Kürtlerin dostları kimlerdir?
Niyetiniz üzüm yemek değil, bağcı dövmek olunca işiniz ne kolay! 30 yıldır bu coğrafyayı, hatta Suriye ve İran’daki gücüyle Ortadoğu’yu sarsan bir hareket var. Bu harekete gönül vermiş milyonlar var. Bu milyonlar sık sık milyon kişilik gösterilerle bir özgürlük bayrağı yükseltiyorlar. Zaman zaman da devrimci bir ruhla serhildanlara kalkışıyor, devletin baskı aygıtlarına meydan okuyorlar. Devlet onlardan korkuyor. Barzani onlara mesafeli yaklaşıyor. ABD 30 yıldır onlardan uzak durmuş. Siz Türkiye’nin burjuva devletine, Barzani’ye, AB’ye, bunların hepsine karşısınız. Ama siz de onlardan uzak duruyorsunuz. Kürt halkı ağzıyla kuş tutsa Türkiye’nin bazı “komünist”lerine yaranamayacak!
O yüzden Aydemir Güler gibi, elinize fırsat geçtiğinde hemen Kürtleri soldan silmek için atağı başlatırsınız. Son günlerde PYD ve YPG saflarında bazı yönetici unsurlar ABD ile işbirliğini ölçüsüz biçimde olumlu sunmaya mı başladılar. Derhal kaleminize sarılırsınız: “Emperyalizmi olumlamak soldan kopuş dilekçesidir.” (Aydemir Güler, Sola Doğru Son Çıkış”, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/sola-dogru-son-cikis-98943) Ne kadar çok sevinmişsiniz! Sol dediğiniz cenah bu kadar mı güçlü kuvvetli ki, Kürt hareketinin “kopuş dilekçesi” olarak gördüğünüz adımının üzerine destursuz atlıyorsunuz? “Türkiye'de emperyalizm övgücüleri için pabuç çok daha pahalı!” Diyelim haklısınız. Salt varsayım olarak. “Tamam, sizi soldan siliyorum işte, elime kozu verdiniz” diye böylesine sevinmek de nesi? Doğru söylüyor olsanız bile, milyonlarca Kürdün bağlı olduğu bir hareketin “pahalı pabuç” politikasıyla soldan silinmesi size ne kazandırıyor?
Biliyoruz aslında meselenin ne olduğunu. Siz sadece harekete karşı değilsiniz. Siz Kürt halkının bu devrimci canlılığına da karşısınız. Kürt yoksullarının kıpır kıpır olması işinize gelmiyor. Kürt gençliğinin içinin yanması da. Onlara neden bu kadar karşısınız? Çünkü sizin gözünüz “cumhuriyetin kazanımlarını” korumak için seferber olan modern küçük burjuva ailelerin gençlerinde. Siz CHP junior takımını kurarak güçlenmek istiyorsunuz. O zaman tabii bırakın Kürt hareketini, özgürlüğü için mücadele eden Kürt halkına bile karşı mevzilenmek zorundasınız! Çünkü kazanmak istedikleriniz Kürtlerin özgürlük mücadelesinden rahatsız oluyor! Kendinizi ele verdiniz bu fırsatın üzerine atlayarak.
Marksizmin metodu, doktrinerlerin metodu
Bir an, sadece bir an, yukarıda söylenenlerin doğru olmadığını, Aydemir Güler’in Kürt hareketini fırsat bulur bulmaz soldan dışlama çabasının aslında ona karşı mevzilenme kaygısından kaynaklanmadığını varsayalım. Bir an, sadece bir an, yazarımızın kaygısının solda anti-emperyalizmin bir ilke olarak sulandırılmasından samimi olarak çok rahatsız olduğunu, son günlerde olan bitenleri salt bunun için keskin bir dille eleştirdiğini düşünelim. O zaman da başka bir soru doğuyor? Bu ne biçim Marksizmdir?
Marksizm, dünyaya deklare edilmek için ardı ardına dizilmiş bir ilkeler listesi değildir. Marksizm, söylemeye gerek var mı, dünyayı değiştirmek için pratikle etkileşim içinde geliştirilen, doğruluğu ancak pratikte sınanarak kanıtlanan, pratiğe yol göstermek için kullanılan bir düşünsel kılavuzdur. Somut bir durumla karşılaştığında, Marksist, ilkelerinin ışığında bu somut durumun, başta uluslararası işçi sınıfı olmak üzere ezilenlerin çıkarlarını ilerletmek ve nihai kurtuluşa ulaşmak için nasıl ele alınması gerektiğini sorar. İlkeden uzaklaşılması “ayıp” değildir. Daha da kötü bir anlamı vardır bunun. Ezilenlerin ve tabii en başta işçi sınıfının başına bela gelmesine razı olmaktır. Elimizdeki örnekte, Kürt hareketi anti-emperyalizmden uzaklaştıysa bu ya ezilen halk Kürtlerin, ya Türk işçi ve emekçilerinin, ya öteki Ortadoğu halklarının, ya da hepsinin birden başına bela geleceğinden dolayı kötüdür. İlke ahlâki nedenlerle değil, bu nedenle ilkedir.
Aydemir Güler somut duruma değiniyor mu? Yani Rojava gibi bir özgürlük kalesinin önemli bir halkası olan Kobani’nin (Kobanê) DAİŞ taarruzu karşısında düşmesinin hem siyasi bakımdan büyük bir kayıp, hem de belki de bir katliamın nedeni olacağı ortadayken bu soruna nasıl yaklaşmak gerektiğini kendi kendine hiç soruyor mu? Hayır! Daha doğrusu, soruyor da samimi biçimde değil, retorik amacıyla soruyor. Okuyalım:
“ ‘Ee nerden alsalardı silahı?’ Bu, dünyanın bütün ezilenlerinin emperyalist ve sistem içi politikalara entegre edilmesini meşrulaştıracak olan sorudur.”
Kendi sorusuna cevap vermeye tenezzül etmiyor. Kobani’ye “intihar edin” diyor! Ciddiyetsizlik! Haksızlık mı ediyoruz. Yoksa somut bir hareket hattı, bir alternatif önerecek mi? Evet evet, haksızlık etmişiz. Yukarıdaki pasajın hemen ardından kendi alternatifini sunuyor:
“Bizim sorumuz ve çağrımız açık: Çaresizliğin alternatifini aramak ve yaratmak isteyen var mı? Buyrun sosyalizm mücadelesine...”
Bir önceki cümle kötü soru ile bitiyordu ya, Güler de iyi soruyu soracak. Ama o edebi oyunu yapıyor ve hemen ardından bunu unutuyor. Soru nerede? Yazar da arıyor, okuyucu da. Ortada içerikli bir soru yok. Evet, bir soru var: “Çaresizliğin alternatifini aramak ve yaratmak isteyen var mı?” Ama bu geçiş cümlesi, içerikli bir soru değil. Ümit Yaşar Oğuzcan şiirlerinin düzyazı karşılığı kalitesinde bir retorik soru. Yani soru falan yok. Yani Güler Kobani halkının hayatının, Rojava adlı Kürt özgürlüğünü temsil eden birimin siyasi olarak ayakta durmasının nasıl sağlanacağını sormuyor! Bari sorsa ve dese ki “hepsi bu yolda kurban olsun”. Hiç olmazsa tartışmış olur. Hayır. Kobani halkının hayatı, Rojava’nın bir kantonunun DAİŞ’in eline düşmesi falan onu ilgilendirmiyor. O sosyalizm fikriyle vecde gelmiş!
Sadece “çağrı”sı var: “Buyrun sosyalizm mücadelesine...” İnanılır gibi değil. Kobani hayatta kalma mücadelesi veriyor, Aydemir Güler Kobani’yi sosyalizm mücadelesine çağırıyor. Somut durumun somut analizi diye buna denir işte! İstanbul’da, DAİŞ militanlarının ve tanklarının tehdidi ile karşı karşıya değilseniz bu çağrıyı yaparsınız. Kobani’nin dış mahallelerinde savaşan militana ve Türkiye’nin Kürt illerinde onları desteklemek için hayatını tehlikeye atan Kürt gençliğine bu söylediğiniz katiyen bir şey ifade etmez. DAİŞ’ten bir kurtulsalar belki de sizin çağrınıza kulak verecekler, ama ah!
“Buyrun sosyalizm mücadelesine...” Bu cümle size bir şey hatırlatmıyor mu? Hani şu ünlü cümlesini Nasrettin Hoca’nın? “Buyrun cenaze namazına!”
Onların metodu, bizim metodumuz
Bu sitenin ve Gerçek gazetesinin okuyucuları, bizim de Kürt hareketinin son günlerde emperyalizmle kurduğu ilişki tarzını eleştirdiğimizi elbette biliyorlar. Yani bizim Aydemir Güler ve benzerlerine söylediğimiz “emperyalizmle ilişkinin sorun olmadığı” falan değil. Tam tersine. YPG temsilcisi Polat Can ABD ile askeri işbirliği açıklamasını yapar yapmaz, bu sitede ve Gerçek gazetesinin Ekim sayısında, “şeytanla bile işbirliği yapma” zorunluluğu ile emperyalizmle işbirliğini yüceltme arasındaki mesafeye işaret edilerek Kürt hevallerimizi uyarmıştık (http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/emperyalizmle-ittifak-ozgurluk-getirmez).
Sonra bizim kendi imzalı bir yazımız yayınlandı bu sitede. Başlığı “Rojava’nın Evcilleştirilmesi” idi (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/rojavanin-evcillestirilmesi). ABD’nin kendi mutemet adamı olan Mesud Barzani aracılığıyla PYD ve YPG/J sistemini kontrol altına almaya yöneldiğini, bu gidiş mantıksal sonucuna ulaşırsa Rojava’nın bir umut ışığı olmaktan çıkıp Barzanileşeciğini anlatmaya çalışıyordu bu yazı. Bunun Kürt özgürleşmesinin kayıp hanesine yazılacağı açıktır. Dolayısıyla, tam da yukarıda belirttiğimiz gibi, bizim ilkeyi öne sürüşümüzün nedeni, ilkenin terk edilmesinin Kürt halkının başına bir bela getireceği gerçeğidir, ahlak sorunu değil. Tabii Rojava’nın bir özgürlük kalesi olmaktan çıkışı, Kürt halkının yanı sıra başta Türk işçi ve emekçileri olmak üzere genel olarak Ortadoğu halklarının da aleyhine işleyecektir.
Doktrinerlerin metodu ile Marksizmin metodu arasındaki ilk fark berraktır. Doktriner ilkeyi çiğneyeni ben silerim diye ültimatom verir. Marksist ise ilkeyi terk etmenin yenilgi getireceğini izah eder. Yani doktriner somut, yaşayan mücadelenin kazanılıp kazanılmaması ile ilgilenmez. Marksistin ise sorunu tam tamına budur!
İkinci fark, buradan mantıksal olarak çıkar. Doktrinerin sorunu ilke ile mücadelenin kazanılması arasındaki ilişki olmadığı için mücadelenin nasıl kazanılacağı sorusunu sorması gerekmez. Yukarıda gördük, o Kobani halkını sosyalizme davet eder yalnızca. Marksist ise somut durumda alternatif olarak ne yapılabileceğini anlamaya ve anlatmaya çalışır.
“Rojava’nın Evcilleştirilmesi” başlıklı yazımızda somut alternatif hareket hattının ne olabileceği konusunda görüşler ileri sürdük. Bunlar Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) çeşitli açıklamalarında ve bu sitede yayınlanmış önerilerdi. DİP daha sonra bir bildiri yayınlayarak alternatif hareket hattını sistematikleştirdi (http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/dip-bildirisi-rojavayi-savunmada-kurt-halkina-destek-verelim). Ayrıca Türkiye işçi sınıfının öncüsünün bu konudaki görevlerini de saydı. Yani bir yandan Türkiye devrimcilerinin ve sosyalistlerinin, bir yandan da Kürt hareketinin izleyeceği politikayla emperyalizmle ittifak kurmaksızın ve buna bağlı olarak Rojava’nın Barzanileştirilmesine izin vermeksizin Kobani’nin nasıl kurtarılabileceği konusunda bir çizgi önerdi. Bu çizginin en önemli noktası, DAİŞ’e karşı “iki, üç, daha fazla cephe!” açılması önerisidir. Türkiye’den koridor ile peşmergenin ve ÖSO’nun Kobani’yi işgal etmesine aracı olmaktansa, her iki gücü de (bir aşamada YPG’nin bazı sözcülerinin yaptığı gibi) DAİŞ’e karşı yeni cepheler açmaya çağırmak çok daha doğrudur. Bu önerinin yanı sıra, bugün özgürleşmenin kalesi niteliği somut olarak tehdit altında olan Rojava devlet yapısının, kantonların “ikili iktidar” yapıları olarak kullanılması yoluyla savunulması ve benzeri bir dizi politika daha önerilmektedir.
Burası bunları tartışmanın yeri değil. İlgi duyan okuyucu, DİP’in sözünü ettiğimiz bildirisinde bu konuda bütünsel bir görüş bulacaktır. Burada önemli olan Marksizmin metot olarak doktriner yöntemden çok farklı olduğunun artık ortaya çıkmış olduğudur. Aydemir Güler’i ilkeleriyle baş başa bırakarak daha acil, daha yakıcı meselelerin tartışılmasına geçebiliriz.
Kürt halkından gerçekleri saklamak dostluk değildir!
Bu yazının konusu aslında başka. Bu yazının konusu Türk sosyalistlerinin yaygın bir yelpaze üzerinden Kürt hareketinin hatalarının üzerini kapatmak için yaptığı faaliyetin ne kadar yanlış olduğunu göstermek. Bunun Kürtlerin lehine olmak bir yana, amaçlanan bu olmadığı halde aleyhine bir faaliyet olduğunu ortaya koymak. Bu tür faaliyet yürütenler kendilerini “Kürt halkının dostları” olarak görüyorlar. Biz ise dostun hatalarını onaylamanın dostluk olmadığını, tersine “dost acı söyler” özdeyişinin bu bağlamda çok doğru olduğunu, Kürt halkının çıkarlarını düşünen Türk sosyalistlerinin böyle sorunları örtmek için çaba göstermelerinin, hatta zaman zaman kraldan da kralcı olmalarının Kürt halkına dostluk yapmak isterken tersine sonuçlar yaratmak demek olduğunu savunuyoruz.
Kürt hareketi Kobani kuşatmasının bir aşamasında, daha dakik biçimde söylersek 12 Ekim’de ABD emperyalizmi ile girişmiş olduğu işbirliğini deklare etti. O zamandan bu yana, ABD Kobani’ye havadan silah sevkiyatı yaptı; Kürdistan Bölgesel Yönetimi meclisi Rojava kantonlarını tanıdı; Duhok toplantısında PYD ile Suriye Barzanicileri arasında sıkı bir pazarlık yürütüldü ve belirli anlaşmalara varıldı; en sonunda da peşmerge ve ÖSO unsurları Kobani’ye girdi. PYD ve YPG/J saflarından ABD lehine çok çeşitli sesler yükseldi. KCK de Duhok anlaşmasını olumlu gördüğünü açıkladı, bu gelişmenin Ulusal Kongre’nin toplanması için bir fırsat olarak kullanılmasını savundu. Yani öyle görünüyor ki, PYD ve YPG/J hareketinde ABD’ye hayırhah bakan unsurlara paralel olarak Türkiye içindeki Kürt yurtsever hareketinde de böyle eğilimlerin var olduğu, hatta belki de hâkim olduğu ortaya çıktı.
Bu gelişme karşısında Kürt hareketine iltihak süreci içinde olan sosyalist parti ve hareketlerin sözcüleri, yani esas olarak HDP/HDK alanından sosyalistler, koro halinde, yapılanın sakıncalı olmadığını kanıtlamak, izlenen politikayı savunmak üzere öne çıktılar. Özgür Gündem’deki sosyalist parti temsilcilerinin köşelerinde Kürt özgürlük hareketinin emperyalizmle kurmaya yöneldiği ilişki tarzı bir dizi yazıda savunuldu. Bu yazarların çoğu bizim çeşitli somut mücadelelerde omuz omuza birlikte savaştığımız insanlardır. Amacımız herhangi biriyle polemiğe tutuşmak değil, çok köklü bir yanlışı toptan eleştirmektir. Bu yüzden alıntı yapmayacağız, referans vermeyeceğiz. Ama okuyucuyu özetlerimizin gayet dürüstçe ve aslına sadık tarzda yapıldığı konusunda temin ederiz.
Bir ismi zikredelim. İrfan Aktan’ın bu konuda yazdığı polemik yazısındaki tavrı bizim esas polemiğe tutuşacağımız sosyalistlerden farklıdır. Aktan yazısında Kürt hareketinin ta 10 yıl öncesinden, yani Irak savaşından itibaren kaderini ABD ile bağlamasını savunduğunu belirtiyor. ABD emperyalizmiyle bu tür bir stratejik ittifakı, bizim eleştireceğimiz diğer yazarlar, hiç olmazsa uluorta savunmazlar, savunamazlar, savunmuyorlar. Aktan Kürt halkının geleceğini bütünüyle emperyalizmle ittifaka bağlayarak büyük bir hata yapıyor.
Bizim esas uyarmak istediğimiz Türk sosyalistleri Kürtlerin ABD emperyalizmi ile ittifak içinde kurtulabileceğini söylemiyor. Onların argümanları başka. Mesela bir dostumuzun ifadesiyle emperyalizm tartışmasının “muhayyel”, yani hayal ürünü olduğunu söylüyorlar. Kısacası, onlar İrfan Aktan’dan farklı olarak ya suçlamaları hiç kabul etmiyorlar, ya da işbirliğinin zor koşullar altında bütünüyle geçici olduğunu ileri sürüyorlar. Bütün bu tartışma ayrıca Aydemir Güler tipi yazarlara cevap verme çabasıyla birleştiği için konuyu saptıran argümanlar da içeriyor.
Çürük temeller
Kürt hareketini savunmak için bu dostlarımızın ileri sürdüğü argümanlar şöyle sınıflandırılabilir:
1) Aydemir Güler’in sahip çıktığı TKP geleneğinin Kürt sorununa ilişkin sicili zaten bozuktur. Bu argümanın bugün Kürt hareketinin emperyalizmle işbirliği yapıp yapmadığı sorusuyla ilişkisi sıfırdır. Üstelik, TKP’yi suçlayanların Komintern’i, yani bir aşamaya kadar Leninist enternasyonalizmin yatağı olmuş tarihin en devrimci örgütlerinden birini de cepheden eleştirmeleri sorumsuz ve zararlı bir tavırdır. Stalinist TKP’nin Kemalizmi sistematik olarak desteklemesiyle Lenin ve Trotskiy döneminde Komintern’in şayet yaptıysa Kürt sorunundaki hatası bambaşka karakterde şeylerdir.
2) Türkiye kendisi emperyalizmin sıkı müttefiki ve NATO üyesi iken Kürtleri emperyalizm işbirlikçiliği ile suçlamak ikiyüzlülüktür. Türkiye devletinin yanında yer alan ve onu savunan siyasi akımlara (örneğin saf anlamda ulusalcılığa) karşı anlamlı olabilecek böyle bir argüman, solda, anti-emperyalizm konusunda hemfikir olan akımlar arasında yapıldığında hiçbir anlam taşımaz. Türkiye devleti gerici dünya düzeninin bu bölgedeki temel taşlarından biridir. Onun emperyalizm yanlılığının hatırlatılması, Kürt hareketinin emperyalizmle işbirliği yapıyor olup olmadığı sorusuna en ufak bir ışık tutmayacağı gibi, yapıyorsa bunun mazur görülebilir olduğu anlamına da gelmez. Kürt hareketi politikasını emperyalizmin Türkiye’yi değil de kendisini desteklemesini sağlama çabasına yaslarsa Kürt özgürlük hareketi olmaktan çıkar, Barzanileşir.
3) Emperyalizmle geçici paktlar kurulabilir. Mesela DAİŞ’e karşı Kobani bu denli zor durumdayken silah yardımı almayı, kalıcı biçimde emperyalizmin müttefiki olmaktan ayırmak gerekir. Kürt hareketinin yüzünü emperyalizme çevirmesini mazur göstermeye çalışan dostlarımızın tek anlamlı argümanı budur. Biz şöyle diyoruz: Belirli anlarda, başka halkların ağır bir felaket yaşamasına yol açacak koşullar yaratılmaksızın, emperyalizmin nokta desteği kabul edilebilir. Bu yüzdendir ki, biz Gerçek gazetesi olarak YPG sözcüsü Polat Can ABD ile işbirliğini açıklayınca somut koşullar gereğince eğer işbirliği doğru taktikse “şeytanla bile işbirliği yapılabilir” denmesi gerektiğini, oysa YPG sözcüsünün bu konuda neredeyse coşku içinde olduğunu izah etmeye çalıştık. (Bizim kanımız, bir dizi kısa ve uzun vadeli hata yapılmasaydı, emperyalizmden bu aşamada silah desteği alınmasının hiç de gerekli hale gelmeyeceğidir. Ama bu, ilke olarak bu tür nokta operasyonlarının her zaman yanlış olduğu anlamına gelmez.)
4) Kürt hareketi bugün emperyalizmden silah yardımı almıştır, ama bu bir ittifaka dönüşmemiştir. ABD’nin DAİŞ mevzilerini bombalamasına karşı çıkılması budalalık olur. Silah yardımını almamak da. Mühim olan ABD emperyalizmiyle başka halkların aleyhine, bir paylaşım faaliyetine girişilmemesidir. Dostlarımız burada işbirliğinin sadece taktik bir karakter taşıdığını yalnızca iddia etmekte, herhangi bir kanıtı ortaya koyamamaktadır. Oysa asıl kanıtlanması gereken budur. Bu eksikliğin sonuçlarının vahim olduğunu aşağıda kanıtlayacağız. Ama önce başka bir noktaya değinelim.
Özgür Gündem’de farklı sesler
Değerli dostlarımız, Aydemir Güler’le tartışıyorlar. Ama polemiğin ateşine kapılıp gerçeklerin üstünü örtmek iyi bir yöntem değildir. Haydi, bize kulak vermiyorlar, kendi yazdıkları Özgür Gündem gazetesinde başka seslere dikkat etseler iyi olur. Örneğin Murat Çakır’ın “Kobanê ve Komünist Tutum” başlıklı yazısı (25 Ekim 2014), (İsmail Bilen’i falan savunmak gibi hatalar bir yana bırakıldığında) Aydemir Güler’e sert bir eleştiri olarak başlıyor, ama sonlarda şöyle bağlanıyor: “…Rojava anayasası, antikapitalist ve antiemperyalist öze sahiptir. (…) Ne zaman bu öz kaybolursa, işte o zaman kurulan tuzaklara düşülmüş demektir. Komünistlerin görevi, bu özün kaybolmamasına katkıda bulunmaktır.” Murat Çakır acaba bu özün kaybolması riskinden neden bahsediyor bugün?
Ya da Doğan Durgun’un sesine kulak verebilirler. Durgun birkaç kanısını tartışmaya yer bırakmayacak kadar sert bir üslupla dile getiriyor: (1) “ABD’nin Kobanê direnişine kontrollü destek vermesi, PYD’nin burnunu sürtmeyi sağlamaya yöneliktir.” (2) Barzani’nin yaptığı “düpedüz sahtekarlıktır.” “Kobanê’nin içinde bulunduğu özel koşulları siyasi ranta çevirmek, böyle bir varlık yokluk döneminde utanç vericidir.” “KDP, ABD’nin oluruyla, PYD’ye şantajda bulunmuştur. (…) bazı tavizler koparmıştır.” (3) “KDP yapısı ile… Rojava modeli arasında kan uyuşmazlığı vardır. (…) Tabi Kobanê’ye peşmergenin ve ÖSO’lu savaşçıların gelmesinin AKP tarafından hararetle istenmesi de akla başka sorular getirmektedir.” (4) “Rojava kendi yarattığı değerleri savunmak için yeniden silaha sarılmak zorunda kalabilir” (“ABD, Türkiye, Barzani ve Duhok mutabakatı”, Özgür Gündem, 26 Ekim 2014).
Bu dört nokta, bizim 26 Ekim günü Gerçek sitesinde yayınlanan “Rojava’nın evcilleştirilmesi” yazısında ileri sürdüğümüz fikirlerle bire bir uyuşmaktadır. Bu yüzdendir ki, HDP/HDK ortamından gelen sosyalist arkadaşlarımıza bize kulak vermeyeceklerse kendi yazdıkları Kürtlerin gazetesinin başka köşelerine dikkat etmelerini öneriyoruz.
Truva atı özgürlük kalesinde!
Biz peşmergenin Rojava’ya girişini Barzanici güçlerin Kobani’yi, yani Rojava’nın en azından bir kantonunu işgal etmesi olarak niteledik. Bunun nedeni silahlı gücün iktidarın en belirleyici unsuru olması, Barzani’ye bağlı bir silahlı gücün ise Rojava’nın orijinal siyasi ve ideolojik yönelişini yıkmak için bir Truva atı olarak iş göreceğidir. (Kobani’ye gelen peşmergenin Barzani’ye değil, PYD’nin baskısı sonucunda Talabani’nin Kürdistan Yurtsever Birliği’ne (PUK) bağlı olduğu hakkında çıkan haberler doğrulansa bile sorun bütünüyle ortadan kalkmaz, ama karşı kampın içindeki çelişkiler dolayısıyla hafiflemiş olur.)
Peşmerge bu karakteri taşıyorsa, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) birliklerinin Kobani’ye girişi daha da vahimdir; doğrudan doğruya Beşar Esad’ın emperyalizmin kontrolündeki muhaliflerinin, Arap hâkim ulusunun üstünlüğünü yeniden tesis etmek üzere Kobani’ye dönüşü olarak görülmelidir. Ortadoğu’nun emperyalizm yanlısı gerici statükosu Kobani’yi ve onun aracılığıyla Rojava’yı adım adım fethe doğru yürümektedir.
Özgür Gündem de dâhil (31 Ekim 2014, s. 8) basın ÖSO’nun birliklerinin Kobani’ye geçtiğini bildirmiş bulunuyor. Bu, Kürt hareketi tarafından daha önce yalanlanıyor, Erdoğan’ın hayalgücünün ürünü olarak resmediliyordu. Ama şimdi bunun doğru olduğu ortaya çıktı. Üstelik, Özgür Gündem peşmerge ve ÖSO’nun YPG komutasında olacağını yazarken, Cumhuriyet gazetesinin, son zamanlarda bölgeden ve Kobani’den en doğru ve en inandırıcı haberleri geçmekte olan muhabiri Mahmut Oral durumu farklı anlatmaktadır (Cumhuriyet, 30 Ekim 2014,s. 9). Oral’ın haberi o kadar önemeli ayrıntılar içeriyor ki, bazılarına dikkat çekmemiz gerekiyor.
· ÖSO sınır kapısından peşmergeden önce geçmiştir. Yani ÖSO’nun geçişi Türkiye tarafından peşmergenin geçişinin önkoşulu haline getirilmiştir.
· ÖSO’nun geçişi kriz doğurmuştur. Sınırdaki YPG’liler ÖSO’yu kabul etmek istememiştir. Peki, nasıl olmuş da bu itiraza rağmen ÖSO sınırı geçebilmiştir? Oral’ın haberine göre, “Türk yetkililer, bunun daha önce üst düzeyde görüşüldüğünü” belirtmişlerdir. Burada açıkça YPG içinde üst yönetim ile alt kademeler arasında farklılıklar olduğu ortaya çıkıyor.
· ÖSO 200 muharip yollamış, bunların ilk 50’si Kobani’ye geçmiştir. Peşmerge ise sadece 10 kişiyi Kobani’ye geçirmiştir. Yani ÖSO önde bile sayılmalıdır.
· Ayrıca ÖSO komutanı bu 200 kişinin başlangıç olduğunu 1.000 kadar muharibin de ihtiyaç olduğu takdirde sevk edileceğini ifade etmiştir. Bu beyan, Tayyip Erdoğan’ın 1.300 ÖSO askerinin Kobani’ye yollanacağı konusunda günlerce önce yaptığı ve PYD yetkililerinin yadsıdığı açıklamanın esas itibariyle doğru olduğunu ortaya koymaktadır.
· Muhabir Mahmut Oral ÖSO birliğinin komutanı olan Abdülcabbar Akkidi hakkında önemli bilgiler veriyor. Akkidi Kobani’yi Arapça adıyla, yani Ayn el Arab olarak anıyor. PYD ile birlikte “Suriye halkı olarak” savaşacaklarını belirtiyor. Böylece Kürtlerin özerkliğini tanımadığını ima ediyor. Bu, daha ilk günden ayağının tozuyla! Nihayet, Özgür Gündem komuta YPG’de olacak derken Akkidi operasyonel komutanın kendisinde olduğunu iddia ediyor. İşgal derken yanılıyor muyuz? Şimdi soruyoruz: Akkidi’nin komutanın kendisinde olduğuna dair söylediği doğru mudur, yalan mıdır?
· Diyelim ki Akkidi veya Cumhuriyet muhabiri yalan söylüyor. Peki, Demokratik Bölgeler Partisi Eş Başkanı Emine Ayna’nın twitter mesajına ne demeli? “Geçen sene Kürt grupların kökünü kazıyacağını söyleyen ÖSO’lu Akkidi, Kobani’ye giden gruba komutanlık yapıyor. Bu tesadüf mü? Bence değil?” Bizce de değil!
Kürt halkına kim dostluk yapmış oldu?
Biz 12 Ekim’den itibaren, ABD’nin Duhok toplantısı ve askeri güç yardımı aracılığıyla Rojava’nın ilerici varlığını tehdit altına sokmakta olduğunu, yani emperyalizmle Kürt özgürlük hareketi arasındaki ittifakın Barzani aracılığıyla gerçekleştirildiğini söylüyoruz. Kürt hareketinin emperyalizmle işbirliği yapmadığını Çanakkale savunması yöntemleriyle savunan solcular ise tersini söylemiş oluyorlar.
Bugün bu iki görüş tarihin kefesinde tartılmış, haklı haksızdan ayrılmıştır. Peşmergenin Truva atı rolünü bir kenara koysak bile, ÖSO birliklerinin Kobani’ye girmesi Kobani’nin hâkim Arap ulusunun ve emperyalizmin desteklediği bir güç tarafından ele geçirilmesinin başlangıcıdır.
Dostlarımız eminiz Rojava’nın işgaline ve Barzanileşmesine taviz vermek istemeyecektir. Öyleyse bu olasılıkları gizleyerek yaptıkları Kürt halkını yanlış yola sürüklemek olmuştur. Hakikatlerin üzerini örterek ancak Kürt hareketindeki daha geri, daha uzlaşmacı unsurların kısa vadeli takdirini kazanırlar. Ama uzun vadede hem kendileri, hem de Kürt hareketi kaybeder. Biz ise gerçeğe gözünü kırpmadan, diplomasi terimleriyle değil devrimin alfabesiyle bakan Kürt yoksullarına ve Kürt gençliğine hitap ediyoruz. Onların hakikati kimin söylediğinin farkında olduğuna eminiz.
Bu arada Rojava adım adım elden gidiyor. Dikkat!