KESK Kongresinin ardından: Grup çıkarları ekseninde sıkışan bir sendika
Bilindiği gibi, ülkemizdeki kamu emekçilerinin yegâne sınıf örgütü olan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) geçtiğimiz Temmuz ayı başında 8. Olağan Genel Kurulunu gerçekleştirdi. Klasik bir ifade ile önceki kongrelere nazaran coşkunun ve örgütsel tartışmalara ilginin düşük olduğu 8. Olağan Genel Kuruldan geriye örgütün geleceği ile ilgili bir yığın soru işareti kaldı. Bu soru işaretlerini anlamlandırabilmek açısından kongre süreci ile ilgili kapsamlı bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.
KESK’te yaşanan gerileme
Kongre sürecini değerlendirmeye geçmeden önce, bazı sayısal verilerden de hareketle KESK ve bağlı sendikalardaki mevcut durumu ve sendikal işleyişi yakından etkileyen siyasal ortamı gözden geçirmek doğru olacaktır. Aşağıdaki tabloda, hem nicelik hem de iş yerlerinde görünürlük açısından öne çıkan beş konfederasyonun geçtiğimiz üç yıllık üye sayıları gösterilmiştir.
Konfederasyonun Adı | 2012 Üye Sayısı | 2013 Üye Sayısı | 2014 Üye Sayısı |
MEMUR – SEN | 650.328 | 707.652 | 762.650 |
KAMU – SEN | 418.991 | 444.935 | 447.641 |
KESK | 240.304 | 237.180 | 239.700 |
BİRLEŞİK KAMU – İŞ | 33.477 | 40.041 | 50.503 |
CİHAN – SEN | - | - | 24.299 |
Sayılara dikkat edildiğinde KESK dışındaki diğer konfederasyonların son üç yıl içinde nicelik olarak belirli bir yükseliş içerisinde olduğu görülmektedir. KESK ise yerinde saymıştır. Birçok politik çevre KESK’in niceliksel olarak yerinde saymasını, yapılan siyasi baskılar nedeniyle bir başarı olarak görme eğilimindedir. Ancak son üç yıl içinde çalışan kamu emekçisi sayısındaki artış dikkate alındığında KESK’in yerinde saymadığı, bilakis güç kaybettiği daha iyi görülecektir. 2012 yılında çalışan kamu emekçisi sayısı iki milyon iki yüz bin civarındayken, 2014 yılında bu sayı iki milyon üç yüz bin rakamını aşmıştır. Yani çalışan kamu emekçisi sayısı artarken üye sayısının yerinde sayması bir başarı sayılmaz.
Dikkate alınması gereken diğer bir konu da mevcut siyasal ortamın KESK dışında görece muhalif sayılan diğer sendikalara yaramış olmasıdır. Özellikle son beş yıldır mevcut sermaye hükümetinin baskıcı politikaları karşısında toplumda bir kutuplaşma ortaya çıkmış ve bu kutuplaşma Gezi İsyanı ile tavan yapmıştır. Yine bu kutuplaşma, ortada duran pek çok kamu emekçisini de taraflaştırmıştır. Ancak maalesef KESK ve bağlı sendikalar bu siyasal ortamdan yararlanamamış, kamu emekçilerini kendi saflarına dâhil edebilme becerisini gösterememiştir.
Aynı durum doğal olarak KESK’e bağlı on bir sendika içinde geçerlidir. Aşağıda KESK’e bağlı sendikaların son üç yıllık üye sayıları gösterilmiştir.
SENDİKALAR | 2012 Üye Sayısı | 2013 Üye Sayısı | 2014 Üye Sayısı |
EĞİTİM – SEN | 125.316 | 124.380 | 129.259 |
SES | 41.052 | 39.627 | 41.225 |
BES | 21.555 | 20.259 | 19.473 |
TÜMBEL – SEN | 30.043 | 31.099 | 28.824 |
HABER – SEN | 3.943 | 3.799 | 3.200 |
KÜLTÜR SANAT – SEN | 4.035 | 4.307 | 4.440 |
YAPI YOL – SEN | 3.811 | 3.639 | 3.959 |
BTS | 2.808 | 2.727 | 2.336 |
TARIM ORKAM – SEN | 3.165 | 3.055 | 3.292 |
ESM | 3.988 | 3.659 | 2.981 |
DİVES | 581 | 629 | 711 |
Sayısal veriler dikkatle incelendiğinde konfederasyon düzeyinde yapılan değerlendirmelerin tek tek KESK’e bağlı sendikalar içinde geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Birkaç sendika dışında birçok sendikanın üye kaybettiğini, üye artışı olduğunu gördüğümüz sendikaların ise iş kolundaki toplam çalışan kamu emekçilerindeki artış dikkate alındığında gerçekte yerinde saydığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Üstelik bu dönemde şimdiye kadar her zaman KESK’in yetkili olduğu Kültür-Sanat iş kolunda da yetki kaybedilmiştir.
Nicelik-nitelik diyalektiği:
Tüm bu veriler ışığında KESK’in niceliksel olarak güç kaybettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak maalesef bu güç kaybediş -diyalektik olarak- sadece niceliksel alanda kalmamış; iç işleyiş, demokratik merkeziyetçilik, mali şeffaflık, tabandan kopma vb. konularda yani niteliksel anlamda da gözlemlenmiştir. Nitekim bu gerçekler az sonra mümkün olduğunca özetle ele almaya çalışacağımız kongre süreci boyunca yaşanan gelişmeler üzerinden daha da somutlanacaktır.
Normal şartlarda, hem niceliksel hem de niteliksel anlamda bu kadar sorunun üst üste birikmiş olduğu böylesi bir dönemde, bir sınıf örgütünden beklenen refleksleri KESK’in kongreler sürecinde gördüğümüzü söylememiz mümkün değildir. Hem KESK kongresinde hem de bağlı sendikaların kongrelerinde yaşananlar bir öz eleştiri, geçmişi aşma, ileriye doğru bir atılım niteliği taşımaktan çok eskiyi mumla aratır uygulamalara sahne olmuştur. Koltuk hesaplarının yapıldığı, içi boş demagojik söylemlerin havada uçuştuğu, siyasetlerin kendi gündemlerini sendikal mecraya çektiği, iddiasızlığın ve ilkesizliğin tavan yaptığı bir kongreler sürecine şahit olduk. Ve bu şahitliklerimiz üzerinden yazının sonunda yapacağımız tespiti şimdiden ortaya koyabiliriz: bu süreçten sınıf sendikacılığı adına olumlu sonuçlar ortaya çıkacağını beklemek tam bir saflık olacaktır…
Sınıf sendikacılığından uzak ilkesiz tutumlar
KESK ve bağlı sendikalardaki genel kurullar sürecine bütünlüklü olarak bakıldığında Kürt hareketinin süreçlerin tamamına tek yanlı bir damga vurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kürt hareketinin politik yönelimi dikkate alındığında önümüzdeki süreçte KESK’in sınıfsal politikalar üreten bir sendika olamayacağını açıklıkla belirtebiliriz. Ancak şu da bir gerçektir ki KESK’in sınıf sendikacılığından uzaklaşan bir pratik hatta yönelmesindeki en büyük rol Kürt hareketinin değildir. Hatta geçmiş pratikler göz önüne alındığında, Kürt hareketinin bu konuda oldukça masum kaldığını bile söyleyebiliriz.
Misal son kongreler sürecinde DSD’nin takınmış olduğu tutum, başrollerde kimin olduğunun tespit edilmesi noktasında oldukça önemli ipuçları vermektedir. DSD grubu son kongreler sürecinde kendince “ilkeli” bir karar alarak “koltuk pazarlıklarına” dâhil olmamayı tercih etti. Bu tutumunu da yaptığı açıklamalarla politik bir zemine oturtmaya çalıştı. Sendikanın geçmiş pratiklerini eleştiren bu açıklamaları dikkatlice inceleyince sanki DSD’nin geçmişte sendikanın karar organlarında hiç vazife almadığı izlenimine kapılabilirsiniz. Ancak şu bir gerçektir ki KESK’in bugün eleştirilen tüm zaaflarının en büyük müsebbibi DSD hareketidir. Sendikayı tabandan koparan ve sendikayı sınıf sendikası olmaktan çıkarıp protestocu bir muhalefet örgütüne çeviren politikalar büyük oranda DSD’nin eseridir. Her ne kadar yapılan açıklamalarda yer yer öz eleştirel bir dil kullanılsa da sergilenen pratik, yapılanın bir öz eleştiri olmadığını ortaya koymaktadır. Zira öz eleştiri mekanizması hataları ortaya koyup daha sonra her şeyden elini eteğini çekmek, geri çekilmek şeklinde olmaz. Buna dense dense kaçkınlık denilebilir. İşin özü şudur: yılların kurt politik unsurlarını içinde barındıran DSD grubu, sendikanın içinde bulunduğu çıkmazı ön görmüş ve çatının kendi üzerine yıkılabileceğini sezince önümüzdeki tehlikeli süreci muhalefette kalarak savuşturmaya çalışmıştır.
Yurtsever emekçiler ve DSD’den sonra sendikada ki üçüncü büyük grup olan Emek Hareketinin kongre sürecinde izlediği tutum da değerlendirmeye değer bir nitelik taşımaktadır. Tüm politik hattını “muhalif görünümlü iktidar ortağı” olmaya endeksleyen Emek Hareketi yapılan hemen hemen hiçbir tartışmada net bir tutum belirlememiştir. Kürt hareketinin tüzükle ilgili yapmayı planladığı düzenlemelere, karşı çıkıyor görünmüş; ancak bu dayatmacı tutuma karşı bir tepki örmek yerine eylemsizliği tercih etmiştir. Bir yandan HDK bileşenleri ile birlikte hareket etmiş, bir yandan da HDK’nın –esas olarak Yurtsever emekçilerin- sınıf sendikacılığından uzak kendi politik gündem ve uygulamalarını -hem de sendikanın temel yapılarıyla oynayarak- sendikaya dayatmalarına yönelik tutumlarını ürkekçe eleştirmiştir. Bu eleştirilerini kongre bittikten sonra da kendi yayın organlarında devam ettirmişlerdir. Bu tutum görüntü itibariyle ilkeli bir tutum olarak anlaşılabilir. Ancak kürsülerden eleştiriler sunup kapı arkalarında yapılan “bir olmaz iki olsun” tarzı pazarlıklar gerçek niyeti açıklıkla ortaya koymuştur. Uzunca sayılabilecek bir dönem boyunca sendika genel merkezlerinde yer tutamayan bir hareketin her ne pahasına olursa olsun iktidara ortak olma gayretidir yaşananlar. Bu yapılırken de içerde muhalif görünerek olası felaketlerden sıyrılabilme taktiği güdülmüştür. Önümüzdeki süreçle ilgili Emek Hareketinin değerlendirmelerini şimdiden ön görebiliriz: işler kötü giderse “biz uyarmıştık”, işler iyi giderse de “bizim gayretlerimizle oldu” ifadeleri yapılacak değerlendirmelerin temel köşe taşları olacaktır. Sergilenen bu tutuma da politik literatürde “oportünizm” adı verilmektedir.
KESK’te koltuk alan çoğunluğu HDK bileşeni olan ya da HDK’nın himayesi ile yürütmeye dâhil olan diğer gruplar hakkında çokça söz söylemeye gerek yoktur. Devrimci Marksistlerin HDK-HDP’ye yönelik ön görüleri açıktır. Bu ön görülerden hareketle bu grupların sendika içinde önemli politik roller üstlenemeyeceklerini şimdiden söyleyebiliriz. Kitlesel olarak daha büyük güç olan Kürt politik hareketi, tıpkı HDP’de olduğu gibi sendikada da bu bileşenleri yutacak, bu grupları birer uydu haline çevirecektir.
KESK yürütmesine giremeyen ve kongrede muhalif bir tutum izleyen Kamu Emekçileri Cephesinin sergilediği politik hat da sınıf sendikacılığı perspektifinden uzaktır. Diğer politik gruplar kendi sınıf dışı siyasi gündemlerini sendikaya dayatırken politik bir söylemle perdelemektedir. KEC ise kendi siyasi gündemini dolambaçsız bir şekilde sendikaya yansıtmaktadır. Bu grup, kongre süreçleri boyunca sendikanın içinde bulunduğu açmazla ilgili bir perspektif çizmek ve çözüm noktasında harekete geçmek yerine, KEC’li tutsaklarla ilgili geçmişte yaşanan pratikler üzerinden Kürt siyasi hareketine yönelik eleştirilerle yetinmiştir.
Kürt hareketi eksenine sıkışan bir sendikal yapı
Tekrar özetleyecek olursak önümüzdeki dönemde KESK’e ve bağlı sendikalarına yön verecek politik gücün Kürt hareketi olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Kürt hareketi de doğal olarak tıpkı kendinden önce sendikaya hâkim diğer siyasi yapılar gibi kendi politik gündemlerini ve pratiklerini sendikaya dayatacaktır. Grupçu önceliklerin, sendikal mücadelenin önünü açmak bir yana tıkayıcı bir rol oynadığı daha önceki kongrelerde defalarca görülmüş olmasına rağmen aynı hata katmerlenerek tekrar edilecektir. Ve bu durum “sınıf sendikası” olduğunu iddia ettiğimiz KESK’in içinde bulunduğu açmazı daha da derinleştirecektir.
Şu bir gerçektir ki –nitekim kendileri de açıkça ifade etmektedir- HDK-HDP’nin siyasi çizgisinin ekseni sınıf çıkarlarına göre değil ulusal temelde belirlenmektedir. Gaye sınıfsal çelişkileri kaldırmaya yönelik bir hat izlemek değil Kürt ulusal sorununun çözümüne yönelik bir hat izlemektir. Nitekim bu durum geçmiş pratiklerde –örneğin akil adamlar sürecinde demokratik işleyişi hiçe sayıp grupsal önceliklerle hareket ederek- açıklıkla görülmüştür.
Kürt hareketi sendika içinde çok önemli bir güç olmuş, politik manevralarıyla da –HDK-HDP – çevresine irili ufaklı politik grupları alarak bu gücünü perçinlemiştir. Kürt hareketinin diğer siyasetlere yaklaşımı demokratik değil bir hami hüviyeti taşımaktadır. Nitekim demokratik bir yaklaşımı olduğunu iddia eden Kürt hareketinin KESK kongresinde KEC ve Sendikal Birlik gruplarına yönelik tutumu nasıl bir demokrasi anlayışı olduğunu göstermektedir. Kendi güdümünde olan siyasi gruplara birer koltuk veren Kürt hareketi KEC ile görüşme bile yapmamıştır. Sendikal Birlik grupları ile ilgili seçimini ise pragmatik bir biçimde en niceliksel olandan yana yapmış, eski dostlarını bile yarı yolda bırakmıştır. Demokrasi kendin gibi düşünenlerin önünü açmak değildir. Her ne eleştirisi olursa olsun sendika içinde politika yürütmeye devam eden diğer siyasetlere sırtını dönerek demokrat olunmaz.
Çözüm
Devrimci Marksistlerin daha öncede defalarca belirttiği gibi KESK’i ve KESK’e bağlı sendikaları içine düştüğü çıkmazdan kurtaracak olan, işyerlerinden yükselecek sınıf sendikacılığı pratiklerinin sendikanın bütününe hâkim hale gelmesidir. İçinden geçtiğimiz kongreler sürecinde izlenen pratiklere bakarak bu çözümün hâlâ uzak olduğu görülse de bundan başka bir çözüm yolunun olmadığı da somut bir gerçektir. KESK hâlâ bu ülkedeki kamu emekçilerinin yegâne sınıf örgütüdür ve her zaman sınıfsal bir çıkış için zemin vardır.
Bu bağlamda sınıf sendikacılığını kendisine ilke edinen tüm kamu emekçilerine büyük vazifeler düşmektedir. Sendikayı sınıfın politikasından kopmuş siyasi yapıların oyalanma alanı olarak bırakır, her kongre sonunda sadece politik eleştirilerle yetinir ve taban örgütlülüklerini kuramazsak havanda daha çok su döveriz. Sınıf sendikasını kendisine ilke edinen kamu emekçilerinin niceliksel olarak artması ve bu emekçilerin öncülüğünde oluşturulacak iş yeri merkezli taban örgütlülükleri kurmak… Bu görev önümüzdeki en yakıcı görevdir ve şu da bir gerçektir ki bu görev başarılamadığı takdirde KESK ilkesiz siyasetlerin elinde tarihe gömülecektir.