Devrimci İşçi Partisi’nin politikasının temelleri
Devrimci İşçi Partisi, 17 Aralık’tan bu yana, hatta halk isyanının bir aşamasından itibaren Türkiye solunun neredeyse tamamından farklı bir politika güttü, güdüyor.
Bu politikanın özü, Türkiye’yi sarsan bu büyük krizler silsilesi içinde, dünya durumu da göz önüne alındığında, seçim sandığına yönelik bir politikanın hiçbir biçimde durumun gereklerine cevap vermeyeceği tespitine yaslanıyor. Bu yüzden DİP, gerek işçi sınıfı güçlerini, gerekse Kürt halkını temsil eden güçleri halk kitlelerini harekete geçirerek burjuvazinin bütün siyasi güçlerinin karşısında bağımsız bir alternatif gücü inşa etmeye çağırıyor. Nihai hedef olarak bütün burjuva güçlerinin gitmesi, kurulacak hükümetin burjuvaziye karşı işçi, emekçi ve ezilenlerin çıkarlarını savunacak bir hükümet olması konuluyor.Bu bir işçi-emekçi hükümeti olarak formüle ediliyor.
Buna karşıt olarak solun hemen hemen bütün kesimleri, kriz karşısında, Gezi ile başlayan halk isyanının gücünü seçim sandığına tercüme etmeyi hedefliyor. Bunların bir bölümü AKP’nin karşısında bir “sol” birlik kurmak istiyor. Böylece açık ya da mahcup şekilde CHP destekçiliği yapıyor. Bugün, CHP’nin politikasının ABD-Gül-Gülen-Sarıgül bileşimiyle aynı doğrultuda belirlendiği açık olduğuna göre, bu akımlar aslında anti-AKP bir politika bile gütmüyor! Bir başka bölüm, yani Kürt hareketi ile Türkiye solunun ona iltihak etmiş bulunan akımları, Gezi ile başlayan halk isyanında AKP’nin devrilmesi için mücadele etmedi. Bunun için özeleştiri verdikleri halde şimdi de Kürt hareketine paralel olarak Tayyip Erdoğan’ın devrilmesine engel olmak amacıyla oklarını cemaate yönlendirmiş bulunuyorlar. Ama HDP tuhaf biçimde aynı zamanda yerel seçimlerde CHP ile ittifak sağlamaya çalıştı, fakat başaramadı! Nihayet, kendilerine sol süsü veren “ulusalcılar” ise doğrudan doğruya Erdoğan’a koltuk değneği oluyor.
DİP’in politikası bütün bu akımlardan hem analizi, hem araçları, hem de hedefleri bakımından farklı. Bu farklılığı iyi anlamak gerekiyor.
· Önce halk isyanı, ardından 17 Aralık’ta başlayan Erdoğan-Gülen kardeş kavgası, Erdoğan’ı düşmenin eşiğine getirmiştir. Erdoğan artık gerileyen güçtür. Ona yapışmak zararlıdır, somut gelişmelere bağlı olarak siyasi intihar anlamına bile gelebilir. Kürt hareketi bu yaklaşımından mutlaka vazgeçmelidir. Ona iltihak etmiş solun bu konuda pasif kalması değil, olumlu yönde rol oynaması gerekir. Her kim Erdoğan eski gücünü koruyor diyorsa ya da gelecekte ayakta kalacağına kesin gözüyle bakıyorsa DİP ile derin bir analiz farklılığı içindedir.
· Bu analiz farklılığının ardında, burjuva demokrasisi rejiminde kimin yöneteceğine dair kararların alınması konusunda küçük burjuva görüşlerle Marksist görüş arasındaki farklılık yatıyor. Küçük burjuva görüş, özgürlükler ne kadar kısıtlı olursa olsun, paranın rolü ne kadar kirli olursa olsun, seçimler nispeten serbestçe yapılabildiğinde iktidarı son tahlilde vereceği oylarla halkın belirlediğini varsayıyor. DİP’in temel aldığı Marksist görüş ise burjuvazi içinde genel onay almayan siyasi parti ve kadroların halk nezdinde popülaritesine rağmen ayakta kalamayabileceğini, iktidarın esas olarak (emperyalizmin de etkilediği bir süreç içinde) burjuvazinin kendi içindeki mücadele ve müzakerelerle belirlendiğini ileri sürer. Seçim açısından değil de bu açıdan bakıldığında, ibre Tayyip Erdoğan’ın çoktan aleyhine dönmüştür.
· İçinden geçmekte olduğumuz siyasi krizin körüklediği ekonomik kriz eğilimleri (dövizin yükselmesi, faizlerin bunun yarattığı basınç altında arttırılması, bütün bunların sonucunda yatırım, tüketim ve üretimde görülecek gerilemeler vb.) Erdoğan’ın burjuvazinin gözündeki prestij kaybını çok daha yükseklere taşıyacaktır. Erdoğan, Türkiye burjuvazisine artık ne siyasi, ne de ekonomik istikrar ve huzur vaat edebiliyor.
· Burjuvazinin kendi içindeki eğilimlerden ayrı olarak, daha altı ay önce bir halk isyanının yaşanmış olduğu bir ülkede her an halkın yeniden ayağa kalkması ve Erdoğan’ı iktidardan düşürecek bir mücadeleye girmesi de mümkündür. Öyle bir olasılığı dışlamak, büyük halk hareketlerinin inişli çıkışlı temposundan bihaber olmak demektir. Sosyalistlerin görevi, tam da böyle bir canlanışı teşvik etme stratejik görevi etrafında biçimlenmelidir.
· Bütün bunların sonucu şudur: sol partilerin tümü, Eylül’den beri Tayyip Erdoğan’ın seçimlerle iktidardan düşürüleceği varsayımı temelinde buna uygun bir seçim taktiği arıyorlar. DİP, Erdoğan’ın seçimlerden önce bile düşebileceğini, seçimlerin Erdoğan’ı düşürmenin olası biçimlerinden sadece biri olduğunu ileri sürüyor.
· DİP, krizin evrimi içinde zamanlamaya belirleyici bir rol atfediyor. 17 Aralık krizinin en derin anlarından geçtiği bir evrede, solun 30 Mart seçimlerine hazırlıkla oyalanarak, Erdoğan’ı halk güçlerinin devirmesi için mücadele etmemesini büyük bir hata olarak görüyor. Asıl önemli mesele, solun sadece seçim düşünüyor olmasından da çok, bugünkü krize 17 Aralık’tan üç buçuk, bugünden iki ay sonraki bir seçimle çözüm aramasıdır.
· DİP, Erdoğan’ın, içinden geçtiği çok zorlu krizi atlatabilirse seçimlerden göreli olarak başarılı çıkması olasılığının küçümsenmemesi gerektiğini de vurguluyor. Fransa’da sadece öğrenci ayaklanmalarının değil, o aşamaya kadar tarihin gördüğü en büyük genel grevin ve yaygın fabrika işgallerinin de damgasını taşıyan 1968 Mayıs-Haziran döneminde Almanya’da bir NATO üssüne kaçmak zorunda kalan cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün, olaylar yatıştıktan sonra yapılan seçimleri açık bir farkla kazanmasını tarihi bir örnek olarak hatırlatıyor.Türkiye’ye gelince, halk kitlelerinin bir bölümü nezdinde hâlâ popüler olan bir liderin isyan ve yolsuzluk dolayısıyla yaşadığı güç kaybını değerlendirmek yerine, mücadeleyi burjuvazinin sandık alanında vermeye yönelmek, onun zayıf olduğu yerde değil de güçlü olduğu alanda savaş vermektir, yani politika sanatının abecesinden kopmaktır.
· Bir bütün olarak bu analiz temelinde DİP,17 Aralık operasyonu öncesinde, seçimler için bir “İsyan Cephesi” önermiştir. Bu cephenin anlamı, halk isyanının güçlerini yine halk isyanının talepleri etrafında canlı tutmak ve konsolide etmek, böylece Erdoğan’ın karşısında işçi sınıfı ve Kürt halkı ekseninde toplumun bütün diri unsurları üzerinde yükselen bir siyasi odak oluşturmaktır. Yani bu formülde seçim, isyanın ve yarının olası devrimci durumunun bir sıçrama tahtası olarak ele alınmıştır.
· Ama 17 Aralık’tan itibaren başlayan derin kriz bu yaklaşımı da geçersiz kılmıştır. Gezi ile başlayan halk isyanı Erdoğan’ın düşüşünü bir olasılık haline getirmişti. İçinden geçmekte olduğumuz, doğrudan doğruya Gezi’nin kışkırttığı devlet krizi, bunu somut bir ihtimal yapmıştır. Öyleyse, mücadelenin bu evresinde seçimlere boğulmak işçi sınıfının ve ezilenlerin düşmanı bir siyasi odağı tarihin çöplüğüne havale etme görevini yerine getirmekten kaçınmaktır. Bu durumda DİP, halk isyanının bağrında yer almış bütün siyasi güçlere bir ortak mücadele cephesi öneriyor. Bu amaçla sosyalist hareketlere ve Kürt hareketine bir “Açık Mektup” yazmıştır. Seçimde bunun bir ifadesi olarak “protesto oyu” çizgisini savunuyor. “Hepsi gitsin!” şiarı doğrultusunda sandığa halk isyanının sesini taşımaya hazırlanıyor.
· DİP’in hedefi, dünya çapında kutuplaşma artarken, devrimci atılımlar belirginleşirken, Türkiye’de bir isyan konjonktürü geçerli iken, burjuvazinin hiçbir kanadının kuyruğuna takılmayan, işçi sınıfı çevresinde dizilmiş, ezilenlerin temsilcileriyle birlikte mücadele eden bir odağı inşa ederek bunu bir hükümet alternatifi haline getirmektir.Bunu gerekli kılan, aynı zamanda, halk yeniden ayağa kalkmasa bile Erdoğan’ın düşmesinin ihtimal dâhilinde olmasıdır. Şayet merkezinde işçi sınıfının bulunduğu böyle bir odak inşa edilmezse Erdoğan sonrasını belirlemek de emperyalizme ve hâkim sınıf güçlerine kalacaktır.
Özet olarak, DİP, bugün Erdoğan’ı zayıf olduğu alanda sıkıştırarak yenilgiye uğratma çabası yerine seçim çalışmasına odaklanmayı tarihin çağrısına cevap vermeyen bir parlamentarizm olarak görüyor. İsyan ortamının seçimlerde hayal edilebilecek olan her şeyin ötesinde sonuçlar getireceğini vurguluyor. İş ki doğru politika izlensin! İş ki proletaryanın öncü partisi inşa edilebilsin!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2014 tarihli 52. sayısında yayınlanmıştır.