İHD raporunun gör dediği
İnsan Hakları Derneği (İHD), artık gelenekselleşmiş bir doğrultuda her yıl yaptığı gibi, 2015 yılında insan hakları ihlalleri konusundaki bilançosunu 10 Aralık İnsan Hakları Günü vesilesiyle açıkladı. Raporun en dikkat çeken yönü, İHD’nin bu yıl içinde insan hakkı ihlali olarak görülebilecek olaylarda 2.573 kişinin hayatını yitirmiş olduğu yolundaki saptaması.
İlk elde insan hakkı ihlalinden bu kadar çok kişinin hayatını yitirdiği iddiası insan haklarını kıskançlıkla savunan insanlarda bile bir şaşkınlık yaratacaktır. AKP iktidarı her ne kadar ülkeyi her geçen gün daha fazla 12 Eylül dönemine benzer uygulamalarla boğuyorsa da, 12 Eylül rejiminin devamı olan 1980’li yılların ikinci yarısında ya da 1993 konseptinin uygulandığı 1990’lı yıllarda dahi muhtemelen İHD insan hakkı ihlallerine bağlı yıllık ölüm sayısını hiçbir zaman bu kadar yüksek vermemiştir.
Bu ilginç durumu kavrayabilmek için toplam 2.500’ü aşkın ölümün nedenlerine ilişkin döküme baktığımızda konu aydınlanıyor. Meydanlardaki katliamlarda (Diyarbakır, Suruç, Ankara vb.) ölen sayısı 138 olarak verilmiş. Devletin elinde (gözaltı, cezaevleri, askerlik vb.) ve faili meçhullerde 89 kişi ölmüş. Kolluk güçlerinin yargısız infazının sonucu 173 ölüm var. Bunlar devletin hanesine doğrudan ya da ortak sorumluluk yoluyla yazılabilecek ölümler.
İkinci bir kategori çatışmalar olarak veriliyor. Burada, asker-polis-korucu, militan ve sivil olarak ayrıştırılan üç kategorideki ölümler toplam 523’e ulaşıyor. Bu kategori üzerinde ayrı bir tartışma açmak gerekir, bunu şimdilik bir kenara bırakıyoruz.
Şimdiye kadar ele alınan vakalarda bir ilk bilanço çıkaracak olursak ilk kategori (devlet) toplam 400 ölüm içeriyor, ikincisi (çatışmalar) 523. Toplam 923. Bunu İHD’nin verdiği toplama oranlarsak yüzde 33 çıkıyor. Yani İHD’nin insan hakları açısından önemli bulduğu ölümlerin sadece üçte biri! Hâlâ açıklanmamış 1.650 (2.573 – 923) vaka var. Bunlar nedir?
Görüyoruz ki burada toplumsal olarak ezilen grupların yaşadığı olaylar ele alınmış. Nefret saldırıları ve linç olayları, sığınmacı ve mülteci ölümleri ve en önemlisi kadın cinayetleri (255) toplanınca elde edilen toplam 275. Daha buradan bir ışık doğmaya başlıyor. Burada devletin topluma yaptığı bir şey değil, toplum içindeki farklı grupların birbirlerine yaptığı bir şey ele alınıyor. Yani insan haklarının genellikle ele alınış biçimi olan devletin bireylerin medeni ve siyasi haklarını ihlal etmesi bakış açısının ötesine geçilmiş. Bu çok önemli bir atılım. Burjuva düşüncesi insan haklarını bu alana sıkıştırmıştır hep. İHD bu yılki raporu ile bunun ötesine geçiyor. Doğru yapıyor elbette.
Ama hâlâ muamma büyük. Yukarıdaki 275’i de daha önceki 923’e ekleyecek olursak 1.195 rakamına ulaşıyoruz. 2.573 – 1.195 = 1378. Yani hâlâ toplamın yüzde 50’sinin altındayız. Bu ölüm sayısı nereden geliyor?
Tek başına iş cinayetlerinden! İHD 2015 yılı için 1 Aralık’a kadar iş cinayeti sayısını 1.593 olarak saptamış. Kolay hatırlamak için yuvarlayalım: 1.600. Diğer bütün kategorilerin toplamını da yuvarlayalım: 1.200. Tek başına iş cinayetleri bütün öteki kategorilerden kaynaklanan ölümlerin sayısını aşıyor! (Rakamlar tam tutmuyor, ama bunun önemi yok.)
Buradan bir de “çatışmalar” olarak anılmış olan ve bizce bu raporda yeri olmayan kategoriyi çıkaracak olursak iş cinayetlerinin dışındaki kategorilerin toplamı yaklaşık 900’e düşer. O zaman iş cinayetleri öteki bütün kategorilerdeki toplam ölümlerin tek başına neredeyse iki katı olarak belirir!
Bu ne gösteriyor? Bir, gaddar bir kapitalist toplumda yaşıyor olduğumuzu, artık değer açlığının, kâr hırsının işçinin hayatını hiçe sayacak derecede toplumun ana amacı haline gelmiş olduğunu. İki, sınıflı toplum gerçekliğinin, ister devletten kaynaklansın, ister toplumun kendi içindeki ilişkilerden bütün öteki ezme/ezilme biçimlerinin ötesinde daha büyük bir kitleyi ilgilendirdiğini. Üç, insan hakları konusundaki geleneksel “hukukçu” anlayışın toplumda yaşanan devasa sorunları kavramak bakımından bütünüyle yetersiz olduğunu.
Bugün iş cinayetlerini bütün toplum, yüreğinde dayanışma denen insanca duyguyu taşıyan bütün insanlar önemsiyorsa, bu esas olarak 2007’de Tuzla tersanelerinde yaşanan iş cinayetlerine karşı yapılan büyük eylemlerden ve 2014’te Soma ve Ermenek’te yaşanan korkunç kitlesel katliamların bıraktığı ağır etkiden dolayıdır. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin çalışmalarından dolayıdır. İnsan Hakları Derneği'nin bu sorunu ciddiye alması dolayısıyladır. Musibetten hayır çıkartmak geleceğe hazırlanmak, yeni canları korumak demektir. Hiç olmazsa.
İnsan Hakları Derneği, 1980’li yılların karanlık günlerinde kurulmuş, 1990’lı yılların “1000 operasyon” döneminde kahramanca mücadele etmiş, günümüze kadar nerede biri ezilse onun sesi olmaya çalışmış, hepimizin sahip çıkması gereken bir kuruluştur. Şu ya da bu konuda hata yapmış olabilir, önemi yoktur. Çok zor koşullarda çok önemli çalışmalar yapmıştır. Her şeyi ciddi yapmıştır. İnsan Hakları Derneği’ne sözümüz yok.
Ama Marksistler insan hakları perspektifinin yetersizliğini eleştirince anlamazdan gelenlere cevabı, bırakalım bu sefer tam da İnsan Hakları Derneği’nin hazırlamış olduğu istatistiklerin yadsınamaz dili versin!