Merkeze mücadeleyi almalı
Yeni yılda doğan ilk bebeği ziyaret eden Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, önce, doğan bebeğin ailenin üçüncü çocuğu olduğunu öğrenince “siz söz dinleyenlerdensiniz demek ki” diyerek Erdoğan’ın en az üç çocuk dayatmasına gönderme yaptı. Ardından da “annelerin annelik kariyeri dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir” dedi. Ve daha önce AKP’nin çeşitli ağızlarından defalarca duyduğumuz gibi normal doğumu savundu.
AKP hükümeti, en ileri biçimini 2012’deki kürtaj karşıtı açıklamalarında bulan kadın düşmanı politikalarını her fırsatta ifade etmeye devam edeceğini 2015’in ilk dakikalarında da gösterdi. Aynı minvalde açıklamalar 2014’ün son günlerinden Erdoğan’dan da katıldığı bir nikâhta doğum kontrolünü yıllarca sürdürülen bir ihanet olduğunu söylemesiyle gelmişti. Müezzinoğlu’nun sözleri ise sadece kadınların bedeni üzerinde hükümetin tahakküm kurması, çocuk doğurup doğurmayacağını, kaç çocuk doğuracağını, o çocukların nasıl doğurulacağını söylemesi olarak yorumlanamaz. Aynı zamanda kadınlara biçtikleri toplumsal rolü de ifade etmektedir. Kadınların toplumun dışına itilerek evlere hapsedilmek istenmesinin göstergesidir.
Bu politika sadece kadınların toplumsal yaşam içindeki yerini belirlemiyor. Ev işlerinin kadınların asli görevi olarak belirlenmesi, bir yandan kadınların ev içinde harcadığı emeği görünmez kılarken bir yandan da kadınları, işgücüne katılımlarında ikinci konuma getirerek daha düşük ücretlerle, güvencesiz ve esnek işlerde çalışmaya itiyor. Müezzinoğlu’nun sözleri aynı zamanda 2013 yılının sonlarında gündeme “Kadın İstihdam Paketi” adıyla gelen ve kadınların çalışma koşullarını çağrı üzerine çalışma, evden çalışma, yarı zamanlı çalışma gibi biçimlerde tümüyle esnekleştirmeyi hedefleyen düzenlemelerin o dönem yükselen mücadeleyle püskürtülmüş olsa bile kapıda olduğunun işaretidir.
Paket tekrar gündeme gelmedi belki ama bu politikaların da ürünü olarak örneğin tam zamanlı çalışan kadınların sayısı her geçen gün azalıyor. Geçtiğimiz bir yıl içinde tam zamanlı çalışan işçiler içinde kadınların sayısı 112 bin kişi azalmış durumda. Bu kadınlar şimdi büyük olasılıkla yarı zamanlı ya da ev eksenli işlerde çalışıyorlar. Ve yine büyük ihtimalle asgari ücretin bile altında, parça başı yöntemiyle çalıştıkları süre kadar ücret alıyor. Böylece işte sömürülüyorlar, evde erkek egemenliğine maruz kalmaya devam ediyorlar.
Evde kadınların omzuna yüklenen işlerin, annelik gibi “kutsal görevler” etiketiyle yerine getirilmesinin önemi ve dışarıda çalışmanın bu görevlerin yerine getirilmesine engel olmaması gerekliliği propagandasıyla özendirilen yarı zamanlı ya da ev eksenli çalışma, ev işi ve ücretli işin saatlerinin iç içe geçmesiyle kadınları neredeyse sınırsız mesai saatlerinin kıskacına sokuyor. Örgütlenme, sendikalaşma, toplu sözleşme gibi hakları da gasp edilmiş oluyor. Ya da mesela çocuklarına evde bakarken kreş şartının yerine getirilmesi gündeme bile gelmiyor.
Kapitalizm ve onunla iç içe geçen erkek egemenliğinin ikiyüzlülüğü işine geldiğinde kadınları sadece anne ve eş olarak görüp evlere iterken, kadınların ucuz işgücü olarak daha çok istihdam edildiği bazı sektörlerde de uzun çalışma saatleri ile karşımıza çıkıyor. Bir yandan kadının yeri evi, kocasının çocuğunun yanıdır diyorlar ve evlere göndermek istiyorlar ama diğer yandan fabrikada saatler boyu çalışıp eve çocuğu uyumadan yetişme derdindeki kadınlar hakkında hiçbir şey söylemiyorlar. Anlaşılan her kadın annelik kariyerini merkeze almasa da olur onlara göre.
Kadınların hayatlarının merkezine neyi koyacaklarını söylemek hükümete düşmez, kadınlar kendileri karar verir. Ama bugün toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi ezilen halk gibi ve onun bir parçası olarak kadınlar bu kararı tümüyle özgür bir şekilde veremiyor. Çünkü yaşamlarının kontrolü kendi ellerinde değil. Yaşamak için çalışmak zorundalar. Patronun istediği saatler, istediği günler boyunca, onların belirlediği yasalara ve şartlara göre. O yüzden de kadınları tahakküm altına alan politikalara karşı mücadele ederken aynı zamanda gerçekten insanca koşullarda yaşayacağımız, yaşamlarımızın kontrolünü kendi elimize alacağımız bir toplumsal düzen için mücadele etmek gerekir.