Sansür uzun, hayat kısa!
Yönetmenliğini Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’nun yaptığı Bakur (Kuzey) isimli belgesel film, 34. İstanbul Film Festivali kapsamında 12 Nisan’da yapılması planlanan ilk gösteriminden hemen önce, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün müdahalesi ve festivalin düzenleyicisi İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) da kabulüyle sansürlendi. Bahane ise, filmin kayıt tescil belgesi olmamasıydı.
En son Altın Portakal Film Festivali’nde de benzer bir durum yaşanmış, Reyan Tuvi’nin yönettiği “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” isimli belgesel, kimi karelerde yansıyan afişler, cumhurbaşkanına hakaret içeren sözler ve bazı küfürler gerekçesiyle sansürlenmişti. Reyan Tuvi, festival yönetiminin “sakıncalı” bulduğu kısımları çıkarmayı önce kabul etmiş, ama daha sonra değişiklikleri de yaptığı halde festival yönetiminin baskıcı tutumunu boykot ederek filmini çekmişti. Maalesef, o dönem, sinemacılardan fazlaca bir destek görmemişti.
Bakur (Kuzey) filminin yasaklanmasından sonra ise bambaşka bir süreç yaşandı. Yaklaşık 100 sinemacı, yazar, eleştirmen, çeşitli sinema dergileri, sinema kuruluşları ve dernekler bir araya gelerek, ortak bir metin yayınlayıp Bakanlığın ve İKSV’nin bu tutumunu protesto ettiler. Daha sonra, festivalde gösterilecek 22 filmin yönetmen ve yapımcıları filmlerini festivalden çektiklerini açıkladılar. Bununla da yetinmeyip, gösterim saatlerinde sinema salonlarına giderek, seyircilere durumu açıkladılar ve onların da desteğini kazandılar.
Festival yönetiminin konuya dair yaptığı ilk açıklama baskıyı ve sansürü onaylamak anlamına gelse de, Festival Direktörü Azize Tan ve Ulusal Jüri Başkanı Zeki Demirkubuz’un dün gerçekleştirdiği ikinci açıklamayla, Altın Lale Uluslararası Yarışması’nda yer alan film gösterimlerinin devam edeceği, ancak Ulusal ve Uluslararası Altın Lale ve Ulusal Belgesel Yarışmaları ile festivalin kapanış töreninin iptal edildiğini duyurmaları mücadele ve dayanışmanın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu. Her ne kadar bağımsız filmleri desteklemek gibi bir amacı olsa da birçok büyük şirketin desteğiyle gerçekleştirilen organizasyonda, hem piyasa koşullarına hem de devletin baskılarına karşı cesur bir tutum sergileyen festival yönetiminin tutumu takdire şayandı.
Bütün bunlardan sonra, Kültür Bakanlığı bir açıklama yayınlayarak yaptığı müdahaleyi savundu. Söz konusu açıklamada, festival yönetimine kayıt tescil belgesi ile ilgili uyarı metninin festival tarihinden çok önce gönderildiği, dolayısıyla iddia edildiği gibi bir sansür uygulamasının olmadığı, sorumluluğun İKSV’de olduğu vurgulanıyordu. Buraya kadar her şey normal. Ama yazının devamında gelen; “…haberlerde ‘PKK belgeseli’ nitelemesinin kullanılmasının işaret ettiği gibi ortada terör örgütü propagandasının söz konusu olması, hiçbir şekilde temel demokratik değerlerle ve düşünce özgürlüğünün evrensel kriterleriyle bağdaşmayan bir durumdur.” şeklindeki cümle, bakanlığın asıl niyetini ifşa etmektedir. Biz temel demokratik değerler ve düşünce özgürlüğünün evrensel kriterlerini savunuruz ama iş PKK’ye, yani Kürt halkına gelince değişir(!) Filmin gösterim saatinde, sinema salonuna kontrol amaçlı polis ekipleri gönderiririz ama sansürü sizden öğrenecek değiliz(!)
Olayların arka planına bakmakta fayda var. Festivale katılan ve kayıt tescil belgesi olmayan başka filmler sorunsuzca gösterilirken sadece Bakur (Kuzey) filmi sansürleniyor! Çünkü bu belgeselde yönetmenler, PKK gerillalarının dağdaki yaşamını anlatarak büyük bir suç işliyor(!) Ve ne tesadüftür ki, sansür kararı, TSK’nın Ağrı’nın Diyadin ilçesindeki bahar şenliklerine operasyon düzenlemesinden hemen bir gün sonra veriliyor!
Biz diyelim burjuva medyasında, siz anlayın penguen medyasında yayınlanmayan görüntüleri, gerek DİHA gerekse de İMC Tv gibi yayın kuruluşlarının yayınlaması sayesinde gerçekler açıklığa kavuştu. Ağrı’daki operasyonun ardından, bölgede bulunan HDP'liler, çatışma sırasında kendilerine de ateş açan yaralı Türk askerlerinin yardımına koşmuşlardı. Türk askerlerinin ölüme gönderilmesi ve Kürt halkının kanının dökülmesinin ardında, HDP'nin oylarının artması, Erdoğan'ın başkanlık koltuğunun tehlikeye girmesi ve AKP'nin oylarının düşmesi vardı.
Hipokrat’ın söylediği, yazının başlığına da konu olan özdeyişin aslı şöyledir:
“Sanat uzun, hayat kısa, fırsat kaçıcı, deneyim tehlikeli, karar zor.”
Altın Portakal’da fırsatı kaçıran sinemacılar ve aydınlar bu defa deneyimin tehlikelerinden yılmadılar. Zor da olsa doğru kararı verip mücadele ve dayanışmayla kazandılar. Film gösterimleri için bilet alan seyirciler de dahil toplumun büyük kesiminin de desteğiyle önemli bir fırsatı değerlendirdiler. Aynen Kürt halkının kendi acı deneyimlerinden yararlanarak Ağrı’daki hükümet provokasyonuna karşı dayanışma ile mücadele ettiği gibi.
AKP'nin ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel baskıları şiddetini artırırken böyle mücadele ve dayanışma örnekleri çok kıymetlidir. Kültür-sanat etkinliklerinin AKP'ye biat etmeden de yapılabileceğini, gösteri mutlaka devam etmeli safsatalarına düşmeden kitlelere ulaşılabileceğini göstermiştir. Sanat, sponsorlardan ve sermayenin temsilcisi hükümetlerden bağımsızlaştıkça işçiler, emekçiler ve yoksullar için de kolaylıkla ulaşılabilir olacak, dolayısıyla da festivallerin sürekliliği gerçekten anlam kazanacaktır!