Türk ulusu neden gurur duymalı?
1 Mart, 2003 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin AKP hükümetinin Irak savaşı için parlamentoya getirdiği tezkerenin oylandığı gündü. Bugün o olayın 14. yılında Türkiye bambaşka bir siyasi atmosferde ve ruh durumunda debeleniyor. Oysa 1 Mart 2003, ulusun bir bütün olarak gurur duyulacak cesur bir atılım yaptığı bir gündü.
AKP’nin 14 yılı aşkın iktidarı boyunca, Türk halkının büyük bölümü kendi ulusundan gurur duyacağı alanları gittikçe daha fazla geçmişe ve gittikçe daha fazla kılıç gücüyle yapılan edilenlere doğru sınırladı. (Bunun yanı sıra bir de büyük altyapı projeleri meselesi var ki, onu bir başka yazıda tartışmak daha doğru olur.) Geçmişte, özellikle de Osmanlı döneminde gurur duyulacak şeyler de genellikle savaşlarda elde edilen zaferler oluyor bu durumda, Mimar Sinan’ın inşa ettiği binalar ya da Fuzuli’nin yazdığı şiirler değil. Savaş elbette kendi başına bir ulusun elinin tersiyle kenara iteceği bir şey değildir. Her ulusun tarihinde ulusun özsavunması anlamına gelen ya da devrimci bir ileri atılımını korumak için verilen savaşlar vardır. Bunlarla elbette gurur duyulur. Ama ne yazık ki son yıllarda öne çıkan bunlar değil. “Şunu ezdik, bunu kahrettik, ötekini mahvettik, berikinin topraklarını fethettik” edebiyatıyla anılıyor bu tür gurur duyulan olaylar.
1 Mart bunların tersi idi. Türk ulusunun birilerinin peşine takılarak berikilerin toprağını ele geçirmesini öngören bir savaş politikasının reddedilmesiydi. Ve işte tam da bu yüzden, bu özelliğiyle Türk ulusu için o dönemde büyük bir gurur kaynağı olmuştu, bugün de aynı şekilde övünülecek bir dönüm noktasıdır.
Kısaca hatırlayalım. 1 Mart tezkeresi meclise geldiğinde ABD başkanı George W. Bush’un, uğursuz “teröre karşı savaş” politikasının bir parçası olarak, daha sonra bütünüyle yalan olduğu kanıtlanacak, savaşın baş mimarları olan ABD ve Britanya’nın da asılsız olduğunu teslim ettiği kitle imha silahlarının sözde varlığını gerekçe göstererek Irak’a saldırmasına ramak kalmıştı. (Savaş Mart sonunda başlayacaktır.) ABD Türkiye’den meşum İncirlik Üssü’nü kullanmanın yanı sıra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendi birlikleriyle birlikte Irak’ın kuzeyden işgaline katılmasını talep ediyordu. Erdoğan’ın hapis cezasından kalma seçilme yasağı vardı, henüz milletvekili seçilememişti. O AKP Genel Başkanı idi, ama başbakan Abdullah Gül’dü. Hükümet ABD ile o dönemde karikatürlerde “at pazarlığı” diye hicvedilen bir pazarlığa girmişti. Pazarlık epeyce zorlu olmuştu, ama herkes Türk askerini emperyalist ABD’nin birlikleriyle birlikte Irak’ı işgal etmeye memur edecek olan tezkerenin meclisten geçeceğini bekliyordu.
Ancak hesaplanmayan bir şey vardı. Türkiye solu, 12 Eylül’den beri ilk kez büyük kitleleri de kavrayan bir kampanya düzenleyerek Irak’ta savaşa ve Türkiye’nin bu savaşa katılmasına karşı mücadele bayrağını açmıştı. Bu savaşın yalana dayandığını, Bush’un Ortadoğu’da kurmak istediği hâkimiyetin bir aracı olduğunu kavrayan belirli İslamcıların da savaşa muhalefete katılması hareketi daha güçlü kılıyordu. Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu, haftalara, hatta aylara yayılan mücadelesinden sonra 1 Mart günü bir savaş karşıtı yürüyüş için Ankara’ya 100 bin insanı toplamıştı. Mecliste oylama yapılırken sokaklar savaş karşıtı sloganlarla çınlıyordu!
İşte bu koşullarda yapılan oylamada, anayasanın Türkiye’nin böyle bir savaşa girmesi için gerekli gördüğü nitelikli çoğunluğa erişilemedi. Tezkere reddedilmiş, savaş karşıtları kazanmıştı!
Bütün dünyada eşitlikten, özgürlükten, adaletten yana insanlar ve kurumlar Türk ulusunu bu seçişi için tebrik etti, övdü, yüceltti. Türkiye’nin itibarının (uluslararası sermaye ve finans kuruluşları nezdinde ya da emperyalist devletlerin nazarında değil, halkların gözünde) bu kadar yüksek olduğu bir dönem pek az olmuştur! Türkiye 14 yıl önce bugün uluslar camiasının onurlu bir üyesi olarak ayağa kalktı. Buna karşılık, Irak’ın işgali ABD ve Britanya’ya utanç ve pişmanlık getirdi. Tabii Türk hükümetinin kısa bir süre sonra gizli birtakım anlaşmalarla İncirlik Üssü’nü ABD ordusunun kullanımına sunması bu tabloyu bir ölçüde karartıyordu, ama Türk ulusu hiç olmazsa kardeş bir halkın, Irak halkının topraklarını işgal etmiş olmanın yaratacağı onursuzluk ve utançtan kurtulmuştu.
Bir ulus işte “at pazarlığı” diye nitelenen bütün rüşvetlere rağmen emperyalizmin oyununu oynamamaktan gurur duyar, bugün gündeme geldiği gibi emperyalistlerle birlikte yeni fetihlere çıkıp gencecik askerini emperyalist çıkarlara kurban etmekten değil. Bir ulus işte komşusunun toprağına el koymaktan değil, emperyalistin rüşvetine ve baskısına rağmen bundan kaçınarak yücelir.
Bir ulus bütün öteki ulusların da kendisi kadar onurlu ve özgür yaşamaya hakkı olduğunu anladığında, ancak o zaman gerçekten kendisiyle gurur duyabilir.