Röportaj: Haksızlığa hukuksuzluğa direnen bir işçi: Cemal Bilgin
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’ndeki zehirli yemek skandalını gündeme getirdiği için işten atılan işyeri iş güvenliği temsilcisi Cemal Bilgin, her hafta Cuma günü saat 12:00’de hastane önünde eylem yaparak direnişini sürdürüyor. Bilgin ile 24 Mart günü eyleminin ardından, verdiği mücadeleyi ve hastanede çalışan işçilerin Sosyal-İş'te örgütlenme ve yetki sürecini konuştuk.
OHAL koşullarında tüm baskılara ve tehditlere rağmen 7 aydır direniyorsunuz. Mücadele nasıl gidiyor?
Bugün de 28. haftadaki eylemimizi sonlandırdık. Taşeron sistemine karşı, haksızlığa hukuksuzluğa karşı, eşitsizliğe karşı, ayrımcılığa karşı mücadeleyi sürdürüyoruz. Mücadelemize işçi arkadaşlarımız, öğrenci arkadaşlarımız, hocalarımız, halkımız gelip destek oluyorlar. Sadece kendi sorunlarımızı, kadrolu, güvenceli çalışma taleplerimizi değil hastaların ve yakınlarının sorunlarını da gündeme getiriyoruz. Ücretsiz sağlık hizmeti alabilmeleri için mücadele ediyoruz. Tedavi olmaya gelen hastalar sorunlarını bize anlatıyor. Biz bunları da gündeme getiriyoruz. Biz orada taşeron sistemine dair ses çıkardığımız zaman insanlar “hayır” diyerek karşılık veriyorlar mesela ilginç bir şekilde. Geçen hafta otobüsten bizi alkışlayanlar oldu, biz de hayır diyoruz dediler. Tabii bu bizi memnun ediyor. Hayır diyerek bir duruş göstermek gerekiyor. Altını doldurarak hayır demek gerekiyor: taşeron sistemine hayır, haksızlığa hayır, hukuksuzluğa hayır, işten atılmalara hayır, baskılara hayır, tehditlere hayır diye söylemek gerekiyor. İşçiler emekçiler de bunun farkında aslında. OHAL'le birlikte işçiler ve emekçiler tehdit altında. Çünkü iş güvenceleri patronların ve yöneticilerin iki dudağının arasında. İşçi borçlu, kadrosu yok, sosyal güvencesi yok. Memurlar kurum içerisinde rotasyona uğruyor, KHK ile ihraç ediliyor. Biz hepsinin mücadelesini vermeye devam ediyoruz. Mücadelemiz de güzel gidiyor, coşkulu geçiyor. Haftaya yine Cuma günü 12:00'de mücadelemizi sürdüreceğiz.
Ne gibi hukuki zorluklarla karşı karşıya kalıyorsunuz?
Hastane yönetimi tehdit, baskı, yalan, suç uydurma gibi iftiralarla hakkımda suç duyurusunda bulundu. Geçen haftalarda savcı hanımla görüştüm o da benim lehime çıktı, kovuşturmaya yer yoktur dedi. Yemek şirketi de kurumu rencide ettiğim gerekçesiyle bir dava açtı. Bir de işe iade davam var. 27 Mart’ta üçüncü duruşma olacak. İşte mahkemelerle uğraşıyoruz.
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nde Sosyal-İş'te örgütlenme ve yetki alma süreci nasıl işledi?
Çapa Hastanesi'nde arkadaşlarla bir araya geldik sendikalaşma öncesi. Önce duyarlı arkadaşlarla birlikte yaklaşık 100'e yakın işçiyle görüştük. Bugün buraya hangi sendika gelse birlik, beraberlik sağlanır bize sahip çıkar dedik. Tez-Koop-İş Sendikası bir iki sene önce 500-600 üye yapıp bizi yarı yolda bırakmıştı. Bundan dolayı tepki vardı, Tez-Koop'a kimse üye olmak istemedi. Ondan sonra Hak-İş’e bağlı Öz Büro-İş Sendikası’yla görüştük. Bir kısmımız, yönetimin adamı, iktidarın sendikası diye bize faydası olur derken büyük bir çoğunluğumuz onlardan bize bir hayır gelmez biz Sosyal-İş'e gidelim dedik. 15-20 arkadaşla Sosyal-İş'e gittik. Orada şube başkanı, sekreterleri, yöneticileri geldi. Anlattık durumu onlar da bize örgütlenmeyi anlattılar, arkadaşlarımız da bizi yarı yolda bırakmayacaksan, bize sahip çıkacaksan, bizi kucaklayacaksan, maddi, manevi, sosyal haklarımızı, özlük haklarımızı savunacaksan buyurun gelin dedi. Orada biz konuşurken, arkadaşlar Sosyal-İş'e üye olmaya başlamışlar. Dışarıda mücadele yürütüyoruz 28 haftadır ama içeriyle bağımızı, ilişkimizi koparmadığımız için, arkadaşlar da bize soruyorlar nasıl yapalım, nasıl edelim diye. Dedik o zaman hep beraber Sosyal-İş'e üye olalım.
50, 100 derken 200, 300 olduk. Ondan sonra Öz Büro-İş de hastaneye girdi. Tabii biz işçiyle muhatap olurken, işçinin evine gittik, cenazesine, düğününe, nişanına gittik bu 3 haftalık süre içerisinde. Kahvesine gittik, otobüste beraber yolculuk yaptık öyle üye yaptık yoksa 3 haftada 600 üye yapamazdık. Bakkala giderken yakaladık, kasaba giderken yakaladık, gece 12:00'de 01:00'de telefon açtık. Bir tane işçi üye olacakmış ek iş yapıyormuş, ek iş yaptığı yere gittik. Öyle üye yaptık 600'e de ulaştık, güzel de oldu. O arada Öz Büro-İş araya girdi. Yönetimle, müdürle, idari amirlerle toplantı yaptılar. Bu bize aykırı bir şey. Masada sosyal diyalog adı altında müdürlerle, amirlerle toplantı yaparak işçiye baskı uygulayarak, tehdit ederek bunlara sözümüz nasıl olsa geçiyor diye düşündüler ama biz birebir işçilerin muhatabı olduğumuz için sağ olsun işçiler bizim yanımızda oldular. Bizim yanımızda olmanın da ötesinde mücadeleyi seçti işçi arkadaşlar. Onların da büyük emeği var. Bu kazanım hepimizin, hep birlikte bu mücadeleyi sürdürüyoruz.
Bu şekilde arkadaşlarımızla beraber 600'e yakın kişiye ulaştık. Ayın 23'ünde de yetki başvurusunu Çalışma Bakanlığı'na yaptık, güzel de oldu, insanlarda hareketlilik başladı. Tabii bu arada amirler boş durmadı. İki kere Hak-İş'le toplantı yaptı. Bizler yıllardır burada bir amfi bile alamazken, müdürlerle iletişime geçemezken Öz Büro-İş dışarıdan gelerek rahatlıkla irtibata geçebildi, amfi alabildi. Bugün neden taşeron işçilere amfi verilmiyor, sendikaya bir amfi verilmiyor. İşçiler burada sadece sendikalaşmaya gitmedi, yönetime karşı da bir duruş, tepki gösterdiler. Herkes bayram gelmiş gibi seviniyor, herkes birbiriyle selamlaşıyor. Birbirlerine sen hangi sendikadasın diye soruyorlar, herkes diyor Sosyal-İş. Bu birlik ve beraberliği sürdürmek gerekiyor, bu coşkuyu, heyecanı her kurumda göstermek gerekiyor. Çünkü sendikalaşmak işçinin bayramı gibidir, babası gibidir, anası gibidir, kucaklayacak, sahip çıkacak bir oluşum. Sadece ben sosyal haklarımı aldım, maaşım 2 lira arttı değil yani, insanca yaşayabilmesi için, onurlu yaşayabilmesi için bu sendikalara ihtiyaç var. Bu şekilde mücadeleyi sürdürüyoruz, mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Nisan 2017 tarihli 90. sayısında yayınlanmıştır.