Patronlar daha ne ister?
1 Kasım oylamasında AKP yeniden tek başına iktidar olunca, herkes asgari ücret vaadini konuşmaya başladı. Açlık sınırının altında çalışan, iş güvenliğinden yoksun, taşeron sistemi yüzünden güvencesizliğe mahkûm edilmiş işçilerin bunu tartışması, merak etmesi gayet normal. Patronlar durur mu? İşçileri, emekçileri bu sefalet koşullarına mecbur bırakan kendileri değilmiş gibi, asgari ücret 1300 lira olursa batarız, yanarız, tası tarağı toplar başka ülkelere gideriz diyerek, aynı tartışmaya hiç vakit kaybetmeden girdiler.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi de, temsil ettiği sınıfı hemen rahatlatmak için “Sanayiciye binen yükün bir kısmını hazine olarak karşılamayı, yükü hafifletme anlamında yaklaşımımız var. Böyle bir çalışma yapılıyor” demişti.
İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı, asgari ücret 1300 lira olursa tekstil sektörünün zorlanacağını, tekstil patronlarının fabrikalarını yurtdışına taşımak zorunda kalacaklarını söylemişti. Tekstil sektörü ki, sigortasız, güvencesiz çalışmanın, düşük ücretlerin, karşılıksız fazla mesailerin, merdiven altı atölyelerin, ücretsiz izin dayatmalarının, yani sömürünün en yoğun yaşandığı sektörlerden biri! Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, 2011 yılının Mayıs ayında, Tekstil Sanayicileri Derneği’nde yaptığı konuşmada, 2 milyon kişinin çalıştığı sektörde, sadece 350-400 bin işçinin sigortalı olduğunu belirttikten sonra “bunun farkındayız, biliyoruz ama katlanıyoruz” diyerek sömürüyü en tepeden onayladığını da hatırlatmak gerek.
Burjuvazinin farklı kanallardan öne sürdüğü aynı teraneleri kolaylıkla çürütebiliriz. Çok detaylı araştırmalara bile gerek yok aslında. Çünkü kendi siyasi temsilcilerinin verileri gerekli malzemeyi açık seçik ortaya koyuyor. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın 2015 yılı bütçe sunuş kitapçığı, tam da bu konuya dair veriler sunuyor. Buna göre Türkiye’deki şirketler, kâr oranları açısından, Avrupa ülkeleri arasında liderliği kimseye bırakmıyor. Küçük ölçekli işletmeler söz konusu olunca sadece Almanya ve Fransa’nın biraz gerisinde kalırken, orta ölçekli işletmelerde onları da geçiyor. Kâr oranları karşılaştırmasında en çarpıcı sonuçlar ise, büyük ölçekli şirketler konusunda ortaya çıkıyor. Sıkı durun: Türkiye’deki büyük ölçekli şirketlerin kârlılığı, Almanya ve Fransa gibi büyük sanayi ülkelerindeki büyük ölçekli şirketleri neredeyse ikiye katlıyor! Şimdi gelin de inanın bu zavallı (!) patronların hesaplarına ve onlara destek çıkan sermaye partisi AKP’ye!
Yukarıdaki tablo ortadayken, Türkiye’deki asgari ücret tutarını Avrupa ülkeleriyle karşılaştırdığımız zaman, veriler tersine dönüyor. Yani, Türkiye şirketlerin kâr oranlarına göre 1. kademenin lideri konumunda iken, asgari ücrette ancak 3. kademenin son sıralarında yer bulabiliyor kendine. Buradan hareketle, genelde patronların, özelde ise tekstil patronlarının derdi nedir?
Bu arada, patronların ve burjuva siyasetçilerin işçi sınıfından ne kadar korktuklarını G-20 zirvesinde bir kez daha gördük. Kallavi kapitalist Ali Koç, “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir” demişti. Erdoğan ise “Fakiri tahrik etmeyelim…” demek gereğini duydu. Yaklaşan ekonomik krizin işçi sınıfını büyük kitleler halinde ayağa kaldırabileceğini nasıl da iyi biliyorlar!
Türkiye, sadece altı ay önce, Mayıs’ta on binlerce metal işçisinin katıldığı fiili metal grevleri dalgasını yaşadı. İşçi sınıfı şimdilik durgun görünebilir. Dün daha iyi ücretler, sendikalaşma ve sendika seçme özgürlüğü için ayaklananlar, yarın atölyelerde, fabrikalarda, madenlerde, tersanelerde işçi denetimini tesis etmek için ayaklanacaklar! Bugün, fabrikasının taşınmasına tepki gösterenler, yarın o fabrikayı işgal etmesini de bilir! Bugün “eşit işe eşit ücret!” diye haykıranlar, yarın ücret sisteminin tamamen kaldırılması için mücadele etmesini de bilir! Patronlar, acele etmeyin: işçi sınıfı zincirlerini kıra kıra gelip de işçi devletini kurduğu zaman, zaten kaçacak delik arayacaksınız!