Türkiye’nin Türk Metal gibi yönetilmesini ister misiniz?
Türkiye’de anayasa değişikliği gerçekleşirse rejim değişikliği salt bir yönetim sistemi değişikliği ile sınırlı kalmayacak, cumhurbaşkanı diktatörlük yetkilerine kavuşmuş olacak. Yürütmenin tüm yetkilerini elinde toplayan, üst düzey kamu görevlilerini tek başına atayan ve yüksek yargıda belirleyici olan cumhurbaşkanı denetimsiz bırakılıyor. Cumhurbaşkanı partili olacağı ve milletvekili seçimleri ile cumhurbaşkanlığı seçimleri aynı anda yapılacağı için, cumhurbaşkanı kendisini denetlemekle görevli milletvekillerini bizzat seçme olanağına sahip olacak. Meclis aritmetiği açısından da cumhurbaşkanının yargılanması hemen hemen imkânsız. Değişiklikle meclisin üye sayısı 600’e çıkarılacak. Soruşturma açılmasını teklif etmek için salt çoğunluğu yani 301 vekilin imzası gerekiyor. Bu teklif etmek için gerekli. Soruşturma açılabilmesi içinse gizli oylamada meclisin 5’te 3’ünün yani 360 vekilin oyu gerekli. 360 oyla soruşturma açıldı diyelim, soruşturma sonunda cumhurbaşkanının Yüce Divan’a gönderilmesi için ise meclisin 3’te 2’sinin yani 400 vekilin oyu gerekiyor.
Cumhurbaşkanına diktatörlüğünü ilan etme yetkisi
Yasama görevi hala mecliste gözükse de cumhurbaşkanına OHAL ilân etme yetkisinin verilmesiyle bu yetkinin gaspı da mümkün hale geliyor. Yani cumhurbaşkanı sadece OHAL değil açık diktatörlüğünü ilân etme ve bugün OHAL altında gerçekleştirilen her şeyi ve fazlasını tek elden yapabilme olanağına kavuşuyor. Muhalifleri kamu görevinden atmak, dernekleri, gazeteleri, televizyonları kapatmak, yürüyüş, miting ve grevleri yasaklamak gibi... Cumhurbaşkanının temel hak ve özgürlüklerle ilgili kararname çıkartamıyor oluşunu da fiilen anlamsız hale getiren bir düzenleme bu. Ayrıca bu yetkilere sahip bir diktatörün herhangi bir seçimi kaybetmesi de mümkün değil. Eğer Irak’ta Saddam Hüseyin’in Kuzey Kore’de Kim Jong Un’un seçildiği gibi yüzde 100’le seçilmiyorsa bile benzer rejimlere sahip olan Suriye’de Esad’ın 2005 ve 2007’de yüzde 97,6 2014’te ise yüzde 88,7 ile, Kazakistan’da Nursultan Nazarbayev’in yüzde 97,7 ile, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in 2005’te yüzde 88,7 ile seçilmesi gibi... Tüm bu isimlerin bahsi geçen ülkelerin milli iradelerini kendi vücutlarında tecelli ettirmesine inanmak güç. Yüksek oy oranlarının bu ülkelerdeki istibdad rejimlerinin bir sonucu olduğunu görmek güç değil.
Cumhurpatronluğu sistemi
İşçi ve emekçiler açısından başka ülkelere gitmeye gerek yok. Rejim değişikliği öngören anayasa teklifi geçerse Türkiye’nin nasıl bir ülke olacağını, tüm üyelerinin nefret etmesine rağmen her seçimde bürokratların koltuklarını korumayı başarabildiği sarı sendikalara bakarak da görebiliriz. En çarpıcı örneklerinden birini Türk Metal’de gördüğümüz sarı sendikalarda yönetime ancak teşekkür edilebilir. Başkansa mutlaka övülmelidir. Genel kurulda yönetim ya da başkana karşı çıkılırsa, fabrikalarda temsilciler ya da şube yöneticileri eleştirilirse mutlaka gerginlik çıkar. Sesini yükseltenler saldırıya uğramaz ise mutlaka kara listeye alınır. Muhalifler delegeliğe ya da işyeri temsilciliğine aday bile olamadan patron-sarı sendika işbirliği ile kendini kapı önünde bulur. Ya da muhalif gözüken kişileri bir anda Türk Metal mücahidi haline gelmiş şekilde bulabilirsiniz. Sonuçta sistem öyle kurulmuştur ki sendika işçiyi patrona karşı savunmaz, patronun isteklerini işçiye dayatır. Bugün dayatılan sistem de adına ne denirse densin özünde Cumhurpatronluğu olarak adlandırılabilecek bir sistemdir. Millet iradesiyle başkanını seçtiğini zanneder ama sistem patronların iradesini tüm millete dayatmayı hedeflemektedir.
İşçi sınıfı istibdada dur diyecek
Bu yüzden Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehdidi en iyi anlayacak olan işçi sınıfıdır. Dün hangi partiye oy vermiş olursa olsun yarın istibdada dur diyecek olan da yine işçi sınıfı olacaktır.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ocak 2017 tarihli 87. sayısında yayınlanmıştır.