İntihar değil yargısız infaz!

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yapan 30 yaşındaki biyokimya asistanı Dr. Orhan Çetin, OHAL kapsamında açığa alınmasının ardından hastanenin 10’uncu katından atlayıp yaşamına son verdi. Basına intihar olarak yansıyan bu elim olay aslında bir intihardan çok bir yargısız infazdır. Zira sayısı yüz binleri bulan açığa alma ve ihraçlarda olduğu gibi Orhan Çetin'e de kendini savunma hakkı tanınmadan kendisinin neyle suçlandığı dahi söylenmeden geçtiğimiz Cuma günü açığa alınmıştı.

OHAL'de yargısız infazlar

Açığa alma kararı hukuken bir tedbir niteliğinde olması gerekirken OHAL koşullarında bir infaz kurumuna dönüştürülmüş durumda. İnsanlar gelişigüzel fişlemeler, istihbarat raporları ya da kötü niyetli kişilerin asılsız ihbarları sonucunda bir anda kendilerini görevlerinden uzaklaştırılmış şekilde buluyorlar. Sadece bununla kalsa belki insan işsizliğe dayanır, soruşturmalara katlanır. Ancak idari kararlara sosyal bir yalıtılma ve kimi zaman en yakınlarından başlayarak her fırsatta insanlara masumiyetini anlatma mecburiyeti eklenince baskı dayanılmaz boyutlara ulaşabiliyor. Hâl böyle olunca da Orhan Çetin'de olduğu gibi açığa alma yargısız infaza dönüşüyor.

Orhan Çetin'in herhangi bir suçu olup olmadığını tartışmanın artık hiçbir anlamı yok. Çünkü devletin gözünde suçsuzluğu kanıtlansa bile artık geri dönüş yok. Orhan Çetin'in masum olması yaşamasına yetmedi. Halbuki AKP'nin çeşitli kademelerinde ya da devlet bürokrasisi içinde hatırlı tanıdıkları olsaydı durum değişebilirdi. Cemaatle içli dışlı olmuş niceleri devletin üst kademelerinde varlıklarını sürdürüyor hatta bizzat "FETÖ" soruşturmalarının yürütülmesinde rol oynuyorken, darbe girişimi gecesi ne Başbakanı ne de Cumhurbaşkanını bilgilendiren, tüm süreçte ne yaptığı belli olmayan kişiler hâlâ ordunun ve istihbarat teşkilatının en tepesinde barınabiliyorken, Bylockçu vekil dedikoduları TBMM'deki anayasa oylamalarında rehin alınan vekillere "evet" oyu için fidye vazifesi görmüşken, her yanı sapır sapır dökülen OHAL'in gücü ancak kariyerinin baharındaki genç doktor Orhan'a yetecekti elbette.

Devlet güdümlü sendika da sorumlu

Orhan Çetin, Türk Sağlık Sen üyesiydi. Bu süreçte en çok üyesi ihraç edilen Memur-Sen'den sonra ikinci konfederasyon olan Türk Kamu-Sen'e bağlı bu sendika hiçbir üyesine sahip çıkmadığı gibi Orhan Çetin'e de sahip çıkmamıştı. Orhan Çetin'in üyesi olduğu Türk Sağlık Sen İzmir 1 No.lu Şube Başkanı'nın açıklaması da devlet güdümlü sendikanın bu yargısız infazın nasıl suç ortaklığını yaptığının da bir kanıtı niteliğinde. Kuru bir rahmet dileğinin ardından Başkan sözlerine "adı her ne olursa olsun, bu vatana ihanet edenler mutlaka cezalarını çekmeli" sözleriyle OHAL'e biatını kabule sunduktan sonra ama diyerek devam ediyor "ancak ihanet noktasında olmayan, yasal çerçeve içinde iş ve işlem yapan insanların, hukuki süreç tamamlanmadan hain olarak nitelendirilmesi ve cezalandırılması vicdanlarda derin yaralar açmakta, travmalar oluşturmaktadır. Devlet olarak görevimiz insan kaybetmek değil, insan kazanmaktır." Sözde sendika başkanı yitirilen bir canın ardından hâlâ yaralardan travmalardan bahsediyor. Ayrıca şu soruyu sormak da elbette ki hem Orhan'ın çalışma arkadaşlarının hem de sendika üyelerinin hakkıdır: "Peki siz ne yaptınız, bu yaraları sarmak ve travmaları hafifletmek için?"

Maddi ve manevi dayanışmanın, mücadelenin önemi

Mesela KESK bu süreçte en çok baskı gören sendikaların başında geliyor. Yıllarca KESK üyesi olmak "sürülmek, hak edilen kadroları alamamak, terfi edememek" anlamına geldi. Ama bugün KESK üyesi sendikalar ihraç edilen üyelerine hukuki süreç devam ettiği müddetçe maaşlarının belirli bir oranını karşılayarak destek oluyor. Maddi destek önemli ama en önemlisi değil. KESK üyeleri sendikalarıyla birlikte meydanlarda, gerektiğinde copa, tazyikli suya maruz kalıp gözaltına alınmak pahasına işyerlerinde direnerek, mücadele ederek manevi dayanışma ile ayakta kalabiliyorlar. KESK, kamu çalışanları için gerçek bir sendikanın önemini kötü günlerde gösteriyor. Elbette ki tüm bunlar da istibdadın mezalimi karşısında her derde deva olamıyor. Malatya SES eski başkanlarından Bülent Uçar'ın ya da proje okul kapsamında Cağaloğlu Lisesi'nden sürülen edebiyat öğretmeni Mustafa Turgut'un kalpleri her şeye rağmen bu yaşananlara dayanamadı.

Dr. Orhan Çetin'in yaşamına son vermesi de bu süreçte hayatını kaybeden diğer emekçilerle birlikte tarihe birer yargısız infaz olarak geçecektir. Dolayısıyla gayri meşru OHAL'in kararını alanlar da, her kademede OHAL tasfiyelerini yürütenler de bu yargısız infazların sorumlusudur.