasıyla “Ülkelerimiz arasında harika bir dostluk var” sözlerini manşete taşıyıp Trump’ın şu sözlerini öne çıkardı: "Arkadaşım olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı tanımak büyük bir şeref ve ayrıcalık. O, dünyanın zor bir bölgesinde çalışıyor. Çok, çok ilgili ve açık olmak gerekirse çok puan topluyor ve ABD ile de birlikte çalışıyor. Ülkelerimiz arasında harika bir dostluk var. Bence biz şu anda hiç olmadığımız kadar yakınız ve bunun büyük bir bölümü kişisel ilişkilerle alakalı."
Burjuva milliyetçiliği bir kez daha emperyalizmin hizmetinde
Erdoğan da Trump için açıklamalarında “değerli dostum” ifadesini kullanarak duygularının karşıklı olduğunu ifade etmeye özen gösterdi. Erdoğan ve Trump arasında “karşılıklı sevgi gösterileri” sergilenirken ABD ve Türkiye arasındaki gerilim başlıklarında en ufak bir adım atılmamış, Trump BM kürsüsünden Kuzey Kore’yi yerle bir edeceğini ilan etmiş, İran’a hakaretler yağdırıp nükleer anlaşmayı feshetmekle (yani İsrail’i tasmasını İran’a saldırması için serbest bırakmakla) tehdit etmişti. Yani ABD ziyaretinin bilançosu belki de bir dünya savaşının arifesinde, emperyalist liderlerle fotoğraf çektirmeyi marifet gören bir siyasetin işin sonunda Trump gibi ırkçı ve saldırgan bir emperyalist haydutun reklam kampanyasına malzeme olmak oldu.
Daha birkaç gün önce “15 Temmuz’u ABD yaptı”, “ABD teröristlere silah veriyor” diyen milliyetçi istibdad medyası da bir anda Trump ve Erdoğan’ın yakınlığını manşetlere taşıyarak “bu kampanyayı” Türkiye halkına pazarlama görevini üstlendi. İşte burjuva milliyetçiliğinin emperyalizme hizmetkarlığın ideolojisi haline gelmesinin çarpıcı bir örneği daha!
Amerikancılık utancı
ABD ziyaretinin bilançosu utanç vericidir. İstibdad cephesi, Amerikancı ve emperyalist yanlısı yüzünü bir kez daha ortaya koymuş ama bunu yaparken kendisinin değil tüm bir milletin onurunu ayaklar altına almıştır. Trump’la “yakın dostluk” kurarken komşu ve kardeş halklarla düşmanlığın tohumlarını da ekmiştir. CHP başta olmak üzere Amerikan muhalefeti de üzgündür. Onlar emperyalist efendilerinden Erdoğan’a okkalı bir siyasi tokat atmasını bekliyorlardı. Olmadı. Amerikancılık onları daha çok rezil edecek. Ama bizim için önemli olan Türkiye’de büyük bir anti-emperyalist geleneğin mirasçısı olan sosyalist sol cenahtan da bu gelişmelere Amerikan muhalefeti ile paralel refleksler ve beklentiler gözlemlenmesidir. Bunun da utanç verici olduğunu belirtmek gerekir.
Bizim fotoğrafımız
Erdoğan’ın emperyalist liderlerden yüz bulamadığını kanıtlamak için çırpınmanın manası yoktur. Zira emperyalist seri katillerin bir kişiyi dışlaması onu küçültmez. Esas bir halk için küçük düşürücü olan emperyalist katillerle aynı fotoğraf karesinde gözükmek, yakın dostluk kurmak için çırpınmaktır. Anti-emperyalist olmak yerine emperyalizme ortak olmaya çalışan milliyetçilik işte bir halkı böyle kötü durumlara sokmaktadır. Devrimci İşçi Partisi ise emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadelesiyle bambaşka bir yol önermektedir. Emekçi halkın temsilcisi olan sosyalistler olarak bizim için emperyalistlerle içinde olmaktan gurur duyacağımız fotoğraflar, Sinanların ODTÜ’de Vietnam kasabı Komer’in yanan arabasıyla, Denizlerin Dolmabahçe’de denize döktüğü Amerikan askerleriyle olan fotoğraflarıdır.