Yolsuzluğun çözümü kamulaştırma

Her yer rüşvet, her yer yolsuzluk! Ona ne şüphe. Hele ki her gün onca pislik etrafa saçılıp dururken. Ama yolsuzluk söz konusu olunca yaygın tepkilerden birinin “yiyorlar ama iş de yapıyorlar” olduğu bir ülkede fazlasını demek gerekmiyor mu? Mesela KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin mitinginde neredeyse tüm kortejler “hırsız vaaar” diye bağırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Bir çözüm öneren yok.

CHP’lilerden başlayan ve solun da değişik kesimlerine dalga dalga yayılan bir duygu var. “Onca skandaldan sonra hala anketlerde AKP çıkıyorsa pes doğrusu!” Onlara göre yine suçlu halk. Halk cahil, aptal, o yüzden abuk subuk komplo teorilerine inanıp AKP’yi desteklemeye devam ediyor. Hâlbuki halkımız deneyimleriyle yolsuzluk ve rüşvetin bu devletin ayrılmaz bir parçası, geleneksel bir özelliği olduğunu bilir. Ayda üç kez değiştirilen kaldırım taşlarından, beş kez yenilenen asfaltlardan, oraya buraya dikilen gökdelenlerden birilerine haksız kazanç sağlandığını anlamayacak kadar aptal değildir. Eğer tüm bunlar ortadayken hala AKP’ye oy vermeyi düşünüyorlarsa bunun nedeni CHP’nin “bizimkiler de yer ama hem iş yapar hem de Atatürkçüdür” anlayışı olmasın?

AKP’si, CHP’si, MHP’si başta olmak üzere tüm burjuva partilerinin belediye başkanı ve meclis üyesi adaylarına bakınca ya patron, ya müteahhit, ya toprak ağası gören halkımız,neden farkları olduğunu düşünsün ki? “Yesin ama iş de yapsın hem de Müslüman olsun” diyen biri Topbaş’a oy verse Sarıgül’e oy vermekten (ya da Adana’da MHP’li Aytaç Durak’a) farklı bir şey mi yapmış olacak?

Bu gerçek ortadayken sosyalistlerimizin de “hırsız vaaar” diye haykırıp durması hiçbir şey ifade etmiyor. Çaldığını sahibine iade etmedikten sonra hırsızı kınamanın kimseye bir faydası yok. Rüşvet ve yolsuzluklarla halktan çalınanları sahibine geri vermenin ise tek bir yolu var, o da kamulaştırma. Kamulaştırma, yolsuzluk ve rüşvet bataklığının da kurutulması demektir. Bu yüzden Devrimci İşçi Partisi gerek ilan ettiği “Halkın krizden çıkış programı”nda, gerekse de meydanlarda “yolsuzluğun çözümü kamulaştırma” diye haykırıyor.

Başka çözümü olan varsa beri gelsin. Kent toprakları özel mülk olduğunda, üstüne çıkılan inşaat, müteahhitler tarafından yaptırıldığında, toprak rantıyla yüksek kârların müthiş cazibesine kapılmayı ne Müslümanlığın ne milliyetçiliğin, ne Atatürkçülüğün ne de hatta “solcu”luğun engelleyebildiğini bu halk görmüştür. Gerçekten bir alternatif olacaksa bu alternatifin yolsuzluk bataklığının kendisini, yani kent topraklarının özel mülkiyetini hedef alması gerekir.

Ali Ağaoğlu’nun Bakırköy 46 yolsuzluğu tipiktir. İnşaat patronu arazi satın alır ve ona arazinin belirli büyüklüğü ile belirli bir oranda inşaat yapma izni verilir. Bu izin belirli bir kat sınırı ve emsal denilen oran ile sınırlandırılmaktadır. Bu oranlar gevşedikçe müteahhit daha fazla daire yapar, daha fazla para kazanır. Ağaoğlu’nun Bakırköy 46 projesinde daha yapmadan sattığı evlerin fiyatı 500 bin liradan başlayıp 7 milyona (eski parayla 7 Trilyon!) kadar çıkıyor. Dolayısıyla emsal değerinin ya da kat izninin bir birim arttırılması, milyonlarca liralık haksız kazanç demek. Saymak için makine gereken paralar bunlar.

Bu arada şunu da ekleyelim. Tayyip Erdoğan “yolsuzluklara bulaşmış bir hükümet olsak milli geliri bu kadar arttırabilir miydik” diye soruyor.  Tabii ki evet. Çünkü milli gelir hesabı bir yıl içerisinde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değeridir. Mesela Ağaoğlu emsal değerinde 1 puanlık artış sayesinde 100 milyon değerinde yeni daire yapıp satsa bu değer milli gelir hesabına eklenir. Bu hesaplarda teknik olarak gelirin meşru ya da gayri meşru olmasına bakılmaz. Ancak sonuçta olan halkın hakkının, müteahhitlere kâr olarak, onlardan da bürokratlara ve yöneticilere rüşvet olarak peşkeş çekilmesidir. Asgari ücrete şantiyelerde can veren taşeron inşaat işçilerini de unutmayalım. Bunlar devletin göz yummasıyla harcına halkın hakkı, işçinin kanı karışmış “proje”lerdir.

Bu kanlı yolsuzluk zincirini daha ilk halkadan kırmanın tek yolu kent topraklarının kamulaştırılmasıdır. Toplu konut, stadyum, kültür merkezi, öğrenci yurdu ne yapılacaksa devletin arazisi üzerinde, devlet bütçesiyle, sendikalı, sigortalı ve kadrolu kamu işçisiyle yapılmalıdır. Bu şekilde inşaatların, halkın ortak kullanacağı parklara ve ortak alanlara tecavüz etmeden yapılması sağlanabilir. Çünkü emsal değerinin ya da kat izninin arttırılmasıyla kimsenin cebine fazladan bir paranın girmesi söz konusu olmayacaktır. Böylece lüks dairelerin değerini arttırsın diye siteye süs havuzu yapmak yerine gençliğin kullanabileceği olimpik havuzlar, spor alanları, kültür merkezleri yapılabilir. İnşaat özel sektöre ihale edilmezse, temel inşaat malzemeleri de kamu tarafından üretilirse, demirden, çimentodan çalarak da kâr edemezsiniz. Böylece yatırım ve kâr amaçlı değil, barınma ve kamusal kullanıma yönelik sağlıklı, dayanıklı konutlar inşa edilebilir.

Ne yazık ki sosyalistlerimiz, sosyalizmin alâmeti farikası olan kamulaştırma kavramını çoktan dağarcıklarından atmış görünüyorlar. Devrimci İşçi Partisi ise “yolsuzluğun çözümü kamulaştırma” diyerek hem yolsuzluğun sonuçlarına değil sebeplerine yöneliyor, hem de mütevazı güçlerine karşılık sosyalizmin asıl sesi ve temsilcisi olarak öne çıkıyor.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2014 tarihli 51. Sayısında yayınlanmıştır.