DİP I. Olağanüstü Kongre Belgeleri (2): Bildirge: Kürtlerin esaretten kurtulma mücadelesi, Kürdistan ölçeğinde sınıf mücadeleleriyle birleştirilmelidir!

Devrimci İşçi Partisi (DİP) Şubat sonunda bir Olağanüstü Kongre toplayarak artık somut, elle tutulur bir tehlike hâline gelmiş olan Üçüncü Dünya Savaşı’na karşı benimsenmesi gereken politik tutumu tartışmıştır. Kongre dünyada ve Türkiye’de durumu analiz eden karar metinlerinin dışında, dünya işçi sınıfı ve emekçilerine ve tüm ezilenlere yönelik bir Çağrı yayınlamıştır. Ayrıca, Üçüncü Dünya Savaşı’nın bugünkü ana yatağı olan Ortadoğu’da ve Suriye’de yaşanan savaşın ayrılmaz bir parçası hâline gelen Kürt özgürlük mücadelesi karşısındaki tutuma ilişkin bir başka bildirge daha kabul etmiştir. Aşağıdaki metin, DİP’in Olağanüstü Kongresi’nde kabul etmiş olduğu bu Kürdistan bildirgesidir.

 

Ortadoğu’da yaşanan büyük çalkantı, kendini Kürdistan’ın dört parçasında da vahim gelişmelerle ifade ediyor. Türkiye Kürdistanı Temmuz 2015 sonundan beri Suriyeleşmiş durumda. Koskoca kentler ve kasabalar ve bazen bir kentin belirli ilçeleri (Diyarbakır’ın Sur ilçesi en ileri örnektir) aynen Suriye kentleri gibi harabeye dönmüş bulunuyor. 3 aylık bebekten 80 yaşındaki dedeye siviller, aynen Suriye’nin savaş alanlarındaki gibi, AKP hükümetinin güvenlik güçlerinin sınır tanımaz şiddetinin hedefi haline gelmiş bulunuyor.

Suriye Kürdistanı’nda ise, artık üç buçuk yıla yaklaşan bir süredir üç kanton temelinde kendi kendini yönetmekte olan Rojava da AKP Türkiyesi’nin hedefi haline geldi. 2014 sonbaharında Kobani’yi (Kobanê) DAİŞ’in saldırısına karşı savunmaya başladığından bu yana Rojava’nın öz savunma gücü YPG, tekfircilere karşı en kahramanca mücadeleyi veren güç oldu. Ama AKP hükümeti Türkiye’nin Kürt hareketine karşı yeniden savaş açmışken Suriye’de Kürtlerin özerk bir statüye sahip olmasına da tahammül edemiyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Suriye içine, YPG’nin üzerine yollama tehdidi koskoca bir dünya savaşını bile gündeme getiriyor.

Bütün bunların arkasında Türkiye burjuvazisinin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarındaki zengin petrol kaynaklarına göz koyması ve Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün Sünni dünyasının “Reis”i olma planları yatmaktadır. 2003 Irak savaşının ertesinde federal bir Irak kurulduğunda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni içine sindiremeyen Türkiye, 2011’de bu ülkeden askerini çekmek zorunda kalan ABD’nin Mesud Barzani yönetimindeki bu bölgeyi Türkiye’nin himayesine terk etmesiyle politikasını bütünüyle değiştirmiştir. Barzani yönetimi, Türkiye’nin bölgedeki Truva atı haline gelmiştir. AKP yönetimi ile Barzani karşılıklı bir alışveriş ilişkisi içinde adım adım Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarını ekonomik olarak Türkiye ile bütünleştiriyor, Irak petrolünün hatırı sayılır bir bölümünü oluşturan Kürt bölgesi petrolünü de merkezi Irak hükümetinden koparıyor.  Bu durumda Barzani’nin son zamanlarda sık sık dile getirmeye başladığı bağımsız Kürt devleti bile, aslında pratikte güney Kürdistan’ın Irak’tan koparak Türkiye’nin bir protektorası (himayesi altında bir yarı-sömürgesi) hâline gelmesinden başka bir anlam taşımayacaktır.

AKP yönetiminin bu iddialı atağı, karşısında Türkiye Kürtlerinin artık tarihi 30 yılı aşmış olan mücadelesini bir engel olarak buluyor. Türkiye’deki Kürt mücadelesi, AKP yönetiminin hem Irak Kürdistanı üzerindeki emellerinin, hem de Ortadoğu’da hâkimiyet planlarının önünde bir engel olarak görülüyor. Bu hareketin tasfiyesi AKP yönetiminin başlıca amaçlarından biridir. 2009’da ve sonra 2013-2015 arasında bu tasfiyeyi gerçekleştirebilmek amacıyla, hareketin tarihsel önderi Abdullah Öcalan’ın ABD tarafından yakalanarak Türkiye’ye teslim edildiği 1999’dan beri İmralı Cezaevi’nde bulunmasını da bir koz olarak kullanma yoluyla, barış arayışı görünümü altında müzakere yöntemi benimsendi. 2014 Ağustos ayında cumhurbaşkanlığına seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın umudu, hem Kürt hareketini evcilleştirmek ve Ortadoğu politikasının önünde bir engel olmaktan çıkarmak, hem de onun desteğiyle başkanlık sistemine geçmekti. 2013’te yaşanan Gezi isyanı ile büyük bir darbe yemiş olan başkanlık sistemi özlemi böylece yeniden canlandırılacaktı.

Bu plan ilk darbeyi 2014 Ekim ayında milyonların sokağa çıktığı Kobani serhildanında yedi. Ardından 7 Haziran 2015 seçimleri planın çökmesine yol açtı. “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla seçime giren HDP’nin oylarını yüzde 13’e yükseltmesi, AKP’nin 2002’den bu yana ilk kez mecliste çoğunluğu yitirmesine yol açtı. Recep Tayyip Erdoğan buna karşı savaş kartını oynadı. Amaç, savaşı kızıştırarak Türkiye’de şovenizmi yükseltmek, MHP’nin bazı bileşenlerini ve daha önemlisi tabanını AKP’ye çekmek ve böylece başkanlığa giden yolu kan akıtarak açmaktı. DAİŞ’in 6 Haziran Diyarbakır, 20 Temmuz Suruç ve en önemlisi 10 Ekim Ankara bomba eylemleriyle katkıda bulunduğu bu strateji istenen amaca ulaştı, AKP 1 Kasım hayalet seçimlerini kazandı. Gerek HDP, gerek burjuva muhalefeti iki seçim arasında elini kolunu bağlayarak bu zaferi AKP’ye hediye etmiş oldu.

Erdoğan’ın müzakere masasını devirmesi karşısında Kürt halkı özyönetim ilan etti ve saldırılara karşı öz savunmaya geçti. Son aylarda Kürt kentlerini olağanüstü zalim yöntemlerle kana bulayan, yıkıma mahkûm eden, devletin özyönetim talebini ezme çabasıdır. Bu, aynı zamanda, gelecekte bir Ortadoğu savaşı patlak verince uygulanacak bir Sri Lanka çözümünün kostümlü provasıdır.

Bugün genel Ortadoğu savaşı içinde, dört ülkeye yayılmış Kürt topraklarında iki ayrı eğilim birbiriyle mücadele halindedir: bir yanda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi başkanı olarak süresi dolmuş, meşruiyeti her gün daha fazla sarsılan, ama emperyalizmin mutemet adamı ve Türkiye’nin müttefiki Barzani; öte yanda, Türkiye’nin 30 yıllık bir mücadelede oluşmuş, gerilladan parlamenter partiye kadar uzanan, diasporada da örgütlenmiş çok yönlü Kürt hareketi ile Rojava’daki, tarihsel olarak bu hareketle ilişkili iktidar sistemi. Türkiye devleti hem Türkiye hem de Suriye Kürtleriyle kavgalı iken, ABD DAİŞ’e karşı Rojava güçleriyle işbirliği yapmakta ısrarlıdır. Bu, kendi içinde emperyalizmin hegemonyasındaki kampta bir çatlak olarak önemli olsa da, aslında taktik bir ayrılıktır. Stratejik gerçeklik şudur: ABD Rojava’yı Türkiye’nin Kürt hareketinden koparmayı hedeflemektedir. Bu amaçla Barzani üç kez Rojava’yı evcilleştirme misyonu ile görevlendirilmiş, ama her defasında başarısızlıkla karşılaşmıştır. Şimdi ABD, PYD ve YPG ile bu pazarlığı doğrudan yapmaktadır.

Ortadoğu savaşı demek ki aynı zamanda Kürdistan içinde bir sınıf mücadelesine sahne oluyor. Kürdistan burjuvazisinin en gelişkin kanadı olan Türkiye’deki Kürt burjuvazisi, HDP içinde de bazı köprübaşlarına sahip olmakla birlikte esas ağırlığını Erdoğan-Barzani mihverine veriyor: Amacı Güney Kürdistan’ın zenginliklerinden pay almak, bu olanakların sadece Türk burjuvazisi tarafından kullanılmasına son vermektir. Emperyalizm stratejik bir anlamda Erdoğan-Barzani-Kürt burjuvazisi cephesinin arkasındadır. Kürtler arasında en yakın müttefiki Barzani’dir, bütün çabası onun çizgisini Kürdistan’ın bütününde, öncelikle de Rojava’da hâkim kılmaktır. Bunun karşısında, Türkiye’nin Kürt hareketinin ve Rojava’nın oluşturduğu bileşik hareket açık biçimde sınıf mücadelesine yaslanan bir politika gütmemekle hata ediyor. Kürtlerin en önemli müttefiki Ortadoğu’nun, en başta da Türkiye’nin (yarın da İran’ın) proletaryası olacaktır. Buna rağmen, Türkiye’de ve Suriye’de hareket daha emekçi bir karaktere sahiptir. Bütün mesele bu nesnel gerçeği işçi-emekçi temelde bir öznel politika ile taçlandırmaktır.

Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı, aynen Filistinlilerinki gibi, Ortadoğu’nun geleceğinde büyük rol oynayacak bir haktır. İster demokratik özerklik, ister öz yönetim, ister konfederalizm, ister Ortadoğu Sosyalist Federasyonu içinde bağımsız bir Kürdistan, Kürtlerin iradesine bütün Ortadoğu halklarının saygı göstermesi gerekir. Bu hakka karşı savaşan herkes haksız bir savaş vermekte demektir.

Kürtlerin başları dik, özgürce yaşamalarının yolu, emperyalizmden ve Türkiye’nin Ortadoğu üzerinde hâkimiyet planlarından uzak durmaktan geçiyor. Genel Ortadoğu politikası, Suudi-Katar-AKP Türkiyesi üçlüsünün ABD’den, Türkiye’nin de NATO’dan kopmasına kadar gidecek bir büyük fay hattının yarılmasına yol açmadıkça, ABD son tahlilde NATO müttefiki Türkiye’nin yanında yer alacaktır. Bütün umutlarını ABD ile stratejik olduğunu vehmettiği bir ittifaka bağlayacak olan Kürt hareketini düş kırıklığından başka hiçbir şey bekliyor olamaz. Aynı şekilde, “tarihi Türk-Kürt ittifakı” söylemi çerçevesinde Erdoğan’ın “reis” olarak Ortadoğu Sünni dünyasının önüne düşeceği bir yayılma projesine omuz vermek de Kürt gençlerinin kendi halkının özgürlüğü yerine Türkiye burjuvazisinin kirli emellerine hizmet ederken çöllerde, yanı başında Türk işçi ve köylü gençleriyle birlikte toprağa düşmesi anlamına gelecektir.

Kürtlerin özgürleşmesinin anahtarı gericilik, kapitalizm ve emperyalizmle değil, Ortadoğu’nun sömürülen sınıflarıyla ve ezilen halklarıyla el ele tutuşmasındadır!

 

Devrimci İşçi Partisi

Şubat 2016