Dayağa karşı yürüyüşün 30. yılında emekçi kadınlar en öne
17 Mayıs 1987’de, bundan tam 30 yıl önce, 80’li yılların neredeyse ilk kitlesel eylemini kadınlar gerçekleştirdi. 1987 yılının başında Çankırı’da bir hakimin şiddet gördüğü için boşanmak isteyen bir kadının talebini, kadının o sırada hamileliğini gerekçe gösterip ayrıca üç çocuğu daha olduğu için “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” sözleriyle reddetmesi, çok önemli bir mücadelenin fitilini ateşlemiş oldu.
Hakimin bu kararının tüm kadınlara karşı bir karar olduğunu, bu durumun bir gün başka kadınların da başına gelebileceğini ileri süren kadınlar bu kararı veren hakime karşı sembolik olarak 1 liralık manevi tazminat davası açmak istedi. Mahkeme, kadınların dava açma taleplerini, taraf olmadıkları gerekçesiyle reddetti. Kadınlar ise bu işin peşini bırakmayacaklarını göstermek için harekete geçtiler, bir yürüyüş yapmaya karar verdiler. O dönemde yaşadığı şehir, ait olduğu etnik grup veya mezhep, aldığı eğitim, çalıştığı yer ne olursa olsun kadınların maruz kaldığı şiddet “dayak”la özdeşleştiriliyordu. Bu nedenle yürüyüş “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü” adıyla düzenlendi ve bu 90’lı yıllara kadar sürecek “Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası”nı başlatan en önemli adım oldu.
12 Eylül’ün etkisinin hissedildiği, insanların herhangi bir eyleme katılmaya hâlâ çekindiği bir dönemde kadınlar, seslerini duyurmak için kaç kişi olursa olsun bu yürüyüşü yapmaya karar verdiklerinde, binlerce kadının İstanbul’da Yoğurtçu Parkı’nda buluşacağını tahmin etmiyorlardı büyük ihtimalle. “50-100 kişiyle de olsa yaparız” dedikleri yürüyüşe en az 2.000 kadın katıldı. Dayağa ve şiddete karşı sloganlar, talepler yükseltildi. O yürüyüşün ardından kampanyalar, irili ufaklı eylemler, gösteriler çorap söküğü gibi geldi. Sadece Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası değil, kadının çalışmasının kocanın iznine bağlanmasına karşı yapılan kampanyalar, cinsel tacize dikkat çekmek için düzenlenen ve Mor İğne olarak bilinen kampanyalarla, bir hareketlilik ve eylemlilik dönemi yaşandı.
Bugün Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü’nün ve kampanyanın 30. yılında, yine her gün kadınlar erkek şiddeti sonucu yaşamlarını yitirse de, kadına yönelik şiddetin gayri meşruluğu tartışmasız bir konu haline geldi. Devlet hâlâ şiddetin faili erkekleri korusa da bir hakimin 1987’deki gibi sözler sarf etmesi bugün pek mümkün değil, en azından sarf ederse kendi açısından bir bedeli olacağını biliyor. Ama elbette bununla yetinecek halimiz de, her gün başka bir kadının yaşamını yitirmesine tahammülümüz de yok. Daha fazlasını yapabilmek, mücadeleyi büyütmek lazım.
Kadınlar haklarına, yaşamlarına eskiden olduğundan çok daha fazla sahip çıkıyor. Son yıllarda kürtaj hakkının elinden alınmasına yönelik girişimde de, tecavüz yasasında da, kadınları evlere göndermeye çalışan, ona annelik dışında bir toplumsal rol tanımayan devlet politikalarının karşısında da tekrar tekrar çok önemli refleksler geliştirdiler, kitlesel eylemler yaptılar ve saldırıları püskürtmeyi büyük oranda başardılar. Bu gücün yanına kendi mücadele yöntemleri ile birlikte emekçi kadınları da kazandığımızda, bu güç emekçi kadınların öncülüğünde ilerleyecek bir harekete aktarıldığında işte o zaman iktidarın bu saldırıları ısıtıp ısıtıp tekrar önümüze getirmesinin önüne geçilebilecek, kadınların yaşamlarını ellerinden alan kadın cinayetlerine karşı etkili ve kalıcı tedbirler yönünde adım atması sağlanabilecektir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2017 tarihli 92. sayısında yayınlanmıştır.