DİP bildirisi: Özyönetime evet! AB tipi özerkliğe hayır! Merkezi planlama! Ortadoğu Sosyalist Federasyonu!

Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde özyönetime/demokratik özerkliğe destek!

Avrupa Birliği tipi bir ekonomik model olarak özerkliğe hayır!

İşçi ve emekçiden yana bir düzen için merkezi planlama!

Tüm bölge halklarının ortak kurtuluşu için Ortadoğu Sosyalist Federasyonu!

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Kürt halkının çeşitli kurumlarını bir araya getirerek “Özyönetimlerle İlgili Siyasi Çözüm Deklarasyonu” başlığını taşıyan bir bildirge yayınladı. Amaç bugün Türkiye’nin Kürt bölgesindeki kentleri ve kasabaları saran şiddet ve katliam dalgasına siyasi alanda bir çözüm önerisi getirmekti. DTK’nın bu girişimi, genel olarak bakıldığında 26 Temmuz’da Tayyip Erdoğan bloku ve AKP savaşı yeniden tırmandırmaya başlayalı beri, Kürt hareketinin izlediği çizgiye göre daha ileridir. Bugüne kadar yerellerde “özyönetim” ilan edilirken merkezi kurumlar (HDP, HDK, DTK ve bir ölçüde DBP) sadece barışa dönüş çağrıları yapmakla yetiniyordu. Devrimci İşçi Partisi (DİP) biraz da kendini bu pasifist yaklaşımdan ayırmak için vurgulu biçimde şu şiarı öne sürdü ve bunda ısrar ediyor: “Barış istemek yetmez! AKP’yi yenmeden, bu savaş bitmez!” Şimdi Kürt hareketi kolektif olarak bu basit pasifist yaklaşımın ötesine geçiyor ve bir siyasi tutumu öne sürüyor; bunu barışın hem kanalı, hem de hedefi haline getiriyor.

Statü, özyönetim, özsavunma

Bu siyasi tutum üç ekseni ve bir tanımlama işlemini kapsıyor. Her şeyden önce statü kavramı geliyor. Bu kavram hemen metnin giriş bölümünde öne sürülüyor: “Demokrasi ve özgürlük talepleri özünde siyasi statü talepleridir.” Bu şekilde  dört parçalı Kürt sorunu Türkiye’deki parça açısından da bir siyasi birim sorunu olarak gündeme getiriliyor.

Metnin ikinci ekseni 26 Temmuz sonrası dönemde çeşitli yerel yönetimler ve benzeri güçler tarafından ilan edilen özyönetim yaklaşımının Kürt hareketi tarafından merkezi ve bütünsel olarak benimsenmesidir.

Üçüncü eksen ise özsavunmaya sahip çıkılmasıdır: Bildirge, “…savaş ve şiddet politikalarına karşı bireyin ve toplumun kendi özsavunmasını almasının meşruluğunu…” karar altına alıyor. Kürt hareketinin çevresine üşüşmüş liberallerin, hatta Kürt hareketi içindeki AKP sevdalısı çizginin “hendek” edebiyatı ile özsavunma çabasını sürekli aşağılamaya çalıştığı hatırlandığında, bu pozisyonun ilericiliği tartışılmaz biçimde ortadadır.

Bildirgede yeni olan nedir?

DTK bildirgesinde yeni olan “özyönetim” konusundaki kararlı tutum değildir. Metinde “özyönetim” ve “demokratik özerklik” kavramları geçişli olarak aynı anlamda kullanılıyor. DTK “demokratik özerklik” ilanını yapalı dört buçuk yıl oluyor! Hatırlanacağı gibi, 14 Temmuz 2011’de toplanan DTK “demokratik özerkliği” ilan etmişti. DİP  “demokratik özerklik” ilanını derhal selamlamış, işçi sınıfının demokratik özerkliği savunması gerektiğini açıklamıştı (http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/isci-sinifi-demokratik-ozerkligi-desteklemeli).

Öyleyse, “Özyönetimlerle İlgili Siyasi Çözüm Deklarasyonu”nda yeni olan özyönetim ya da demokratik özerkliğin savunulması değildir. Yenilik başka noktalardadır. Birincisi, bunun bir statü olarak ele alınmasıdır. İkincisi, özsavunmanın özyönetimle ilişkilendirilmesi ve ona sahip çıkılmasıdır. Üçüncüsü, ilanından dört buçuk yıl sonra demokratik özerkliğin ya da şimdi daha çok kullanılan adıyla özyönetimin somutlaştırılmasıdır. Metin, 14 maddelik bir liste çerçevesinde “özyönetim” kavramının içeriğinin ne olması gerektiğini ayrıntılı biçimde ortaya koyuyor. Burada bölgelerin oluşumu, nasıl yönetileceği, merkezi idare ile ilişkisi, kendi iç ilişkileri, hangi toplumsal kesimler üzerinde yükseleceği, merkezi hükümet ile özyönetimler arasında görev ve yetki bölüşümü, gelir kaynakları, güvenlik bakımından yetkiler gibi çok önemli ve hassas konularda genel olarak Türkiye kamuoyu ile ciddi bir tartışma başlatma çabası var.

Bildirgede esas olarak tartışılması gereken bu. AKP ve MHP yanlılarının, hatta CHP’nin DTK’nın “özyönetim” bildirgesini vahim bir şey açıklanmış, bölücülük savunulmuş gibi karşılamaları olsa olsa ne kadar ciddiyetsiz olduklarını gösterir. Hareket, yukarıda da belirttiğimiz gibi, 14 Temmuz 2011’de, hatta ondan da önce daha geniş bir topluluk olarak Aralık 2010’da “demokratik özerklik” planını halka açıklamıştı (http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/kurt-halki-projesini-acikladi-saygi-duyalim-tartisalim). Bunu duymamayı nasıl başardınız? Duyduysanız neden şimdi “skandal” diye bağırıyorsunuz ama o günden sonra kaç yıl boyunca Kürt hareketi ile iş yapabildiniz? İkiyüzlülük!

Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı

DİP bütün ezilen halklarla birlikte Kürt halkının da kendi kaderini tayin hakkını tanıyor ve savunuyor. Yukarıda da belirttik, 2011’de “demokratik özerklik” ilan edildiğinde partimiz derhal ve ikirciksiz tanıdı bu iradeyi. Ama o zaman da söyledik, şimdi de tekrarlıyoruz: demokratik özerklik veya özyönetim, ancak ezilen bir halkın statüye kavuşması yolunda bir talep olarak anlamlıdır. Türkiye’nin her köşesinde birtakım bölgeler yaratarak çeşitli kamu hizmetleri konusundaki görev ve yetkileri merkezden alıp buralara taşımak hem bölgeler arası eşitsizlikleri arttırır hem de özelleştirmeyi teşvik eder. Biz demokratik özerk bölgelerin sadece Türkiye’nin Kürtlerinin kendilerine ait bir statüsü olması bakımından anlamlı olduğunda ısrarlıyız. Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını her zaman savunduk. Ancak bugün öne sürülen demokratik özerklik programında olduğu gibi, Kürt halkının ötesinde tüm Türkiye'yi kapsayan bir program ortaya konulduğunda Türkiye’nin işçileri ve emekçileri açısından neyin lehte, neyin aleyhte olduğunun kararını, sınıf örgütlerinin vermesine saygı duymaları gerektiğini hatırlatmak zorundayız..

Sosyal sınıf gerçeği yine yadsınıyor

Kürt hareketi geçmişten beri olduğu gibi bu bildirgede de toplumun sınıflara ayrıştığını, bu sınıfların bazılarının diğerlerini sömürerek yaşadıklarını, ötekilerin ise, Kürtler dâhil olmak üzere, ezildiğini, işsizlik ve yoksullukla boğuştuğunu, yer yer sefalet içinde yaşadığını bütünüyle görmezlikten geliyor. Özyönetimin içeriğini anlatan 14 madde boyunca kadınların, gençlerin, farklı etnisite ve inançların hakları savunuluyor, bunların bir bölümünün kendi özyönetim organlarına sahip olması gerektiği belirtiliyor. Ama “işçi”, “emekçi”, “sınıf” kelimeleri koskoca metinde bir kez bile geçmiyor! Bir ülkenin siyasi yapısı sınıflardan koparılarak ele alındığında bu, var olan sınıf hâkimiyetinin onaylanması anlamına gelir. Ya işçi sınıfından yanasınızdır, ya da burjuvazinin! Kürt hareketi bu konuda kendini yeniden ve yeniden sorgulamalıdır.

Avrupa’yı kurtarıcı olarak görmekten vazgeçmek gerek

Kürt hareketi özyönetim talebini Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Şartı’na bağlıyor. Türkiye’nin bu Şart’a koyduğu şerhin kaldırılmasını talep ediyor. Oysa bu uluslararası metin, genel bir insan hakları ya da halkların kendi kaderini tayin hakkı belgesi değildir, Avrupa kapitalizminin kıta çapında birleşmesi sürecinin ihtiyaçlarına çözüm olarak düşünülmüş bir anlaşmadır. Kürt halkının bir statü kazanması için gerçek bir çözüm olarak görülemez. Daha önemlisi, bu taleple Kürt hareketi kendi geleceğini kapitalist Avrupa Birliği’nin himmetine bağlamaktadır. Oysa emperyalist Avrupa bıçak kemiğe dayandığında NATO üyesi Türkiye devletinin çıkarlarını kendi çıkarlarıyla özdeşleştirecektir. Kürt hareketi kurtuluşun Avrupa Birliği denen emperyalist odaktan geleceğine dair bütün yanılsamalarını terk etmelidir.

Bugün anayasa demek Erdoğan sevdalılarına taviz vermek demektir

2011 seçimlerinden sonra sözde demokratik muhalefetin bütün unsurları ile birlikte Kürt hareketinin temsilcileri de “sivil, demokratik bir anayasa” şiarına sarıldılar. Biz, Kürtlerin kurtuluşunun bütün bir anayasa çalışmasına bağlı olmadığını, işçi sınıfı ve diğer ezilen sınıf ve katmanların da bu güç dengeleri altında anayasa çalışmasından ancak zararlı çıkabileceğini vurguladık; anayasa tartışmasının Erdoğan’ın başkanlığına kapı açmaktan başka bir anlam taşımayacağını ifade ettik. Gezi ile başlayan halk isyanı Erdoğan’ın başkanlık hevesini kursağına tıktı. 7 Haziran Erdoğan’ın bu yenilgisini perçinledi.

Ama şimdi 1 Kasım hayalet seçimlerinden kanırta kanırta silah zoruyla sandıkta kendine bir çoğunluk çıkarınca Erdoğan bloku ve AKP başkanlığı yeniden gündeme getirmeye cesaret ediyor. Bugün, meclis aritmetiği de, güçler dengesi de Erdoğan’ın başkanlığı olmazsa yeni anayasa da olamayacağı anlamına geliyor. Öyleyse, DTK’nın yeniden anayasayı gündeme getirmesi, Bildirge’nin sonuç bölümünde “…demokrasiyi ve özgürlükleri güvence altına alacak demokratik bir anayasa yapılması zorunludur” demesi, yeniden Erdoğan bloku ile pazarlığa kapı açmak demektir. Bunu reddediyoruz. Kürt hareketi içindeki Erdoğan sevdalılarına verilen bu taviz mutlaka geri alınmalıdır.

Kürt halkı ancak özgür bir Ortadoğu’da kurtulacaktır

Diğer parçalardaki kardeşleriyle ortak biçimde kaderini tayin etmek ve kendi seçtiği statü altında yaşamak ezilen Kürt halkının hakkıdır. DİP bu hakkı sonuna kadar tanır. Ama bir hakkın tanınması başkadır, onun gerçekleşmesi için gerekli koşullar hakkında değerlendirme başka. DİP, Kürt halkının kurtuluşunun ancak Irak Kürdistanı’nın petrollerine göz dikmiş, o bölgeyi de sömürgeleştirmek için çalışan, bütün Ortadoğu’da hâkimiyet kurmak için mücadele eden Türkiye burjuvazisinin siyasi ve toplumsal üstünlüğüne son verildiği koşullarda gerçekleşebileceğini vurgular. DİP, burjuvazinin alaşağı edilmesinin ancak işçi sınıfının önderliğinde bir ezilen sınıf ve güçler ittifakınca sağlanabileceğini ve bunun zorunlu olarak bir işçi sınıfı iktidarı ve merkezi planlamaya dayanan bir ekonominin yaratılmasıyla sonuçlanacağını hatırlatır. DİP, böyle bir siyasi atılımın Kürt halkının kurtuluş mücadelesiyle ittifak içinde Kürt hareketinin tarihi programının da içerdiği bir Sosyalist Ortadoğu Federasyonu’na doğru yürüyüşün merkezi güçlerinden biri olacağının altını çizer.

Kurtuluşumuz birlikte olacaktır. İş ki emperyalizmden ve kapitalizmden kopalım.

 

Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi

3 Ocak 2015