Fabrikalardan Haberler
Gerçek Gazetesi'nin her ay düzenli olarak yayınladığı "Fabrikalardan Haberler" köşesi Aralık ayında da Manisa'dan Antalya'ya, İstanbul'a kadar önemli işçi merkezlerinden haberlerle dolu.
Ekonomik krizin suçu sizin, yükü bizim değil!
Tuzla, Gebze ve Yalova bölgelerindeki tersanelerde istisnasız taşeron ve kuralsız çalışma düzeni hâkim. Siparişlerin azalmasıyla birlikte işsizlik de artmış durumda. İşsizlik, iş bulduğunda da taşeron çalışma, emekçilerin kölece çalışmasının ana gündemleri oluyor. AKP hükümeti ve patronlar ise tam tersi bir tablo çiziyorlardı. Öyle ki, işlerin çok iyi gittiğini, işsizliğin çok azaldığını söylüyorlar, iş cinayetlerinin kader olduğunu söylüyorlardı. Artık pembe tablolar çizmiyorlar. Bunun yerine gıda ve su krizinden, ekonomik darbe tehlikesinden bahsediyorlar. Dolar yükselmiş, borsa düşmüş, işsizlik artmış durumda. Doların artmasının ne anlamı var bilemeyiz. Bizim doların artışını azalışını takip edecek dolarımız yok. Ama bizim cüzdanımızdaki borsanın düştüğünü hissediyoruz. Eskiden bakanlar çıkarlar, ekonomi şöyle böyle diye şov yaparlardı. Şimdi şov da yapamıyorlar. Son aylarda emekçiler, ekonomik krizin etkilerini en azından işlerin eskisi gibi gitmediğini görüyorlar, hissediyorlar.
Büyük bir kriz geliyor, hükümet ve patronlar emekçilerin dikkatini somut olmayan gündemlere, ekonomik darbe gibi söylemlere çekmeye çalışıyorlar. Patronlar istiyor, AKP yönetiyor. 14 yıldır düzen böyle. Kimse tarihi değiştiremez. Ekonomiyi siz bu duruma getirdiniz, suçu kimseye atamazsınız. Suç sizin ama yük bizim değil. Krizin faturasını emekçiler ödemeyecek. Ödememek için birleşelim.
Gemak Tersanesi’nden bir işçi
Turizmde niçin hiç sorun bitmiyor
Turizmde sorunların bitmemesinin birçok sebebi var. Bunların başında patronların doyumsuz olmaları geliyor. Bu seneki krizde devlet turizm patronlarına müthiş destekler verdi. Vergi affı, kredi desteği, İşkur aracılığıyla giren işçilerin maaşlarını devletin ödemesi... Bu işçilere de normal sigorta yerine sadece sağlık sigortası yapıldı. Normalde kanuna göre sağlıksız çalıştırmak yasak ve çok ağır cezaları var. Nasıl oluyor anlamıyorum, yasak olan bir şey devlet eliyle legalleştiriliyor. Bunu anlamak mümkün değil. Devlet bizim bilmediğimiz daha başka ne gibi destekler verdi bilmiyoruz. Bu kadar desteğe rağmen patronlar doyumsuz, kriz var, misafir yok zarar ediyoruz diyerek biz işçilere hak etmediğimiz muameleler yaptılar. Turizmin en yoğun olduğu Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında biz işçilere ücretsiz izin verdiler. Çalışan arkadaşlarımıza ise ücretsiz ve mecburi fazla mesai yaptırdılar. Oteli stajyer kampına çevirdiler. Biz turizm işçilerinin tek derdi var, o da evimize ekmek götürmek. Bu nedenle de bu kabul edilmez muamelelere katlanmak zorunda kaldık, ama yine de doyumsuz patronlarımızı memnun edemedik.
Turizmin diğer bir sorunu da kalifiye olmayan, yöneticilik özelliği gelişmemiş yöneticilerin genel müdürlerin, genel müdür yardımcılarının, operasyon müdürlerinin, F&B müdürlerinin, mutfak şeflerinin, housekeeping müdürlerinin, teknik müdürlerin, bahçe müdürlerinin ve diğer üst düzey yöneticilerin kendi koltuklarını sağlama almak için yanında çalışan biz emekçilerin haklarını doyumsuz patronlara karşı hiçbir şekilde savunmaması. Neden? Çünkü kendisi rahat, işi garanti, 12 ay maaş alacak. Ama unuttukları bir şey var, bir gün kendisini de kapı önüne koyacaklar ve de koyuyorlar.
Turizmdeki sorunları yukarıda sıraladım. Şimdi biz turizm işçileri ne yapmalıyız? Bizim birleşmekten başka şansımız yok, ne iş yaparsak yapalım turizmle uğraşıyorsak birleşerek hakkımızı beraberce aramalıyız. Diğer sektörlerde olduğu gibi sekiz saat çalışmak istiyorsak, başımızdaki şefin keyfine göre fazla mesai yapmak istemiyorsak, birleşmek zorundayız.
Peki bunu nasıl yapmalıyız? Facebook üzerinden bir grupta birleşiyoruz. TOİS (Turizm Otel İşçilerinin Sesi) bu sayfayı beğenerek ve sürekli takipte ve iletişimde kalarak birleşmek zorundayız. Biz turizm işçileri ne doyumsuz patronlara ne adı sendika olup görevi işvereni korumak olan sendikalara ne yalaka müdürlere ne şeflere güveniyoruz. Biz ancak bizim içimizden çıkan, bizim sesimize göre ritim alan TOİS’e, kendi gücümüze güvenebiliriz. Biz birleşmediğimiz sürece üzerimize binen çok olur ve biz hep ezilen kesim olmaktan kurtulamayız. Onun için bir an önce uykudan uyanıp harekete geçmemiz gerekiyor. Korkmadan, yılmadan hakkımızı hep birlikte aramalıyız. Yoksa bizim ne çalışma şartlarımız değişir, ne aldığımız ücret değişir, ne de gördüğümüz insanlık dışı muameleler son bulur. Unutmayalım, doyumsuz patronların milyon dolarlık otelleri biz olmasak beton yığınından başka bir şey değil. Onun için yaptığımız işin değerini bilip kendimize olan saygımızdan dolayı birleşmek zorundayız.
2016’da umduğunu bulamayan biz turizm işçileri 2017 sezonunda da birleşmezsek eğer, yine umduğumuzu bulamayacağız.
Antalya Kundu’dan bir turizm işçisi
Sezon bitti iş bitti
Merhaba, ben Xanadu Resort Belek’te çalıştım. İşe girerken gayet iyi bir şekilde girdim. Tam 4 ay çalıştım, bayram tatillerinde ben de çift mesai yaptım ve bunun karşılığında hiç para ya da ileriye dönük ücretli izin alamadım. İşe girerken iş sözleşmesi imzaladım ve çıkarken iş sözleşmesinin üzerinde oyun yapıp ihbar tazminatını da vermediler. İş sözleşmesi tipi “mevsimlik iş sözleşmesi” idi. Otelde şefler ve müdürler “eğer mesaiye kalırsanız kadrolu olacaksınız” deyip bir sürü işçiyi kandırıp mesaiye bıraktılar ve herhangi mesai şifti yazmadılar. Sonuç olarak mesaiye kalan işçilerin hepsi işten çıkarıldı. Hiç kimsenin hakkı verilmedi. İş yoğunken bizi köle gibi çalıştıranlar, sezon sonu bizi kapı dışarı ettiler. Bu durum yıllardır böyle devam ediyor ama biz turizm işçileri artık yapılan sömürüye karşı birlikte mücadele etmek gerektiğini kavradık. Böyle gelmiş doğrudur ama böyle gitmeyecek!
Antalya Belek Xanadu Resort otelde çalışmış bir işçi
Sadece kendi fabrikamızda değil diğer fabrikalarla da birlik olmaya çalışıyoruz
Telateks fabrikasından bir işçi olarak gazetenin Eylül sayısına yazmıştım. DİSK’te örgütlü bir işyeri olmasına rağmen uygulanan mobingden, 6 ay asgari ücrete çalıştırılıp, kadroya geçemeden işten atılmaktan, yağmurda, soğukta istirahat edebilecek kamelyaların dahi üstü kapanmadığından bahsetmiştim. Eylülün son haftasında temsilcilerle bir araya gelerek bir komite oluşturduk. Sendikanın gücünü işçilerden, patronun gücünün de üretimden geldiğini konuştuk. Bu işte bir terslik vardı. İki tarafın da güç kaynağı bizken, biz neden baskı görerek düşük ücretlerle çalışalım? Önce birbirimize fikirlerimizi anlatıp, koşulsuz güvenmemiz gerektiğini konuştuk. Yapılması acil görülen işleri sıraladık. İlk olarak 6 aylık sözleşme dönemini 2 aya düşürmeleri gerektiğini sendika başkanları yoluyla fabrika yönetimine ilettik. Kabul edilir edilmez kamelya sorununu komitemizi toplayıp yönetimle görüşmekle çözdük. Az da olsa mobing devam ediyor. Sonuçta işverenle psikolojik bir mücadele bu. Eğer birlik beraberliğimizi ciddiye almazlarsa, mobing uygulayan yöneticiye dava açma kararı aldık. Acil işlerimizi halleder halletmez işçi kardeşlerimize yaşanabilir ücretler, huzurlu çalışma ortamı ve birbirimize sahip çıkarak iş güvencemizi oluşturursak hayatımızın daha iyi olacağını küçük toplantılarla aktardık. Bütün arkadaşlarımızdan mücadele sözü aldık. Fabrikada çalışmalarımız sürekli devam edecek. Fakat bunun da yetersiz olacağını düşünerek Manisa’da işçilerin genel olarak kötü şartlarda çalıştığını görerek bunun çözümünü de işçilerin bir araya gelebilmesinde bulduk. Manisa’da mücadele eden bütün fabrika işçileri ile iletişime geçiyoruz. Sadece kendi fabrikamızda değil diğer fabrikalarla bir birlik kurmak istiyoruz. Çünkü işçiler birlik olursa koşullarımızın daha iyi olacağını ve kazanacağımızı biliyoruz. İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!
Manisa Telateks’ten bir işçi
Kapitalizmin ve patronların kafasına vura vura hakkımızı almalıyız ve aramalıyız
Sözlerime başlamadan önce devrimci mücadelemiz için canı pahasına sınıfın içinde, halkın içinde, gözünü kırpmadan mücadele eden tüm dostlarımı ve yoldaşlarımı tüm yüreğimle, tüm içtenliğimle selamlıyorum ve bu uğurda hayatını kaybeden tüm yoldaşlarımı saygıyla anıyorum. Dostlar ben Manisa OSB Sertur Plastik fabrikasında çalışmaktayım. 23 yaşında genç bir işçiyim. 14 yaşımdan bu yana işçi sınıfıyla iç içeyim ve onurlu bir şekilde korkmadan yılmadan bir adım bile geri adım atmadan mücadelemi devam ettirmekteyim ve bunun için de gurur duyuyorum. Evet dostlar Manisa OSB gerçekten işçi sınıfının yığın olduğu bir yer. Evet ben bekâr olabilirim. Asgari ücretle geçinebilirim ama diğer işçi arkadaşlarımız evli ve çocuk sahibi insanlar ve bu ücretlerle geçinmeleri gerçekten çok zor ve imkânsız. Kapitalizm evli arkadaşlarımızın çocuklarına ayıracağı zamanını da işçi arkadaşlarımızı fazla mesaiye gelmek zorunda bırakarak onlardan çalıyor ve biz işçiler artık buna bir dur demeliyiz. Kapitalizmin ve patronların kafasına vura vura hakkımızı almalıyız ve aramalıyız. Aklımızdaki ya işten atılırsam korkusunu yenmeliyiz ve bunun sonunda kazanacağımıza inanmalıyız. Eğer biz işçiler olarak birlikte olursak, tek yumruk olursak gerçekten bilgili, mücadeleci korkusuz bir sınıf olduğumuzu patronlara yani kapitalizmin ta kendisi olan fabrika ağalarına gösterirsek bunu başarabiliriz. Ve şimdi gururla ve onurla söylediğimiz sloganımızı tekrar tekrar haykırarak söylüyorum: Manisa işçisi köle değildir!
Manisa Sertur Plastik’ten bir işçi
Bir saatlik iş bırakma ile hakkımızı aldık!
Merhaba arkadaşlar, ben İstanbul’da bir inşaat şantiyesinde çalışan bir işçiyim. Çalıştığım şantiyede benim gibi kadrolu işçilerin yanında taşeron ve göçmen işçiler de çalışmaktadır. Maaşımızın her ay aynı tarihte verilmesi gerekmesine rağmen içeride on beş gün para bırakmak için maaş ödemesi gerçekleştirilmedi. Aynı gün içerisinde işçi arkadaşlarımızla kararlaştırarak iş bırakma eylemi gerçekleştirdik. Eylemimizin başlama süresinden bir saat geçtikten sonra maaş ödemelerimiz gerçekleşti. Bu gerçekleştirdiğimiz eylemden sonra tekrar anladık ki işçi sınıfının gücü birliğinden gelir!
İstanbul’dan bir şantiye işçisi
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2016 tarihli 86. sayısında yayınlanmıştır.